Yıllar yılı cehalet ve aczini aşamayan bu dünya ve onun uyur-gezer insanları, fevkalâde azimli, fevkalâde mütecaviz ve alabildiğine şer bir dünya karşısında, defaatla nakavt edilmiş olmasına rağmen, büyük bir kısmı itibariyle, bir kerecik olsun gerilime geçemedi, kendini yenileyip kendi asrı ile hesaplaşamadı ve çağını hep gerilerden takip edip durdu. Ara sıra toparlanıp kendine gelmeye çalıştığı görüldü ise de, bir düzine karanlık ruh, karanlık düşünce ve karanlık beyanların ‘irtica, çağdışı’ yaygaraları karşısında sindi ve fermuarını başına çekerek yeniden derin uykulara daldı.
Evet, işte bir tarafta, örfüne, an’anesine, mukaddes değerlerine bağlı, fakat büyük ölçüde okumayan, düşünmeyen, şayet bir problemi olursa ona harikalar kuşağında çözüm bekleyen ve sürekli olarak hasımlarının oyun ve gözbağcılığına gelen saflardan saf bu sadedil insanlar, diğer tarafta yabancılaşmayı ‘çağdaşlık’ ve ‘medeniyet’ sayan mukaddes değerlerini tezyiften geri kalmayan, bir çırpıda bütün geçmişini inkâr edebilen ve kendi dünyasına aid hiçbir şeyi bilmeyen, hatta bilmediğini de bilmeyen.. dînî duygu ve dînî düşünceye karşı fevkalâde mütecaviz; garpçılığı sırf bir taklit, kendi dünyasından nefreti bir aşağılık duygusu.. hâsılı;
Şark’a bakmaz, garbı bilmez görgüden yok vâyesi, [1]
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi
kimliksiz bir yığın…
Birincilerin, arzu edildiği ölçüde faydalı oldukları iddia edilmese bile, hüsn-ü niyetli ve zararsız olduklarında şüphe yoktur. Ya ikinciler öyle mi? Bunlar tamamen, hasım dünyanın söz ve fikirleriyle oturur kalkar, onların kin ve nefretlerine tercüman olur, onların düşüncelerine şerhler, hâşiyeler yapmaya çalışır ve eski şerhçileri, haşiyecileri tenkit ettikleri aynı noktada, batıl hezeyanların yorum ve izahlarıyla çürüyüp giderler.
Bunlardır ki kitap, gazete, mecmua, panel ve açık oturum gibi şeylerle efkâr-ı âmme yapmasını, meşruları gayr-ı meşrû, gayr-ı meşrûları da meşrû göstermesini çok iyi bilirler. İsterlerse, hiç yoktan sun’i kıyametler kopararak cemiyyeti tedirgin ve yığınları da birbirine düşürebilirler. Ve yine bunlar, din ve dince mukaddes sayılan şeyleri tahripten bir lahza geri kalmaz; yerinde mâzi ve tarihi karalayarak, nesilleri özlerinden uzaklaştırır, yerinde ilericilik adına ülke ve insanımıza bütün bütün zararlı her şeye vize vererek, yığınları yabancı düşüncelerle şaşkına çevirir, yerinde de bütün ahlâkî prensipleri hiçe sayıp kitleleri zabt u rabt altına alan tarih kadar eski bütün beşerî disiplinleri yerle bir eder ve anarşiye davetiyeler çıkarırlar. Bunlar ve bunların elinde kimliksizleşen bilgisiz nesiller, zamanla birbirinin kurdu hâline gelir ve ülke bir baştan bir başa kanlı bir arenaya döner.
Tabii bu arada, geçmişine saygılı, yarınını kavrama peşinde ve çağıyla hesaplaşmaya hazırlanan aydınlık ruhları beşinci kol, ‘mürteci’ gibi yaftalarla karalayıp toplum dışı bırakmayı, ürkütüp kaçırmayı ve onlarda, sahip çıktıkları cihan paha değerlere taraftar olmanın ayıp olduğu hissini uyararak, koskoca bir târihi mirası hâmîsiz, müdâfisiz bırakmayı da ihmâl etmezler.
Her gün, her hafta, dünyanın kaç yerinde ve bilmem hangi mel’anet yuvalarında üretilen binbir yalan, tezvir, iftira ve isnatlarla vatan evladının, birbirine karşı kin ve nefretlerini bileyerek, onları hep hınçlı ve gerilim içinde tutmaya çalışırlar.
Bütün bunları, ilhâd cephesinin tahripçi olmasında, onun profesyonel şirretliklerinde, oyunlarını hasım dünyanın plân, düşünce ve imkânlarından istifâde ederek çok iyi oynamasında aramak uygun görülse bile, yıllar yılı bilgisiz ve görgüsüz kalmaya mahkûm edilmiş, her fırsatta sindirilmiş, değişik oyunlara getirilerek hep safdışı bırakılmış ve bir türlü kalp-kafa bütünlüğüne erme imkânını elde edememiş vatanperver kesimin, gerektiği kadar tarih şuuruna ve mesûliyet duygusuna sahip bulunamamasında aramak daha muvafık olacaktır.
Ah şanlı talihsiz, muhteşem bahtsız ülkem! Bir zamanlar ‘Hürriyet, müsâvaat, adâlet’ teranesini dilinden düşürmeyenlerin elinde hırpalanıp durdun. Bir başka zaman yabancılarla elele, omuz omuza milleti bölüp ülkeyi sağa sola peşkeş çeken karbonarilerin maceralarıyla.. bir diğer zaman da hasım dünyanın bütün nefret ve tiksintilerine rağmen, ille de onunla zifafa koşan kimliksiz bir gürûhun hevâ ve hevesleriyle..!
Sen ne zaman duygu ve düşüncede dirilerek dostlarını sevinç ve gıptaya, düşmanlarını da infial ve öfkeye sevk edeceksin? Ne zaman o muhteşem yerini alarak târihî fonksiyonlarını kusursuz yerine getireceksin..?
Yazar: Fethullah Gülen , Sızıntı, Nisan 1987, Cilt 9, Sayı 99
[1] Vâye: Nasip, kısmet
Görünmez âşina bir çehre olsun rehgüzârında;
Ne gurbettir çöken İslâm’a İslâm’ın diyarında?
Umar mıydın ki; mabetler, ibâdetler yetim olsun?
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
Umar mıydın cemâat bekleyip durdukça minberler.
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
Umar mıydın: tavanlar yerde yatsın rahneden bîtâp?
Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrap?
Umar mıydın, o taş taş devrilen, bünyân-ı marsûsun,
Şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?
İşit: on dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
Kopan ra’dın, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
Civarın, manzarın, cevvin, muhitin, her yerin matem
Kulak ver: çarpıyor bir mâtemin kalbinde bin âlem!
Ne hüsrandır ki: doldursun bugün tevhidin enkaazı,
O, hâkindan nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
Gezerken tavr-ı istîlâ alıp meydanda bin münker,
Şu milyonlarca iman “nehye kalkışsam” demez, ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından
Hayâ sıyrılmış, inmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
Vefa yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bi-medlûl;
Yalan râyic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkaar.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş;
Ne din kalmış, ne îman, din harâp, îman türab olmuş!
Mefahir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl…
Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl!
Sen ey bîçâre dindaş, sanki bizden hayr ümîd ettin;
Nihâyet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samimî yaşlarından coştu, rûhum, hercümerc oldu;
Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
Cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak… Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.
Alınlar terlesin, derhal iner mev’ûd olan rahmet,
Nasıl hâsir kalır “tevfiki hak ettim” diyen millet?
İlâhi! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da,
Çıkarsın Şark’ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?
Mehmet Akif Ersoy
İstanbul, 24 Teşrinievvel 1334
1918 (Safahat’tan)
Kelimeler: