1) Kadının Hakları:
(…وَاٰتُوا النِّسَاۤءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً ) “Aldığınız kadınların mehirlerini gönül hoşluğu ile veriniz” [54] buyurulur. Mehir evliliğin rükün veya şartlarından değil, nafaka gibi kocaya vacip olan mali bir haktır. Hz. Peygamber, Ali (r.a)’a kızı Fâtıma’ya mehir olarak fazla bir zırhını vermesini bildirmiştir. [55]
Birçok toplumda, erkek tarafı evleneceği kızın ailesine para ya da sair bir mal verme geleneği vardır. Eski Türkler’de “kalın” uygulaması da bu niteliktedir. Yalnız Hristiyanlıkta mehrin aksine, kadının ailesi erkeğe drahoma adıyla bir meblağ verir.
Mehir nikâh sırasında belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayrılır. Evlilik sırasında miktarı belirlenmişse buna “mehr-i müsemmâ”, belirlenmemişse “mehr-i misil” denir. Yine evlilik sırasında peşin ödenen mehre “mehr-i muaccel”, ödenmesi sonraya bırakılan mehre ise “mehr-i müeccel” adı verilir. Ancak mehrin ödenme zamanı belirlenmemişse, ilke olarak boşanma anında veya eşlerden birisinin ölümü durumunda mehrin vadesi gelmiş sayılır.
Ebu Hanife’ye göre mehrin en az miktarı 10 dirhem (5 dirhem yaklaşık bir koyun bedeli), İmam Mâlik’e göre üç dirhemdir. Şâfiî ve Ahmed İbn Hanbel’e göre ise en azı için bir sınır yoktur. Mehrin en çok miktarı için bir sınır getirilmemiştir. Ayette,
( وَاٰتَيْتُمْ اِحْدٰيهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَاْخُذُوا مِنْهُ شَيْـًٔا …) “Onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, ondan bir şey almayınız.” [46]
buyurulur. Hz. Ömer mehirleri 400 dirhemle sınırlamak istemiş, fakat bir kadının yukarıdaki ayeti okuyarak karşı çıkması üzerine sınırlamadan vazgeçmiştir. [57]
Kadın; nikâh sırasında bir mehir belirlenmişse buna, belirlenmemişse aileden emsal kızların mehri kadarına hak kazanır. Mehir kadının hakkı ve onun için iktisadî bir destektir. Onu veli alıp, kendisi için sarf edemez.
Kur’an’da şöyle buyurulur:
(اَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنْتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ ) “Boşanan kadınları, gücünüzün yettiği kadar ikamet ettiğiniz yerin bir bölümünde oturtun…” [58]
(وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ) “Annelerin yiyecek ve giyeceği iyi bilinen örfe göre çocuğun babasına aittir.” [59]
(لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِه۪ وَمَنْ قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنْفِقْ مِمَّاۤ اٰتٰيهُ اللّٰهُ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا مَاۤ اٰتٰيهَا سَيَجْعَلُ اللّٰهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا) “Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin. Rızkı kendisine daraltılan yoksul da nafakayı Allah’ın ona verdiğinden versin. Allah, hiç kimseye ona verdiğinden başka bir şey yüklemez. Allah, bir güçlüğün arkasından kolaylık verir.” [60]
Kocanın ev masraflarını karşılamaması durumunda kadın mahkemeye başvurarak kendisine nafaka takdir ettirebilir. Bunun belirlenmesinde karı kocanın mâlî ve sosyal durumları birlikte dikkate alınır. Yalnız kocanın durumu dikkate alınır, diyen fakihler de vardır. Kadın takdir edilen nafakayı gerektiğinde icra yoluyla alır. Nafakayı ödemeyen koca hapisle zorlanabilir. Ancak yoksul olan kocayı hapisle zorlama uygun olmaz. Çünkü Kur’an’da, dara düşen borçluya, eli genişleyinceye kadar süre tanınması tavsiye edilir. [61]
Karı koca, nafaka borcu ve miktarı üzerinde anlaşmamışsa veya hâkim tarafından takdir yapılmamışsa, taraflardan birinin ölümü, boşanma veya kadının itaatsiz (nâşize) duruma düşmesi ile ödenmeyen nafaka düşer.
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise nafaka hâkimin takdirine bağlı olmaksızın kuvvetli bir alacak sayılır ve ancak ödenmekle veya nafaka alacaklısının kendi hakkından vazgeçmesi (ibrâ) ile düşer.
Bununla birlikte kadın, kendisine ait gelirleri aile harcamalarına karıştırmayarak tasarruf da edebilir. Bunları karz (ödünç) olarak kocasına kullandırabilir. Kendisine ait parayla satın alınan taşınır veya taşınmaz malların kendi mülkiyetinde kalmasını isteyebilir. Kocasının ölümü veya boşanma durumunda, kendisine ait mal ve haklarını ayrıca hesaplattırarak, miras dışı kalmasını sağlayabilir.
2) Kocanın hakları:
Kocanın karısı üzerinde miras dışında bir mâlî hakkı bulunmamaktadır. Hatta kadın, kendisine ait bir evi ikametine tahsis etmesi için kocasına kiraya verebilir. [62] Karı kocanın birbirine karşı sevgi ve saygı ile davranması karşılıklı hak ve borçlardandır.
Evli eşler arasında, ev içi, ev dışı işlerde bir görev bölümü eski çağlardan beri her devirde olmuştur. Bu konuda eşlerin ruh ve fizik yapıları, soysal ve kültürel çevre belirleyici olmuştur. Hz. Peygamber’in evin içindeki işleri kızı Fâtıma’ya, dışarıdaki işleri ise damadı Hz. Ali’ye öğütlemesi bu konuda geleneksel görev bölümünü İslâm’ın da onayladığı anlamına gelebilir. Buna göre dışarıda çalışmayan bir kadının evin içindeki işleri makul ve marûf ölçüler içinde yapması, “iyi geçim kuralları” na uyma olarak kabul edilebilir.
II- EVLİLİĞİN SONA ERMESİ
Evli eşlerden birisinin ölümü, doğal olarak evliliği sona erdirir. Bunun dışında evliliğin bir eksiklik yüzünden feshedilmesi veya mahkeme tarafından tefrik kararı verilmesi, boşanma, ilâ, zıhâr, muhâlea ve hâkim kararıyla boşanma gibi evliliği sona erdiren durumlar vardır. Aşağıda bunları kısaca açıklayacağız.
1) Evliliğin Boşanma Yoluyla Sona Ermesi:
Bakara Sûresi 29, 30 ncu ayetlerde boşamanın üç kez olabileceği şöyle belirtilir:
(اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْر۪يحٌ بِاِحْسَانٍ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَاْخُذُوا مِمَّاۤ اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا اِلَّاۤ اَنْ يَخَافَاۤ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ف۪يمَا افْتَدَتْ بِه۪ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُوۨلٰۤئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ) “Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermek vardır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal olmaz. Ancak eşlerin, Allah’ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkmaları durumu bunun dışındadır. Siz de karı ile kocanın, Allah’ın sınırlarını koruyamayacaklarından korkarsanız, kadının ayrılmak için fidye vermesinde, ikisine de günah yoktur! İşte bunlar Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlardır; sakın bunları aşmayın! Her kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zalimlerdir.” [63]
Ayette kadının fidye verip boşamayı sağlaması “muhâlea” adını alır. Hz. Peygamber, Sâbit b. Kays’la geçinemeyen eşinin başvurusu üzerine, mehir olarak aldığı hurma bahçesini kocasına geri vermesi sözünü alarak, Sâbit’e şöyle demiştir: “Bahçeyi kabul et ve onu bir defa da boşa.”[64]
Çoğunluk fakihlere göre muhâlea sonunda bir bâin (kesin) boşama meydana gelir. İmam Şâfiî’ye göre ise muhâlea boşama değil, fesih sayılır. Çünkü bedelli boşama, Bakara sûresi 229 ve 230. ayetlerde üç boşamanın dışında, dördüncü bir yöntem olarak düzenlemiştir. Halbuki boşama sayısı üçü geçemez. Diğer mezhepler ise sözü edilen ayetlerdeki boşamaları bedelli ve bedelsiz olarak üç sayısı içinde değerlendirmiştir. [65]
(فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاۤ اَنْ يَتَرَاجَعَاۤ اِنْ ظَنّاَۤ اَنْ يُق۪يمَا حُدُودَ اللّٰهِ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ) “Eğer erkek kadını (üçüncü defa) boşarsa, bundan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe, onu alması kendisine helal olmaz. Bu (yeni koca) da onu boşarsa, Allah’ın sınırlarını koruyabileceklerine inandıkları takdirde, öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Bunları bilen bir toplum için açıklıyor.” [66]
Boşanma süreci yukarıdaki ayetlerin tamamlayıcısı olan Talak Sûresi 1 ve 2 nci ayetlerde şöyle belirtilir:
(يَاۤ اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاۤءَ فَطَلِّقُوهُنَّ لِعِدَّتِهِنَّ وَاَحْصُوا الْعِدَّةَ) “Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman, iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın…” [67]
( فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَاَشْهِدُوا ذَوَىْ عَدْلٍ مِنْكُمْ) “İddet sürelerini doldurduklarında, onları ya iyilikle tutun veya onlardan iyilikle ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun…” [68]
Yukarıdaki ayetler dikkatlice incelendiğinde, kadının aynı anda değil, ayrı zamanlarda boşanabileceği sonucuna ulaşılır. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz, Buhârî ve Müslim’in boşanma konusunun hemen başında verdikleri Abdullah İbn Ömer’le ilgili şu hadis bu süreci belirleyicidir:, Abdullah, Rasûlüllah (s.a.s) döneminde âdetli olan eşini boşamıştı. Hz. Ömer, bunun hükmünü Nebî (s.a.s)’e sordu. Allah’ın elçisi şöyle buyurdu: “Ona emret, eşine dönsün, sonra temizleninceye kadar onu tutsun (terk etsin), sonra âdet görsün, sonra temizlensin. Bundan sonra isterse tutsun, dilerse cinsel ilişkiye girmezden önce boşasın. İşte, Allah’ın kadınları içinde boşanmasını emrettiği iddet (Talâk, 65/1) budur.” [69]
Ancak Hz. Ömer’in halifeliği sırasında, eşini üç talakla birden boşamalar yaygınlaşınca, bir ceza olmak üzere bu tasarrufun geçerli sayılması yoluna gidilmiştir. Abdullah İbn Abbas (r.anhümâ)’dan nakledildiğine göre, o şöyle demiştir: “Allah’ın Rasûlü ile Ebû Bekir döneminde ve Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk iki yılında üç boşama bir sayılıyordu. Ömer, “Şüphesiz insanlar kendilerine süre verilen bir konuda acele ediyorlar. Şunu onlara geçerli saysak, dedi ve onu kendilerine uyguladı.” (Müslim, Talâk, 15). Bu rivayet, Hz. Peygamber döneminde, bir sözle yapılan üç boşamanın bir sayıldığını, Hz. Ebû Bekir devrinde ve Ömer’in halifeliğinin ilk iki yılında da uygulamanın bu şekilde sürdüğünü göstermektedir. Bu durum, konu hakkında nesih cereyan etmediğini ve Hz. Ömer’in uygulamasının bir maslahat ve boşama konusunda ortaya çıkan yeni duruma bir çözüm bulmaktan ibaret olduğunu da göstermektedir.
Diğer yandan evliliği sona erdiren “zıhar”, [70] “ilâ”, [71] hakeme başvurma yoluyla boşanma,[72] gibi yöntemler de vardır. Günümüz mahkeme yoluyla boşanmayı eşlerin resmî nikâh sırasında aldıkları bir boşama yetkisini kullanma olarak değerlendirmek mümkündür. Kadına tanınan bu boşama yetkisine “tefviz-i talak” denilir. Aşağıda bununla ilgili bilgi vereceğiz.
2) Kadının Boşanma Hakkı (Tefvîz-i Talak):
Medine döneminde Müslümanların durumları iyileşip, maddi imkânlar çoğalmaya başlayınca, Hz. Peygamber’in eşleri diğer hanımlar gibi güzel takı ve giysiler istemişler, bu konuda ileri gidince, Allah’ın elçisi ile bir aya yakın ayrılık yaşamışlardı. İslâm fakihleri bu ayrılığı “îlâ” olarak nitelerler. Bu bir çeşit, eşler arasında yemine dayalı ayrı yaşama kararını ifade eder. İslâm gelmezden önce eşine yaklaşmamak üzere yapılan böyle bir yemin süreli veya süresiz olarak, sırf kadına baskı için yapılırdı. İslâm bunu Bakara sûresi 2/226 ve 227 nci ayetleri ile dört ay süreyle sınırladı. Eğer dört ay içinde barışma olursa, yemin kefâreti verilerek evlilik normal hale dönecekti. Eğer ayrılık dört ayı geçerse, evlilik kesin boşama ile sora erecektir.
İşte Hz. Peygamber eşleriyle böyle bir süreç yaşarken Ahzâb sûresinin şu ayetleri inmiştir:
(يَاۤ اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَم۪يلًا ) “Ey peygamber! Eşlerine de ki: Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin, size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle serbest bırakayım.” [73]
(وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ الْاٰخِرَةَ فَاِنَّ اللّٰهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْرًا عَظ۪يمًا ) “Eğer siz, Allah’ı, elçisini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, biliniz ki Allah, içinizden iyi işler yapanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” [74]
Hz. Peygamber yukarıdaki ayetler inince, eşlerine isteyenin ayrılabileceğini bildirmiştir. Ancak eşler, göz yaşları içinde, Allah ve elçisini tercih ettiklerini bildirmişlerdir. [75]
Evli bir erkek, vekil aracılığı ile boşanabileceği gibi, bu yetkiyi kendi eşine de verebilir. Buna “tefvîz” denir. Sürekli olarak verilince, artık kocanın bundan dönmesi geçerli olmaz. Bunun delili yukarıdaki ayet ve ona dayalı sünnettir.
Hz. Aişe şöyle demiştir: “Yukarıdaki ayetler inince, Allah’ın Rasûl’ü, benimle başladı, dedi ki: Sana bir şey söyleyeceğim, fakat ana- babanla görüşüp, izin almadıkça, cevap vermede acele etme!” Aişe dedi ki: O, babamın bana ayrılma konusunda izin vermeyeceğini biliyordu. Allah’ın Rasul’ü, bundan sonra Ahzâb, 33/28, 29 ncu ayetlerini okudu. Ben dedim ki: Hangi konuda, ebeveynimden izin isteyeyim? Şüphesiz ben, Allah’ı, Rasûl’ünü ve ahiret yurdunu istiyorum. Sonra, Nebî (s.a.s)’in öbür eşleri de benim yaptığımın benzerini yaptılar.” [76] Başka bir rivayette, Hz. Aişe, “Bu seçme, bizim aleyhimize bir sonuç doğurmadı.” Bir diğer rivayette: “Allah’ın Rasûlü bunu bir boşama olarak saymadı.” demiştir. [77] Buna göre, İslâm hukukunda, boşanma yetkisi konusunda erkekle kadının “tefvîz-i talak” müessesesi işletilerek eşit haklara sahip kılınması mümkündür.
3) Dini Nikâh- Resmi Nikâh İkilemi:
1917 tarihli Osmanlı Devleti Hukuk-ı Aile Kararnamesi 4. Maddede, “Nikâh ehliyetine sahip olmak için evlenecek erkeğin 18, kadının 17 yaşını ikmal etmiş olması şarttır.” denilmiş ve 37. Maddede resmi nikâh prosedürü şöyle belirlenmiştir: “Akit sırasında, evlenecek erkek veya kadından birinin ikametgâhı bulunun kaza hâkimi veya nâibi hazır bulunup nikâh akdini tanzim ve tescil eder.”
Günümüz uygulamasında resmi nikâhtan sonra yapılan dini nikâh, resmi nikâhın onaylanması ve dini esaslara da uygunluğunu onaylama niteliğindedir. Resmi nikâhla, eşler bu nikâhın sona erdirilme şekli konusunda da anlaşmış sayılmaktadır. Buna göre resmi evli olan eşler bu evliliği mahkeme yani hakem önünde sona erdirme konusunda eşit haklara sahip olmaktadırlar. Bu da kadına bir boşama (tefvîz-i talak) hakkı vermekten başka bir şey değildir. Boşama konusunda vekâlette sonradan azil yoluyla rucû etmek mümkün olduğu halde, tefvîz süre zikredilmeden verildiği zaman, evlilik boşanma veya ölümle sona erinceye kadar devam eder. Bu özelliği ile vekâlet ve tefviz birbirinden farklı tasarruflardır.
Hz. Peygamber’in yukarıdaki ayetlerle verdiği boşanma hakkı ise, sınırlı bir süreyi kapsamış ve eşler evliliğe devam etme iradesini bildirince boşanma meydana gelmemiştir. Hz. Aişe’nin yukarıda verdiğimiz açıklamasından bu durum açıkça anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak, boşanan kadın boşama hangi çeşitten olursa olsun, üç hayız ve temizlenme süresince iddet bekler. [78] Bu iddet süresince de kocanın nafaka yükümlülüğü devam eder. Kadın gebe ise, bu yükümlülük doğuma kadar sürer. Ancak Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre üç kez boşanan kadına iddet süresince yalnız mesken temin edilir, giyim, yiyecek ve benzerleri gerekmez.
Diğer yandan evlilik süresince edinilen mal varlığının kazanılmasında kadının da çalışması ve katkısı dikkate alınarak bir mal ayırımı yoluna gidilmesi gerekir. Batı toplumlarında eşlerin katkısının birbirine yakın olduğu dikkate alınarak, evlilik süresince elde edilen mal varlığının ikiye bölünmesi ilkesi uygulanmaktadır. Son dönemde Türkiye de bu ilkeyi uygulamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de aile konusunda sıkça “ma’rûf” ilkesine vurgu yapılması dikkat çekicidir. Ayette:
(وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّق۪ينَ) “Boşanmış kadınlar için, Allah’tan korkan erkekler üzerinde bir hak olarak, örfe uygun (ma’rûf) bir yararlanma hakkı vardır.” [79]
buyurularak, boşandıktan sonrası için bir süre belirtilmediği görülür. Buna göre boşanma yüzünden kadının büyük bir sıkıntıya düşmesi halinde, boşayan kocanın ona karşı iyi bilinen örfe göre desteğinin devam etmesi gerektiğine işaret edilir.
Nikâh sözcüğü Arapça “nekeha” fiilinden bir mastar olup, erkeğin kadınla evlenmesi ve onunla cinsel temasta bulunması anlamına gelir. Bu sözcüğün “evlilik akdi” anlamı mecaz, “cinsel temas” anlamı ise gerçek anlamdır.
Bir fıkıh terimi olarak nikâh; şer’an evlenme engeli bulunmayan bir kadının, cinsel yönlerinden yararlanmayı erkeğe mübah kılan rizaî bir akittir. Müteahhırûn (12. M. yüzyıldan sonraki) fakihlerinin tarifi ise şöyledir; nikâh kasten mülk-i mut’ayı ifade eden bir akittir.[2] Yani erkeğe kadının cinsel yönlerinden yararlanma mülkiyeti hakkı veren bir sözleşmedir. Evlilik, nitelikleri dikkate alınarak aşağıdaki şekilde tarif edilebilir: Evlenmeleri yasak olmayan bir erkekle bir kadın arasında yapılan, birbirinin cinsel yönlerinden yararlanmayı meşru kılan, ortak hayat ve nesli sürdürmek için bir bağ meydana getiren akittir. İslâm’da nikâh akdi hem medenî bir muâmele ve hem de bir ibadettir. Çünkü nikâhın rükün ve şartlarını İslâm belirler ve eşlerin evlilik nedeniyle pek büyük ecirlere ulaşacağını haber verir. Evliliğin niteliğini İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) şöyle belirtir: “Nikâh ibadetlere daha yakındır. Hatta evlenmek, sırf ibadet niyetiyle bekâr kalmaktan daha üstündür.”[3] Son devir fakihlerinden İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) ünlü Reddü’l-Muhtar adlı eserinde nikâh konusuna şu cümlelerle başlar: “Bizim için Hz. Adem devrinden günümüze kadar meşru olmuş, sonra cennette de devam edecek, nikâh ile imandan başka ibadet yoktur.”[4]
Nikâhın mescid içinde akdedilmesi ve uygun olursa cuma gününe rastlatılması müstehaptır. Bu durum da onun ibadet yönünü güçlendirir.[5]
Şâfiîlere göre evlilik, alış-veriş gibi dünyaya ait alelâde işlerden olup, ibadet niteliğinde değildir. Dayandıkları delil, gayrimüslimlerin nikâhının da İslâm nazarında geçerli sayılmasıdır. Eğer ibadet olsaydı, onların nikâhlarının geçersiz olması gerekirdi. Evlilikten gaye, kişinin cinsel isteklerini teskinden ibarettir. İbadet ise yüce Allah için bir iş ve bir amel yapmaktır. Bu yüzden Allah için iş yapmak kendi nefsi için iş yapmaktan daha faziletlidir. Şâfiîlerin bu görüşüne çoğunluk mezhep müctehitleri karşı çıkmıştır. Şöyle ki:
Çoğunluk müctehitlere göre evlilik akdinin müslim veya gayrimüslim için geçerli olması dünyada toplum düzeni ile ilgilidir. Nitekim mescit, yol yapımı ve benzeri hayır işleri Müslüman için bir ibadet olduğu halde, gayrimüslim için bir ibadet sayılmaz. Genel anlamda Allah Teâlâ’nın hoşnut ve razı olduğu her iş ve davranış mü’min için bir ibadettir. Bu yüzden İslâm’ın belirlediği esaslara göre kurulan ve buna göre yürütülen evlilik de ibadet niteliğindedir. Çünkü evlenmekle, nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi bir çok toplum maslahatları gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır.”[6] “Bir kimsenin sarf edeceği en faziletli para (dinar), kendi aile fertlerine harcayacağı para ile, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcayacağı paradır.”[7] “Çocuklarına, eşine ve hizmetçine yedirdiğin senin için bir sadakadır.”[8]
Diğer yandan kocaları yoksul olan iki varlıklı kadın, Allah’ın elçisine gelerek, kocalarına sadaka verip veremeyeceklerini sormuşlardı. Hz. Peygamber onlara şu cevabı verdi: “Kocalarınıza yardım ederseniz size iki ecir vardır. Hısımlık ecri ve sadaka ecri.”[9]
Batı ülkeleri Hristiyan toplumlarında nikâhın dinî veya medeni niteliği uzun süre tartışılmış, kimi ülkelerde nikâh yalnız kiliselerde akdedilirken, kimi ülkelerde de medeni nikâh esası benimsenmiştir. Resmi devlet memuru önünde akdedilen nikâha “medenî nikâh” denir.
Osmanlı Devleti uygulamasında 1917 tarihli “Hukuk-ı Aile Kararnamesi” Hristiyan veya Musevîler için kısmen dinî ve kısmen de medenî evlenme usulü getirmiştir. Buna göre gayrimüslimlerin nikâhı, dinî ayinler çerçevesinde rûhanî memurlarınca yani papaz veya rahiplerce akdedilir. Ancak ruhanî memur, en az yirmi dört saat önce mahallî mahkemeye haber verir. Hakim; belirtilen saatte nikâh meclisine özel bir memur gönderip kıyılan nikâhı deftere kayıt ve tescil ettirir.[10] Adı geçen kararnameye göre, Müslümanların evliliği de, aynı şekilde evde, bir salon veya mescidde, hakim naibinin hazır bulunduğu bir mecliste akdedileceği esası getirilmiştir. Böylece, ayrı dinlere mensup topluluklara, kendi inançlarına uygun bir şekilde evlenme, boşanma, nafaka, miras ve ticaret yapma serbestliği tanınmıştır.
Evliliğin meşru oluşu kitap, sünnet ve icma delillerine dayanır.
Kur’an’da şöyle buyurulur:
(وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ وَالصَّالِح۪ينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَاِمَاۤئِكُمْ اِنْ يَكُونُوا فُقَرَاۤءَ يُغْنِهِمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ)“Sizden olan bekârları, köle ve cariyelerinizden durumları evlenmeye uygun olanları evlendirin! Eğer bunlar yoksul iseler, Allah lütfundan onlara zenginlik verir. Çünkü Allah lütfu çok geniş olan, (her şeyi) bilendir.”[11]
Ayette Müslümanların, yoksul olsalar bile bekâr olan erkek ve kadınları evlendirmeleri, çünkü Allah’ın onlara evlilik sebebiyle yardımcı olacağı bildirilmektedir.
Evlenmek: Yukarıdaki ayette, “evlendiriniz” ifadesi, evlilik konusunda eşler kadar, veli veya İslâm toplumuna da görev düştüğünü gösterir.
Evlilik konusunda pek çok hadis nakledilmiştir. Allah elçisi, gençlere hitap ederek şöyle buyurmuştur:
“Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlilik yükümlülüklerine gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü ve ırzı harama karşı koruyucudur: Kimin evlenmeye gücü yetmezse oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.”[12]
Ashab-ı kiramdan üç kişi Hz. Peygamber (s.a.s)’in eşlerine onun gece ibadetini sormuşlar, belki azımsayarak birincisi “sürekli olarak gece namazı kılmaya”, ikincisi “sürekli oruç tutmaya”, üçüncüsü ise “kadınlardan sürekli ayrı kalmaya ve hiç evlenmemeye” karar verir. Onların bu konuşmalarını haber alan Hz. Peygamber şöyle buyurur:
Ashab-ı kiramdan üç kişi Hz. Peygamber (s.a.s)’in eşlerine onun gece ibadetini sormuşlar, belki azımsayarak birincisi “sürekli olarak gece namazı kılmaya”, ikincisi “sürekli oruç tutmaya”, üçüncüsü ise “kadınlardan sürekli ayrı kalmaya ve hiç evlenmemeye” karar verir. Onların bu konuşmalarını haber alan Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Bazı kimselere ne oluyor ki, şöyle şöyle demişler. Fakat ben hem namaz kılıyorum, hem uyuyorum; oruç tutuyorum, tutmadığım da oluyor; kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimi terk ederse benden değildir.”[13]
Hz. Âişe’nin naklettiği bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.”[14]
Diğer yandan evlenmenin meşruluğu üzerinde, bütün ümmet görüş birliği içindedir. Ancak evlenmenin hükmü evlenecek kişinin özel durumu dikkate alınarak değerlendirilir. Aşağıda çeşitli durumlara göre konuyu açıklayacağız.
Evleneceklerin durumuna göre nikâhın hükmü farz, vacip, sünnet, haram, mekruh veya mübah kısımlarına ayrılır.
Evlenmediği takdirde zinaya düşeceği kesin olan kimsenin evlenmesi farzdır.
Yine evlenmezse zinaya düşme tehlikesi bulunan kimsenin evlenmesi vaciptir.[15]
Evlenince, eşine zulüm ve işkence yapacağı kesin olan kimsenin evlenmesi haramdır.
Eşine zulüm yapma ihtimali bulunan kimsenin evlenmesi mekruhtur.[16]
Cinsel bakımdan itidal halde bulunanların evlenmesi sünnettir.
İmam Şâfiî’ye göre yukarıda belirttiğimiz itidal durumunda evlenmek mübah olup, mü’min evlenme veya evlenmeme arasında serbest bırakılır. Dayandığı delil; Yahyâ Peygamber’in “…efendi, nefsine hâkim ve iffetli.”[17] olduğu belirtilerek buyrularak övülmesi ve “size evlilik helal kılındı.”[18] ayetiyle “mübah kılınma” nın ifade edilmesidir.
Hanefîlere göre, evlilik akdinin rükünleri icap ve kabulden ibarettir. Çoğunluk mezhep imamlarına göre ise evliliğin rükünleri dört tane olup; siyga (icap ve kabul), kadın, koca ve evlenecek kadının velisidir.
Evlilik akdinin konusu, yani eşlerin bu evlilikten gayeleri, birbirinin cinsel yönlerinden yararlanmadır. Bu yüzden yalnız ev hizmetlerini görmek üzere yapılacak bir akit bir “iş sözleşmesi” olabilir. Nikâh akdinde karı koca hayatının yaşanması asıldır. Mehir, evliliğin kendisine bağlı olduğu bir rükün değil; nafaka gibi evliliğin hükümlerindendir.
İcap, evlenme akdi taraflarından birisinin ilk olarak yaptığı tekliftir. “Benimle evlenmeyi kabul et” teklifine, karşı tarafın “kabul ettim” şeklindeki cevabı “kabul” niteliğindedir. Burada ilk teklifin karı veya koca tarafından yapılması sonucu etkilemez. İlk teklif icap, ikincisi kabul niteliğindedir.
Çoğunluk İslâm fakihlerine göre icap, kadının velisi veya vekili tarafından erkeğe yapılan evlendirme teklifidir. Kabul ise, kocanın bu teklife verdiği olumlu cevaptır.[19]
1) Hanefilere göre evlenme ehliyetine sahip olan bir kadın, velisi hazır olmaksızın kendi nikâhında irade beyanında bulunabilir. Kız çocuğu için velinin devreye girmesi sünnet veya müstehap görülmüştür. Nitekim Kur’an’da kadının evlilikte bizzat taraf olabileceğini bildiren ayetler vardır:
(…وَامْرَاَةً مُؤْمِنَةً اِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ اِنْ اَرَادَ النَّبِيُّ اَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ …)“Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık).” [20]
(…فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ) “Eğer kocası onu üçüncü defa boşarsa, bundan sonra kadın bu kocadan başka bir erkekle evleninceye kadar, boşayan kocasına helal olmaz.” [21]
Bu iki ayette veliden söz edilmeksizin, evlilikte kadın doğrudan taraf gösterilmiştir.
Hadislerde de şöyle buyurulmuştur:
“Bekâr kadın, kendisi hakkında velisinden daha fazla hak sahibidir.” [22]
“Dul bayan için velisinin yapabileceği bir şey yoktur.” [23]
2) Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlerin ortak görüşü:
Bu mezheplere göre kadın için evlilikte erkek bir velinin onu temsil etmesi gerekir. Dayandıkları deliller şunlardır:
Ma’kıl b. Yesar’ın, dul kız kardeşinin eski kocası ile evlenmesine engel olmak istemesi üzerine şu ayet inmiştir:
(وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاۤءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ) “Kadınları boşadığınız ve onlar da iddetlerini tamamlayınca, aralarında iyilikle anlaştıkları takdirde eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın..” [24]
Hanefiler bu ayeti, veli yetkisinin kaldırıldığı şeklinde anlamışlardır.
(…وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ) “Sizden bekârları evlendirin…” [25]
(…وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُوا) “Müşrik erkekleri, onlar iman edinceye kadar evlendirmeyin.”
Hanefiler bu ayetleri, gençlerin evliliği ile ilgili veliye bir görev yükletildiği, belli bir veli yoksa bu görevin İslâm toplumuna ait olduğu görüşündedir.
Diğer yandan Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadiste şöyle buyurulur:
“Velisinden izinsiz evlenen kadının, nikâhı batıldır, batıldır, batıldır.”[26] Ancak bu hadisin râvisi olan Hz. Aişe, kardeşi Abdurrahman Şam’da iken kendisine emanet ettiği kızını babası seferden dönmeden evlendirmiş ve bu evlilik geçerli sayılmıştır. Tirmizî’ye göre bu hadisi İmam Zuhrî rivayet etmiş, ancak İbn Cüreyc hadisi Zuhrî”ye sormuş, o bunu inkâr etmiştir. [27]
Evlilik geleceğe ait hak ve sorumluluklar doğuran bir müessese olduğu ve haramı helalden ayırdığı için, bunun topluma açıklanması, gizli kalmaması ve belirli şahitlerle belgelenmesi gerekli görülmüştür. Bu yüzden veli dışında iki şahit bulunmadıkça nikâh akdi sahih olmaz. Delil ayet ve hadislerdir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
(وَاسْتَشْهِدُوا شَه۪يدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاۤءِ )”Erkeklerinizden iki şahit tutun. Eğer iki erkek olmazsa, o durumda razı olacağınız şahitlerden bir erkekle iki kadın yeter.” [28]
Ayet, ticaretle ilgili olmakla birlikte evlilik akdini de kapsamına alır. Akitlerde şahit, genellikle anlaşmazlık durumunda tarafların haklarını korumada ispat kolaylığı sağlar. Evlenme akdi de eşlerin lehine ve aleyhine hukukî sonuçlar meydana getiren bir akittir. Mehir, nafaka yükümlülüğü, nesebin sabit olması, sıhrî hısımlığın doğması bunlar arasındadır. Diğer yandan evlilik akdinin topluma ilân edilerek yapılması ve şahitlerin bulunması evlileri zina töhmetinden korur.
Dışarıda açıklanmamak üzere gizlice yapılan nikâh akdi caiz değildir. Ancak nikâh akdi şahitlerin önünde yapılıp da, sonradan şahitlere bunu gizlemeleri ve dışarıda açıklamamaları tavsiye edilse, bu evlilik gizli yapılmış sayılır mı?
Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî’ye göre böyle bir evlilik gizli yapılmış sayılmaz. Çünkü şahitlere sonradan yapılacak gizli tutma tavsiyeleri nikâh akdine zarar vermez. [29]
İmam Mâlik ise evliliğin topluma ilânını bir şart olarak kabul ettiği için, gizli yapılan veya şahitlerden gizlemeleri istenen bir nikâhı geçerli saymaz.
İmam Malik gizli nikâhı şöyle tarif eder: Kocanın şahitlerden nikâh akdini, daha önce evli ise önceki karısından veya ev halkı bile olsa diğer insanlardan gizlemelerini istediği nikâhtır. Böyle bir evlilikte cinsel birleşme olmuşsa, şahitsiz evlilikle birleşmede olduğu gibi nikâh akdi feshedilir ve bu bir bain talak (kesin boşama) sayılır. Eğer eşler cinsel birleşmeyi ikrar eder veya bu durum, zinadaki gibi dört şahitle sabit olursa her iki eşe de değnek (celde) veya recm cezası uygulanır. Ancak def çalmak veya düğün yemeği vermek yahut veli dışında tek şahitle de olsa nikâh ilân edilmiş olursa, şüphe bulunduğu için had cezası düşer. Nitekim Allah’ın Rasûlü; “Gücünüzün yettiği kadar , şüphe bulununca had cezalarını düşürünüz.” [30] buyurmuştur.
Hanbelîlere göre ise gizli tutma tavsiyesi nikâhı geçersiz kılmaz. Evliliği veli, şahitler ve eşler gizlese de bu geçerli olur, fakat böyle bir gizleme mekruhtur. [31] Diğer yandan İbn Ebî Leylâ, Ebû Sevr ve Ebû Bekr el-Esamm’a göre evlilikte şahit bulundurmak şart değildir. Bu fakihlerin dayandığı delil:
(فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاۤءِ) “Kadınlardan hoşunuza gidenleri nikâhlayın…” [32]
(وَاَنْكِحُوا الْاَيَامٰى مِنْكُمْ) “İçinizden bekâr olanları evlendirin..”[33]
ayetlerinin genel anlamıdır. Onlar bu konudaki hadisleri, ayetlerin mutlak anlamını sınırlayacak güçte görmemişlerdir.
Ancak çoğunluk müctehitler bu görüşü reddetmiş ve nikâhta şahitten söz eden hadislerin meşhur olduğunu ve ayetlerin mutlak anlamını sınırlayacak güçte bulunduğunu söylemişlerdir. [34]
İslâm’da, bir sözleşme yapılırken öne sürülebilen şartlar genel olarak “sahih”, “fâsit” “bâtıl olan şartlar” olmak üzere üçe ayrılır. Âyet ve hadislerle çelişmeyen ve akdin taraflarından birisine tek yanlı yarar sağlamaya yönelik bulunmayan, anlamlı olan ve sıkıcı da bulunmayan şartlar “sahih şart” niteliğindedir. Akdin niteliği ile bağdaşmayan veya şer’î hükümlerle çelişen şartlara ise “fâsit şart” denir. Bir tarafa yararı bulunmayan veya anlamsız ya da sıkıcı bulunan şartlar da “bâtıl şart” kapsamına girer. [35]
Hadiste şöyle buyurulur: “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak helalı haram veya haramı helal kılan şart müstesnadır.” [36]
Evlilikte öne sürülebilen şartları yukarıdaki ölçülere göre şu şekilde değerlendirebiliriz:
Nikâh akdinin niteliği ile bağdaşan ve şer’î hükümlerle de çelişmeyen şartlar sahih olup, karşı tarafı bağlar. Meselâ, bir kadın kocasının hısımları ile birlikte oturmamayı şart koşsa, bu şart geçerli olur. Çünkü evlilik akdi bu gibi şartlarla bağdaşır niteliktedir. Kadına boşama yetkisi veren şartlar da geçerlidir. Buna “tefvîz-i talak” denir.
Akdin niteliği ile bağdaşmayan veya ayet ya da hadislerle çelişen şartlar fasit şart olup, nikâh akdinde bu gibi şartlar geçersizdir. Evlilik akdi ise geçerliliğini sürdürür. Eşlerden birisi veya her ikisi için belli bir süre içinde, nikâhı feshetme hakkını öne sürmek gibi. Hadiste, “Bir kadın için, kocasının ilk eşini boşanmasını istemesi helâl değildir.” [37] buyurulur. Böyle bir şarta uymak mekruh olur.
Eşlerin birbirinin cinsel yönlerinden yararlanma ve kadının nafaka hakkı gibi özlük haklarına aykırı olan şartlar da geçersizdir.
Kadının hısımları ile ömür boyu ilişkiyi kesmek şartında da “sıla-ı rahmin” kesilmesi söz konusu olacağı için nass’larla çelişki meydana gelir ve kadının evlilikten sonra bu şarta uyması gerekmez. [38]
İ) İslâm’a Göre Evlenme Engelleri:
İslâm’a göre evlenme engelleri sürekli ve geçici olmak üzere ikiye ayrılır.
1) Sürekli evlenme engelleri: Bunlara şu ayette topluca yer verilmiştir:
(حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ اُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالَاتُكُمْ وَبَنَاتُ الْاَخِ وَبَنَاتُ الْاُخْتِ وَاُمَّهَاتُكُمُ الّٰت۪يۤ اَرْضَعْنَكُمْ وَاَخَوَاتُكُمْ مِنَ الرَّضَاعَةِ وَاُمَّهَاتُ نِسَاۤئِكُمْ وَرَبَاۤئِبُكُمُ الّٰت۪ي ف۪ي حُجُورِكُمْ مِنْ نِسَاۤئِكُمُ الّٰت۪ي دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَاِنْ لَمْ تَكُونُوا دَخَلْتُمْ بِهِنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ وَحَلَاۤئِلُ اَبْنَاۤئِكُمُ الَّذ۪ينَ مِنْ اَصْلَابِكُمْ وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا)
“Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle cinsel ilişkide bulunduğunuz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız. Eğer anneleri ile cinsel ilişkide bulunmamış iseniz, (üvey kızlarınızla evlenmenizde) sizin için bir sakınca yoktur. Kendi sulbunuzdan gelen oğullarınızın eşleriyle evlenmeniz ve iki kız kardeşi bir arada almanız da (haram kılındı). Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” [39]
Bu hısımlar üç grupta toplanabilir:
Kan hısımları: Anneler, nineler, kızlar, kız kardeşler, erkek ve kız kardeşlerin kızları, halalar ve teyzeler, büyük hala ve teyzeler bu gruba girer.
Süt hısımları: Ayette sütana ve sütkardeşten söz edilmiş, Hz. Peygamber’in, “Nesepçe haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar.” [40] hadisi yasağın kapsamını genişletmiştir. Buna göre, sütanne, sütnine, süt hala, süt teyze ve sütkardeş veya yeğenle evlenme yasağı vardır. Ebu Hanife’ye göre, sütün ilk iki buçuk yıl, çoğunluğa göre ise ilk iki yıl içinde emilmesi gerekir. Haramlık doğuracak sütün miktarı, çoğunluğa göre az olabilir, İmam Şâfiî’ye göre aralıklarla en az beş defa doyurucu süt emilmesi gerekir.
Evlilik yoluyla haram olanlar: Bunlara “sıhrî hısım” denir. Üvey kızlar, kayın valideler, baba ve dedenin karıları ile oğul veya torunların karıları bu grupta yer alır.
Yukarıda belirtilen kimselerle olan evlenme yasağı -sıhrî hısımlığı doğuran evlilik sona erse bile- ebedi olarak devam eder. [41]
2) Geçici evlenme engelleri:
Bunlar şartlar değişince ortadan kalkabilen geçici engeller olup şunlardır:
Başkasının eşi olma: İslâm kadın için tek evlilik esasını benimsemiştir. Bu yüzden başkası ile evli bulunun bir kadın, bu erkekten ayrılıp, iddetini tamamlamadıkça yeniden evlenemez. Kur’an’da,
buyurulur.
buyurulur. Yasağın kapsamı ortak illet sebebiyle aşağıdaki hadisle genişletilmiştir:
“Bir kimsenin karısı ile, bu karısının hala veya teyzesi bir nikâh altında toplanamaz.” [44]
İddete bağlı evlenme engeli: Evliliğin ölüm, boşanma veya fesih sebeplerinden biriyle sona ermesi durumunda kadının yeniden evlenebilmesi için beklemek zorunda olduğu süreye “iddet” denir. Neseplerin karışmaması için günümüz beşerî hukuklarında da iddet süreleri konulmuştur. Kocası ölen kadının iddet süresi 4 ay 10 gün, [45] boşanan kadının iddeti, üç hayız ve temizlenme süresi, [46] gebe kadının iddeti ise her durumda doğuma kadardır. [47] Henüz âdet görmeyen kız çocukları ile menopoz dönemindeki kadınların iddeti üç aydır. [48] Hanefîler’e göre, kocası kaybolan ve sağ olup olmadığı da bilinemeyen bir kadın, kocasının akranı olan kişiler ölünceye kadar bekler, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre ise 4 yıl bekler ve bundan sonra eşi mahkemeden kayıplık kararı alarak, 4 ay 10 gün ölüm iddeti bekleyerek serbest kalır. [49] 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi, bu konuda 127. maddesiyle Mâlikî mezhebinin görüşünü kanunlaştırmıştır. Savaş şartları içinde kaybolmalarda bekleme süresi bir yıldır. Müslüman bir erkekle evli bulunan Hristiyan veya Yahudi kadını da iddet konusunda Müslüman kadın gibidir.
Ebu Hanife’ye göre İslâm ülkesinde yaşayan gayrimüslimlerin kendi aralarındaki evliliklerinden doğan iddet konusunda, kendi dinlerine göre davranırlar. Hadiste, “Onları kendi dinleri üzere bırakınız.” buyurulmuştur. [50]
Üç kere boşanma: İslâm’da bir erkeğin eşi üzerinde en çok üç boşama hakkı vardır. Eşini üçüncü kez boşayan erkeğin bu kadınla yeniden evlenebilmesi için bu kadının, başka bir erkekle evlenmesi ve bu ikinci evlilik sona ererse, iddet sürelerini de gözetmesi şartıyla, yeniden ilk kocasına dönebileceği esası getirilmiştir. Bu geçici yasağı ortadan kaldırmaya yönelik muamelelere “tahlîl (helal kılma)” veya kısaca “hulle” denir. Kur’an’da şöyle buyurulur:
(فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُ ) “Erkek karısını (üçüncü kez) boşarsa, bundan sonra kadın, başka bir erkekle evlenmedikçe, ona helal olmaz.” [51]
Din ayrılığı: Müslüman erkek veya kadın, ateist veya Allah’a ortak koşan kimselerle, bu durumu devam ettiği sürece evlenemez. Delil şu ayettir:
(وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّ… وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يُؤْمِنُوا) “Allah’a ortak koşan kadınlarla -onlar iman edinceye kadar- evlenmeyin… Müşrik erkekleri de –onlar iman edinceye kadar- (mü’min kadınlarla) evlendirmeyin.” [52]
Ancak Müslüman erkeğin ehl-i kitap bir kadınla evlenmesine aşağıdaki ayetle izin verilmiştir.
(وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذ۪ينَ اُوۧتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ اِذَاۤ اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ) “Kendilerine sizden önce kitap verilenlerden, hür ve iffetli kadınlar da, siz onların mehirlerini verip nikâh edince …(size helal kılındı).” [53]
Buradaki düzenleme, erkek esas alınarak yapılmış ve yukarıdaki ayetin, müşriklerle evlenme yasağını bildiren, Bakara sûresi 2/221. ayeti tahsis ettiği kabul edilmiştir.
Aile üzerinde azami hassasiyet gösteren âyetler ve hadisler muvâcehesinde konuyu derinlemesine ele alan fıkıh âlimleri, eşlerin aile mahremiyeti içerisinde çözüme kavuşturamadıkları şiddet türünden problemlerin halli için bir takım uygulamaları devreye sokmuştur. Bunların başlıcaları şu şekildedir:
Aile Meclisi (Hakem Usulü)
Eşler, aralarında sonuçlandıramadıkları problemlerin çözümü için birlikte karar vererek, belirli vasıflara sahip kendi taraflarından birer kişiyi hakem tayin etme ve onların vereceği karara göre davranma sorumluluğu içerisindedir. Buna hakem usûlü denilmektedir.
Hakem tayin etme usulü fıkıhta, eşler arasındaki geçimsizliklerin evlilik birliğine son vermesini önlemede çok etkili bir tedbir olarak benimsenmiştir. Bununla birlikte hakem tayininin hukûkî niteliği hususunda dört büyük sünnî mezhep fakihleri içerisinde Malikiler farklı hükümler benimsemişlerdir. Onlara göre hakem heyetinin vermiş olduğu karar bağlayıcı olup, hukuki netice doğurur. Malikîler dışındaki sünnî mezheplerde ise hakemlerin görevi daha çok ahlakî tavsiye niteliğinde kabul edilmiş olup, taraflarca kendilerine vekâlet verilmemişse boşama yetkileri yoktur.
Boşama yetkisinin erkekte olması ve kadının hâkime başvurarak boşanma talebinde bulunma imkânının çok sınırlı olması sebebiyle, zamanla, şiddetli geçimsizlik hallerinde kadının da evliliğe son vermeyi talep edebilmesine imkân sağlayan bir çözüm bulma ihtiyacı hâsıl olmuştur. 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi bu ihtiyacı dikkate alarak, eşlerin arasını bulmakla görevlendirilmiş hakem heyetine bu yönde olumlu bir sonuca ulaşamamaları halinde tarafları boşama yetkisi tanımıştır. Aile Kararnamesi bu hakem heyetine “Aile Meclisi” adını vermiştir.
Kur’an-ı Kerim’de mevcut olmasına rağmen, İslam Tarihi boyunca fazla bir tatbik sahası bulamayan “Aile Meclisi” uygulaması, Aile Kararnamesi’nden sonra Mısır ve Suriye kanunlarında da yerini alarak sosyal hayatta tatbik edilir hale gelmiştir.
Aile meclisi, eşler arasında meydana gelen geçimsizlik veya şiddet olayları sonrası gereken araştırma ve inceleme sonucu vardıkları kararı hâkime bildirir. Hâkim de aile meclisinin kararı doğrultusunda hükmünü verir.
Ta’zir Cezası
Fıkıhta hakkında muayyen bir ceza, bir şer’i hadd bulunmayan suçlardan dolayı tatbik edilecek te’dip ve cezaya ta’zir cezası denir. Ta’zir cezası, caydırıcı olması amacıyla işlenen suçun derecesine göre belirlenir. İslam Tarihi boyunca, derece olarak ölüm cezasına kadar varabilen ta’zir cezaları, kırbaç ve benzeri bir şeyle vurmak, hapsetmek, sürgüne göndermek, konuşmamak, para cezası vermek, hizaya getirme amacıyla tehdit etmek, öğüt vermek, mahrum etmek, azarlamak ve teşhir etmek şekillerinde uygulanmıştır. Hâkim suçluya ta’zir cezası verecekse, fıkıhta var olan bu ceza şekillerinden birini vermesi caiz olur. Bunların dışında kalan başka şekilde bir ceza vermesi caiz değildir.
Eşler arası şiddet olaylarının mahkemeye intikali neticesinde hakim suçlu tarafı ta’zir cezasıyla cezalandırabilir. Bu cezanın şekli ve mahiyeti zamanın şartlarına ve şahısların durumlarına göre değişkenlik gösterebilir. Bu, hakimin takdirine bırakılan bir durumdur. Bu tür olaylar karşısında geçmişte ta’zir cezası olarak bazı ceza türleri şu şekildedir:
Sözle Uyarı
Fıkha göre, eşinin kendisine yönelik baskı ya da şiddet uyguladığı durumlarda kadın, ayrılık talep etmeksizin hâkime müracaat ederek şikâyette bulunma hakkına sahiptir. Örneğin kadın eşi tarafından dövülmüş, yatağı ayrılmış, kaba sözlerle hakaretlere maruz kalmış olabilir. Bu gibi durumlarda, erkeğin
kusurunu kabul etmesi veya bu durumun delillerle ispat edilmesi halinde, hâkim erkeği sözlü olarak uyarır.
Uzaklaştırma
Eşlerden birinin, eşinin kendisine şiddet uyguladığı ve zarar verdiği iddiasıyla mahkemeye başvurarak şikâyette bulunduğu hallerde, bunun doğruluğu delillerle ispat edilemiyorsa ve aynı tür şikâyetler tekrar ediyorsa, hâkim şikâyette bulunan tarafı sâlih komşular arasında iskân ettirir. Bu tedbir sayesinde mağdur taraf şiddetten uzak tutularak koruma altına alınmış olur.
Dövme
Hâkimin sözlü uyarılarına rağmen eşine karşı şiddet içeren davranışlar sergilemeye devam eden erkek veya kadın, eşinin mahkemeye başvurarak şikayetini yenilemesi üzerine, durumun doğruluğunun tespit edilmesi halinde hakim tarafından yaralayıcı olmayacak şekilde darp cezasıyla cezalandırılır.
Tefrik
Fıkhın tedvin edildiği ilk dönemlerden günümüze kadar bazı durumlarda mahkemenin evlilik birliğine müdahale edebileceği ve gerekli gördüğünde evliliği sona erdirebileceği benimsenmiştir. Fakat mahkemenin evliliğe müdahale edebileceği durumlar naslarla tespit edilmediğinden dolayı, mahkemenin evliliğe hangi durumlarda müdahale edebileceği konusunda hem ihtilaf edilmiş, hem de bu durumlar tarih içerisinde Müslümanlardaki anlayış değişikliğine paralel bir şekilde gelişme kaydetmiştir.
Erkeğin Talebi Üzerine Tefrik
Fakihlerin bir kısmı erkeğin, eşinin şiddet içeren davranışlar sergilemesi ve geçimsizlik göstermesi gibi durumlarda mahkemeye müracaat etme hakkının
olmadığı, şayet eşi geçimsiz ise yetkisini kullanarak onu boşayabileceği görüşündedir. Çoğunluk fakihler ise, her ne kadar erkeğin boşama hakkı bulunmakla beraber boşama sonrasında erkeğin ödemek zorunda kalacağı maddi yükümlülükleri hafifleteceği veya tamamen düşüreceği gerekçesiyle mahkemeye başvurmasının doğru olduğu görüşündedirler. Çünkü fıkıh sistematiğinde erkeğin eşini kendi iradesiyle boşaması ile mahkemenin kadını kusurlu bularak boşaması arasında erkeğe yüklenen maddi sorumluluklar açısından çok büyük farklılıklar vardır.
Eşinin geçimsizliği sebebiyle mahkemeye boşanma davası açan erkeğin, hanımının geçimsizliğini ispatlaması gereklidir. Şayet ispatlayamaz ve boşanma davasından da vazgeçmezse, mahkeme durumun sonuçlandırılması için her iki taraftan hakemler görevlendirir. Hakemler çiftin arasını düzeltirlerse dava düşer. Şayet düzeltemezlerse, geçimsizlikte hangi tarafın kusurlu bulunduğu veya geçimsizliğin oluşmasında kimin daha çok etkili olduğu tespit edilir. Kadın kusurlu ise mehrinin tamamının veya bir kısmını kaybetme, iddet nafakasını yitirme gibi mali cezalara çarptırılarak boşanma kararı verilir.
Kadının Talebi Üzerine Tefrik
Şafii ve Hanbelilerden bir görüş ile Hanefilere göre; boşama yetkisine sahip olmayan kadın, ailesinde oluşan şiddetli geçimsizliğin çözümü için arabulucuların ıslah girişimi sonuç vermediğinde bu geçimsizliğin ve mağduriyetinin giderilmesi amacıyla mahkemeye başvurabilir. Ancak boşanma talebiyle mahkemeye başvuramaz. Çünkü bu durum bir boşanma sebebi değildir. Hâkim bu tür davranışlar sergileyen kocayı cezalandırarak düzelmesini sağlayabilir.
Şafii ve Hanbelilerden bir görüş ile Malikilere göre ise; eşler arasındaki geçimsizliğin devam etmesi halinde kadın, mahkemeden arabulucuk yapmasını isteyebileceği gibi eşinin cezalandırılmasını ve boşanmayı da talep edebilir. Erkeğin eşinin hakkı olan nafakayı temin etmede zorluk çıkarması durumunda da kadının mahkemeye başvurarak boşanma talep etme hakkı vardır. Günümüzde de tercih edilen bu görüş, eşler arasında bir denge oluşturmakta, kadın için çekilmez hale gelen evliliklerden kurtuluş yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece şiddetli geçimsizlik bir boşama sebebi olarak görülmektedir.
Erkeğin geçimsiz davranarak, eşine karşı şiddet içeren davranışlar sergilemesi durumunda aile meclisi denilen hakem müessesi devreye girer. Evliliğin durumu ve geçmişi hakemler tarafından incelenerek değerlendirilir. Erkekte evliliğin devamına yönelik olumlu belirtiler görülmemesi halinde bu evliliğe son verilir. Erkek kadının mehrini ve diğer mali yükümlülüklerini tam olarak ödeme cezasına çarptırılır.
SONUÇ
Şiddet, insanlık tarihinin en eski sorunlarından birisidir. İnsanın saldırgan davranışlar ve şiddet içeren eylemler sergilemesinin geçmişten kaynaklanan nedenleri olduğu gibi, yaşadığı ortamdan kaynaklanan nedenleri de vardır. Şiddete başvuranlar, bu şiddet davranışlarını bazen bir gerekçeye de dayandırmak suretiyle meşrulaştırmaktadırlar. Bu bağlamda aile içi şiddet de, bulaşıcı bir hastalık gibi, aile bireyleri arasında yaygınlık kazanmakta ve kuşaklar arasında devamlılık sergilemektedir. Toplumun en küçük yapı taşı olarak nitelenen aile, toplumun temelini oluşturan önemli bir kurumdur. Aile bireyleri arasında meydana gelen şiddet türünden davranışlar aile için oldukça zararlı neticeler doğurmakta, tarafları mağdur etmektedir.
Eşler arası şiddet, varlığı insanlığın her döneminde bilinmesine rağmen, aile mahremiyeti ve aile içinde çözülmesi gereken kişisel bir sorun olarak telakki edilmesi sebebiyle gizli kalarak konuyla ilgili gerekli araştırma ve çalışmalar yapılamamıştır. Günümüzde ise Dünya Sağlık Örgütü yanında farklı devletler ve kadın örgütleri de problemin çözümüne yönelik konuyla ilgili pek çok araştırma ve çalışma yapmakta, bununla ilgili konferanslar düzenlemektedirler. Ülkemizde ise aile içi şiddet probleminin çözümüne hizmet etmesi amacıyla Başbakanlık Aile Araştırma ve Kurumu, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü gibi kurumlar kurularak akademik çalışma ve araştırmalar yapılmaktadır. Yapılan bu çalışmalarla eşler arası şiddetin sebepleri araştırılarak, toplumumuzda görülen eşler arası şiddet türleri, davranış çeşitleri ve bu problemin çözüm yolları saptanmaya çalışılmaktadır.
İslam, toplumda kanayan bir yara haline gelen, ailelerin düzen ve huzurunu bozarak amacından saptıran en büyük sorunlardan birisi olan eşler arası şiddetle ilgili olarak gerekli kural ve düzenlemeleri getirmiştir. Çalışmamız neticesinde konuyu aydınlatacak hükümlerden hareketle fıkhın konuya bakışını inceleyerek şu sonuçlara ulaştık:
Yunus Emre Küçük, Rize Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi’nden alınmıştır.
]]>Bir kişi eş seçiminde ne kadar dikkatli olursa olsun, ne kadar uygun bir eş seçerse seçsin önceden evlilik hayatı ile ilgili bilinçlenip kendisini yetiştirmedikçe, hazırlık yapmadıkça uygun eş evlilikte uyum için yetmemektedir. Gerçi anne babalığın en iyi okulu aile olduğu gibi evliliğin de okulu ailedir. Evliliği uyum içinde yürütmek için gereken tutumlar ve davranış modelleri hayatın ilk günlerinden itibaren aile içinde edinilir.
Bununla beraber hiç kimse mükemmel olmadığı gibi hiçbir aile de mükemmel değildir. Her ailenin farklı güzel özellikleri vardır. Kişiler birbirinin güzel davranışlarını örnek aldıkça ve aile ile ilgili çevresinde gördüğü arkadaşların aileleri gibi farklı örnekler üzerinde düşünüp gözlem yapıp akademik ve pratik çalışmalardan istifade ettikçe aile müessesesindeki sorumluluklarını daha başarılı bir şekilde yürütebilmektedir.
Diğer taraftan sosyal değişimlerin hızla ortaya çıktığı günümüzde bilhassa büyük şehirlerde gençlerin gelişim sürecinde mesleki eğitim, sanat, spor gibi belli konulara ağırlık verilmesi, anne ve babaların iş yoğunluğu vb. sebebiyle çocuklar ve gençlerle yeterli şekilde ilgilenememeleri, evlilik için gereken temel bilgi ve becerileri kazandırmakta problemlerle karşılaşmaları sosyal hayattan, yakın akrabalardan uzaklık veya kopukluk pratikte eksikliklere yol açabilmekte, bu da evlilik gibi önemli bir müesseseye gerektiği þekilde hazırlık yapılmasını ve kurulan ailelerin sağlıklı bir şekilde yürümesini engellemektedir.
Evlilik öncesi bilinçli hazırlık gereklidir. Evlilikte mutlulukta eşlerin evlilik öncesi hazırlığı ve evlilik problemleri henüz ortaya çıkmadan eşlerin eğitim almasının önemi gün geçtikçe bütün dünyada bilimsel çalışmalarla da ortaya konmaktadır. Zira “eş terapileri”, “aile terapileri”, “iletişim” geliştirme programları”nın aile içi huzursuzluklarının giderilmesinde etkili yöntemler olduğu çeşitli çalışmalarla gösterilse de bu programlara katılan eşler; “Daha önce bilinçlenseydik şimdiki hataları yapmazdık” şeklinde duygu ve düşüncelerini ifade etmekte, daha önce eğitim alanlar ise sonra eğitim alanlara göre daha az hata yapmaktadırlar. Peki alınan eğitim hangi konuları kapsamalıdır? Psikoloji ve davranış bilimleri, koruyucu sağlık gibi ilimler gittikçe gelişmekte ve diğer alanlarda nasıl bu ilimlerden istifade ediliyorsa aile kuracakların da bu ilimlerden istifade etmesi ve öğrendiklerini önce birey olarak hayatlarına tatbik etmeye çalışmaları gerekmektedir. Buna bağlı olarak kişi evlilik öncesi bu ilimlerden okuyarak, araştırarak, iletişim vasıtalarından yararlanarak, konferanslara katılarak ve mümkünse düzenli eğitim alarak kendisini geliştirmek durumundadır..
Eğitimler hangi davranışları geliştirir?
İletişim kurma.
Duygusal yakınlık.
Kendini tanıma,
biyolojik-psikolojik ve sosyal özelliklerini bilme.
Kişilik farklılıkları konusunda bilinçli olma.
Sağlık ve koruyucu sağlıkla ilgili temel bilgilere sahip olma.
Benlik açma, duygularını paylaşma, sevgisini gösterme.
Dürtü kontrolü, tepkilerini sözle, fiziksel vb. Açılardan kontrol edebilme.
Problem çözebilme.
Sorumluluk sahibi olma.
Karşı cinsi tanıma, karşı cinsin farklı özelliklerini, beklentilerini, ihtiyaçlarını bilme.
Aile yuvasının devamı açısından sorumluluk duygusunun önemini kavrama.
Kendi sorumluluklarını bilme, bu sorumlulukları yerine getirmek için gereken bilgiye sahip olma.
Kendi sorumluluklarını bilmek kadar gerekli zamanlarda eşin sorumluluklarını paylaşmak için de temel bilgiye sahip olma ve gerektiğinde paylaşmaya hazırlıklı olma.
Anne-babalık; çocuk sahibi olma, hormonal özellikler, çocukluk özellikleri, çocukların gelişim özellikleri ve çocuk psikolojisi hakkında bilgilere ve çocuk sevgisine sahip olma.
Psikolog Farika Teymur Artır
Ailem Dergisi sayı 24’den