Ölüm hakikatine günümüz insanı her zamankinden daha muhtaç bir halde. Çünkü çağımız her şeyiyle dünyevileşmeye koşar adım gidiyor. Oysa ki, ölümün en büyük hakikat olduğunu kabristanlar haykırıyor. Günün hengamesi telaşesi insanlara bu hakikati unutturuyor.
Kur’ân-ı Kerim esas yurt olan ahireti sıkça ele alır, bütün âyetlerin üçte biri öldükten sonra dirilmeyle, âhiret ve oradaki ödül ve cezayla ilgilidir.
“Allah’ın emir ve kazası (izni) olmadıkça hiçbir kimseye ölmek yoktur. O (ölüm), belli bir süreye/ecele göre yazılmıştır. Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de âhiret sevabını isterse ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri mükâfatlandıracağız.” (Âl-i İmrân, 145)
“Her nefis/can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döndürüleceksiniz.” (Ankebût, 57)
gibi ayetlerle ve;
“Lezzetleri yok eden ölümü çok anın.” (Tirmizî)
“Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır.” (Buhârî)
hadis-i şeriflerle, insanın sürekli ötelere hazırlık halinde olması hedeflenir.
Şehirlerde insan, hayvan ve nebatat ile dopdolu canlı organizmalardır. Bu durumu en iyi yansıtan Osmanlı şehirleri cami ve hazirelerindeki kabristanlar ile meşhurdur. Ayrıca şehir mezarları dışarıda değil ibret alınacak şekilde merkeze dahildir.
İstanbul Fatih Camii’ni ele alalım; İstanbul’daki selâtin camii hazirelerinin en önemlilerinden biri olan Fatih Camii’nin haziresi de (mezarlığı) 425 mezar taşı var. Kitabeleri ile mezar taşları, mimarî ve sanatsal yönünü ortaya koyduğu gibi yazılarıyla, işlemeleriyle ve taşıdıkları sembollerle birer kültür hazinesi konumunda.
Ayrıca tarihe malolmuş ama fani olmaları yönüyle de diğer insanlara ibret dersi veren birçok ünlü isim, manen ölüm var ve haktır demektedir.
Hazire’deki isimlerden bazıları
Ahmed Mithat Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, Ali Emîrî Efendi, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi Bey, Fatih’in hanımı Gülbahar Hatun, Gazi Osman Paşa, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Ahmed Amîş Efendi, Hattat Sâmi Efendi, Mehmed Es’ad Yesâri, Yesârizâde Mustafa İzzet, Ebül’ûlâ Mardin’in babası Yusuf Sıdkı Mardinî, Abdurrahman Nurettin Paşa, Abidin Dino’nun dedesi Mesnevî şârihi Abidin Paşa, Halide Edip Adıvar’ın kocası Salih Zeki Bey.
Şöyle Eminönünden Sarayburnuna doğru yürüyüşe geçelim; karşımıza ne çıkıyor görelim: Üsküdar’dan vapurla Eminönü’ne geçip öğle namazını Yeni Camiinde kılalım. Dua edip çıkınca Mısır Çarşısı yanında I. İbrahim’in eşi ve IV. Mehmet’in annesi,bir dönem saltanat naibesi sıfatıyla Osmanlı Devleti’ni bizzat yönetmiş bir Valide Sultan olan Turhan Hatice Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Turhan Hatice Sultan’dan başka Sultan IV.Mehmet, Sultan II.Mustafa, Sultan III.Ahmet, Sultan III.Osman ve Sultan I.Mahmut defnedilmiştir. Ayrıca bir çok şehzade ve sultanların sandukaları da burada bulunmaktadır. Bu türbeye sonradan iki türbe daha eklenmiş olup, buraya Sultan Abdülmecid ve Sultan II.Abdülhamit’in şehzadeleri, sultanları, bir köşesine de Sultan V.Murat defin edilmiştir. Türbenin bahçesinde ise bazı sultan ve hasekilerin mezarları bulunmaktadır.
Oradan çıkıp tramvay yolu istikametinde gidince sağda solda kabirler bize ahireti hatırlatır. Sultanahmed Camii tarafına geçince yine hem selalar, ezanlar dualar ve caminin etrafındaki türbeler bu dünyada hüküm ferma sürmüş nice saltanat sahibi insanın faniliğini hatırlatır.
Çemberlitaşa doğru yürürken sağda 2. Mahmut Türbesi ve haziresi tam bir meşhurlar geçidi ve ibret mekanıdır. Sultan II.Mahmut, Sultan Abdülaziz ve Sultan II.Abdülhamit’e ait mezarlar ile onların aile ve çocuklarına ait sandukçalardan sonra hazireye çıkıp fatihamızı okurken Ahmet Fethi Paşa, Süreyya Paşa, Damat Hasan Hüsnü Paşa, Sadullah Paşa, Sait Halim Paşa, Şevknihal Kadın, Revnak Kadın, Ferahnuma Kadın, Talha Ağa, Hasan Fehmi Bey, Ahmet Samim, Muallim Naci ve Ziya Gökalp, burada yatan isimlerden bazılarıdır.
Beyazıd’a oradan Eyüp Sultan’a oradan İstanbul’un hangi semtine girsek gidelim karşımıza ahireti hatırlatan mimarileriyle camiler, türbeler ve hazirelerdeki mezarlar ile ders vermektedir.
Bir cadde üzerinde onlarca padişah, sultan hanımlar, şehzade, alim, edebiyatçı, paşa mezarları görünce insana ölüm hakikatini hatırlatmıyor mu?
İmanın ,inancın taşa vurulmuş mührü olarak ahiret endeksli mimari dünyada bize mahsustur.
Ama Cumhuriyet dönemi ve bilhassa da son 15 yılda inşaatlara bakınca değil ahireti hatırlatmak beton yığını haline gelen ruhsuz binalar siteler, yığınların dünyada bile birbirini hatırlamayacağı şekle dönüyor. Seküler hayat insanımızı esir alınca ne hayat tarzı, ne mimari tarzı ne de inandıklarını temsil etme hepsi ama hepsi rafa kalkmış durumdadır.
Allah’tan hayattan ibret alan nesillere kavuşmak, hayata yansıtmak dileği ve duasıyla..