Ashabı Güzin; zübdei ümmet, vesîlei hidayettir, onlardan herhangisine ittiba eden kimse sahai hidayete vâsıl olur. Binaenaleyh bizim vazifemiz cümlesinin hakkında hürmet ve muhabbette bulunmaktadır. Ashabı kirâmdan bâzı zevatı âliye hakkında fevkalâde bir muhabbet ve hürmetle mütehassis olmamız diğerleri hakkında adavet ve husumet şaibesini asla mutazammın olmamalıdır. Böyle bir hal bizim için hiçbir fâide temin etmez, belki indellah mesûl ve huzur-ı nebevide mahcup olmamıza sebebiyet verir.
Bu böyle iken ne kadar şeyanı teessüftür ki, bundan on dört asır evvel ashabı kiramdan bazıları arasında vukua gelen bir ihtilâf dolayısiyle hâlâ âlemi İslâmda muhtelif cereyanlar mevcut bulunuyor, bu yüzden ehl-i islam beyninde bir adavet ve husumet hüküm ferma oluyor, bu keyfiyet İslam ciheti camiasını haleldar ederek İslam kuvvetini za’fa uğratıyor; bu gibi tarihi vakalar tarih noktai nazarından edeb dairesinde muhakeme olunabilir. Fakat bu muhakeme hiçbir veçhile bizim ashabı kirama karşı ifasına dinen mecbur olduğumuz vazifei tazimi ihlal ve beynimize münaferet ilka etmemelidir. İşte Cemel ve Sıffin vakaları da bu misüllü vukuatı tarihiyedendir. Şöyle ki;
Camiül Kur’an ünvanı mefharetini haiz bulunan Hazreti Osman’ın şehadeti hazinanesi üzerine Müslümanlar arasında büyük bir galayan vücuda gelmiş, bu yüzden İmam Ali ile Talha ve Zübeyr hazaretı beyninde, kezalik Hazreti Ali ile Cenabı Muaviye arasında bir ihtilaf zuhur etmiştir.
Müşarünileyhin hunı mazlumanesini akıtmış olan canilerin hakkında hükm-ü şer’inin derhal icra olunması, gerek Talha ile Zübeyr ve gerek Muaviye hazretleri tarafından talep olunuyor. “Cenab-ı Zinnureynin katilleri hakkında kısas icra edilmezse kitabullahın hükmü terkedilmiş olur.” deniliyordu.
Aliyyül Murteza Hazretleri ise bu hususta müteenniyane hareket edilmesini muvafık görüyordu. Vakıa şehidi mazlumun katilleri öyle muayyen iki üç kimseden ibaret değildi. Mısır’dan Basra ile Kufe’den gelmiş birçok asilerden müteşekkil idi, bunların arkasında da birçok aşiret vardı; Binaenaleyh bunların içinden katilleri tefrik ederek haklarında hemen hükmü kısası icra etmek cemiyeti İslamiye arasında daha büyük faciaların zuhuruna sebebiyet verebilirdi; maahaza Hazreti Ali henüz makamı hilafete geçmiş erbabı fesadı tenkil edebilecek kuvvet bulamamıştı. Bunun için katillerin atiyen elde edilerek cezadide edilmelerini tensip buyuruyordu. Hikmet ve maslahat muktezası da bu idi. Fakat diğer taraf bu hareketi ahkâmı şer’iyyenin icrası hususunda bir müsamaha telakki etmişti. Bunun üzerine îmam-ı Ali ile Talha ve Zübeyr hazeratı beyninde Basra kurbünde bir muharebe vukua geldi. Bu muharebede Ümmül’müminîn Hazreti Aişe dahi bulunmuştur. Müsarünileyha evvelemirde ademi muvafakat göstermişse de muahharen hemşirezadesi (Abdullah İbni Zübeyr) nin niyaz ve ısrarı üzerine Basra Canibine azimet etmiş ve kendine tahsis edilen bir deveye râkib olarak meydanı harpte bulunmuştu. Bunun için bu vakaya (Cemel Muharebesi) denilmiştir. Talha ile Zübeyir Hazretleri imamı Ali’nin vuku bulan nasihati üzerine meydanı harbi terk ederek birer tarafa çekilmişler ise de kendi ordularına mensup iki hain tarafından şehid edilmişlerdir.
Bu vaka bertaraf olur olmaz Hazreti Ali ile Cenâbı Muaviye arasında Fırat civarında daha şedid muharebeler zuhur etmiş, bu defa daha ziyade Müslüman kanı akmıştır. Bunlar (Sıffin Muharebeleri) diye meşhurdur.
Şüphe yok ki bu dilsûz vakalar mücerret tarafeynin içtihatlarındaki ihtilâftan neş’et etmiştir. Bütün ehli sünnet uleması ve münevverihleri buna kanidir. Yine şüphe yoktur ki, Aliyyülmurteza Hazretleri içtihadında musib, diğerleri muhti idi; fakat haizi salâhiyet olan zevatın içtihatlarındaki ademi isabetlerinden dolayı muaheze edilmeyecekleri de malûmdur. Hattâ aralarında ehli İslâmı ilelebed eşkibar eden o hazin vakalar zuhur etmekle beraber yine o muhterem zevat yekdiğerinin ulüvvi kadrini tebcil etmiş; birbirine karşı muhabbet ve hürmetle mütehassis bulunmuşlardır.
Mâlum olduğu üzere Hazreti Ali, Talha ile Zübeyir Hazretlerinin vuku bulan şehadetlerinden pek müteessir olmuş, gözlerinden yaşlar akmıştır.
Müşarünileyh Sıffîn muharebelerinde her iki taraftan katlonulanların cennetlik olduklarını cümlei cemilesiyle beyan etmiş ve bir kerre: “Muaviyenin imaretini o kadar kerih görmeyiniz, çünkü onu gâibederseniz başların arkadan zuhur ettiğini görürsünüz” demişti. Filhakika öyle de olmuştur.
Hazreti Muaviye’den dahi mervîdir ki, bir şahıs kendisinden bir mesele sormuş, o da İmamı Ali’den sual et demiş; bunun üzerine ol şahıs; “Ya Emîrelmüminîn! Bu mesele hakkında senin vereceğin cevap bence Ali’nin cevabından daha merguptur” demekle Hazreti Muaviye; “Ne fena söyledin, sen bir zatı kerih görüyorsun ki, Resuli Ekrem anı ilm ile izâz etmiş buyurmuştur.
Cenâbı Muaviye’nin Aliyülmurtaza kerremullahû veçheh Hazretleri hakkında minberlerde sebbü şetm ettiğine dair olan rivayetler biesastır, huffazı hadis tarafından naklolunmamıştır. Beynelmüslimin dehâsile, hüsni diyanet ve siyaset ile şöhretşiâr olan Hazreti Muaviye’nin bu gibi küçüklüklerde bulunarak ehli islamı kendisinden tenfir edeceğine ukul-i selime ashabı imkân veremez.
Muaviye hazretlerinin oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi de bir siyaseti zamane, bir muhabbeti pederâne neticesidir. Zaten müşârenileyh âhir-i ömründe “Yezid’e olan kemali muhabbetim hilâfeti ana tevcihe sebep oldu” demiştir.
Maamafih (mugayretü bi nüşa’be) gibi bazı zatlar Hazreti Muaviye’yi bu cihete teşvik etmiş “Yâ Emîrelmüminîn! Gördük ki Osman’dan sonra nasıl ihtilâf vuku buldu, ne kadar kanlar döküldü, Yezid’i veliaht edersen âtiyen böyle bir fitne vukua gelmez” demişlerdi.
Filvâki o zaman Kureyş arasından beni Ümmiyye’den daha kuvvetli bir cemaat yoktu. Hazreti Muaviye hükümeti Beni Haşim’den bir zata veya diğer bir aileye terk etmek isteseydi bile Beni Ümmiyye ricali buna muvaffak etmezlerdi. Cemiyeti İslamiye arasında yeniden ihtilaller yüz gösterirdi. Nitekim Ömer Übnül Aziz hilafeti Hazreti Sıddık’ın hafidi Kasım’a tefvik etmek istediği halde Emevilerin eşraf ve âyanından hayfederek bu arzusunu mevkii fi’le vazedememişti.
İbni Hâceril Haytemî, İbni Haldun gibi meşhur alim ve müverrihlerin beyanına göre Hazreti Muaviye oğlu Yezid’in fıskına muttali değildi. Yezid pederine karşı hüsniamal ibraz ederdi, hatta bir aralık bazı fena hallerinden vazgeçmiştir. Bazı zevatın Yezid’i istememeleri hasede hamdolunuyordu.
Hazreti Muaviye marazı mevtinde Yezid’i huzuruna celbederek kendisine birtakım vasiyetlerde bulunmuş ve demiştir ki “ İmam Hüseyin zayıf bir zattır, ehli Kûfe onu senin üzerine huruç ittirebilirler, ona zaferyâb olduğun vakit aff-ü safh ile muamele et, onun bize karabeti ve büyük hakkı var¬dır. Bâhusus sıbtı nebidir.”
Hâsılı sadrı islamda en muhterem zatlar arasında mücerret içtihat ve ilcayı maslahattan dolayı vukua gelen bu gibi ihti’lafat ve muharebat hakkında:VE KÂNE EMRULLAHİ KADEREN MAKDURA demekten başka çaremiz yoktur. Hele Aşerei Mübeşşereden olan, dini islâm uğrunda iptidayı zuhurundan itibaren her fedakârlıkta bulunarak Seyyidi Kâinât Efendimiz’in iltifatı seniyyelerini ihraz eden Talha ve Zübeyir Hazretleri hakkında hürmet ve muhabbete münafi mütallatta bulunmak asla caiz olamaz.
Hazreti Muaviye’ye gelince, bu zat ashabı kiram arasında büyük bir yeri olup kendisine talim olunarak Ebâbekr, Ömer, Osman radıyallahu tea’la anmüm hazeratı tarafından emir, vali tayin olunmuştur. Resuli Ekrem Efendimiz Hareti Muaviye’nin mülk ve saltanata nail olacağını bir mucize olmak üzere hadîsi şerifiyle evvelce haber vermiştir. Bu cihetle Hazreti Muaviye kendisinin hilâfete nail olacağına kani bulunmuştu. Nebiyi Zîşan efendimiz onun hakkında dua buyurmuştur. Şüphe yok ki bu duayı nebevi icabete karin olmuştur.
Artık böyle bir zat hakkında zebandirazlık etmek nasıl şîmei edebe muvafık olur? Biz zamanımızda tahaddüs eden birçok vukuatın esbab ve avamiline bile bihakkın muttali olamıyoruz. Şu halde bundan asırlarca mukaddem iki fırkai islâmiye arasında vukua gelmiş olan bir ihtilâftan dolayı bir taraf hakkında husumet ve adavet izhâr, sû-i tefevvühata cür’et etmek nasıl câiz olabilir?
Bu iki taraftan biri hakkında şîmei edep ve diyanete muvafık olmayacak bir tarzda Iisan kullanan müverrihler yok değildir. Fakat bu müverrihlerin malûmatı, bu babdaki muhakematı güzelce tedkîk edilirse bunların nihayet bir iki menbadan tereşşüh etmiş ve galeyanı hisse müstenid bulunmuş olduğu pek güzel keşfolunur. Bu husustaki rivayetlerin kâffesini birer sabit hakikat olmak üzere telâkki etmek muvafık değildir.
Bir hadîsi nebevide: “Cenabı Allah ümmetimden bir kimse hakkında hayır murad ederse ashabımın muhabbetini anın kalbine ilka buyurur” denilmiştir.
Binaberin biz Peygamberi Âlişan Efendimizin sahabet ve iltifatiyle şerefyab olan bütün ashabı güzîne karşı an samimülkalb muhabbet ve hürmette bulunmayı bir dinî vazife telakki eder, ihtiramı muhıl olan efkâr ve mütalâatı İslâm âdâbına münafi addeyleriz. Radiyallahü Teâlâ anhüm ecmain.
Ömer Nasuhi Bilmen – Muvazzah İlmi Kelam adlı eserinden alınmıştır.
]]>