Ancak sayısız hatâ, huzûruna getirdim.
Dalâlet sahrasında dolaştım senelerce,Şimdi yüzüm, hidâyet güneşine getirdim.
Bu dağın eteğinden çok hoş koku geliyor,
Dersin ki, nesîm-i subh, bûy-ı yâr getiriyor.
Toprağından kalbimin yaraları düzeldi,Teâlâllah hangi misk, bu devayı veriyor.
Vasl-ı dost hilâlinden her an nişan belirir,
Atın ayağından ki, sana doğru kopuyor.
Nereden gelir bilmem, yalnız şunu bilirim,Tablâ-ı attârdan hep güzel koku geliyor.
Gece-gündüz nişanı aradan kalktı, çünkü,
Arkası kesilmeden dâima nûr geliyor.
O, misk gazellerinin en üstünü değilse,Yâ niçin bu topraktan eşsiz koku geliyor!
Âlemin maşukunun zuhur yeri burası,
Misâlini anlatmak, akla çok zor geliyor.
Saatte bir an eğer, o can zuhur ederse,O yerden mahşere dek, gül kokusu geliyor.
Her menzilde göründü ayağından bir nişan,
Ülül-ebsâr gözüne, ondan sürme oluyor.
Peygamberler, boynun bendleri olup da,O’na göstermek için, salınarak yürüyor.
Kanlı yaşım damlası Cem yüzüğünün taşı,
O’na kavuşmak şevki, gözden kan yağdırıyor.
Uyan gönül, ezelî güzel zuhuru burda,Bitmez tecelli burda, hûşyâr kalbe oluyor.
Rü’yâda görmediğim, uyanıkken elverdi,
Se’âdetime bak ki, uyanıkken geliyor.
Hâlid, sözü kes artık, sabah rüzgârı ile,Kûy-i Ahmed muhtârın, bûy-u hâki geliyor.
Lî me’allah emîni, mâ evhâ sır mahremi,
Vasfını söyleyemem, izaha zor geliyor.
Leamrük tahtı şahı levlâke şehsuvân,Adâlet sahibi Hak, seni çok medhediyor.
Ayağını öpmekle, yer Arş’tan üstün oldu,
Bedbaht olan zavallı bunu inkâr ediyor.
Celâlin sarayından saf olmuş meleklere,Kapıdan, pencereden “Açıl!” sesi geliyor.
Ne büyük saraydır ki, en ednâ kölesinden,
Şehinşâhi cihâna, hicâb ve ar geliyor.
Aşağı mertebenden fikir kuşu Arş’a dek,Çıkar, maksada ermez, ağzından kan geliyor.
Ayağın öpmek aşkı, feleği mecnûn etti;
Bunun için dâima, böyle dönüp duruyor.
Yolunda, inatçıdan kalbine diken batar;Gülçine, gül dikeni nasıl acı geliyor.
Zülfünün teli için kavgaya girişirim,
Nerde en güzel miskten bir bahis açılıyor.
Öyle bir pâdişâh ki, O’nu anlatmak için,Arş-ı a’zamdan ancak eşsiz inci geliyor.
Saçının teli, tesbih san’atını yok eder;
Güzelliğin yazıya ve şiire sığmıyor.
Akıl O’nu övmekte çok sıkıntıya düştü,Maazallah mümkün mü, o bu kadar anlıyor.
O’nu hulkuyla övmek, abes iştigal olun
O’nu hakkıyle öven, ancak Rabbi oluyor.
Âlemi bir zerreye sığdırmak mümkün olur.O’nu sözle anlatmak, bundan da zor geliyor.
Bir zât ki hürmetine var oldu iki cihan,
Her yüksekten yüksektir desem, ne kâr yeriyor.
Kalbindeki esrârdan Cebrâil âgâh olmaz,Gerçi kalbin şak için bir anda yüz kez geliyor.
Bu mevsimde sahrayı boşuna geçme, hacı!
Kâ’be, şimdi Ravdâ’yı, tavaf için geliyor.
Af edici ve kerîm ve o kadar cömerttir,Sudan inci; taşdan cevher, dikenden gül geliyor.
Eğer gül bahcesinde O’ndan bahsedilirse,
Mütebessim dudağın, herkes gonca buluyor.
Peygamberlerin bile âh eyledikleri gün,Hüsn-i iltifâtıyla, halâs mümkün oluyor.
Gah ay iki şak olur, parmağın hünerinden,
Gah parmağı dibinden, berrak sular akıyor.
Saç kıvrımını teşbih Çin miskine, hatâdır,Bu her yaraya merhem, oysa yara ediyor.
Sâdece dağ geyiği, O’nu tasdik etmedi,
İ’câzını kara taş bile ikrâr ediyor.
Uzun yolu, bir anda gitti ve geri geldi,Akl üstadına bunu, ölçmek çok zor geliyor.
Melekler sidreye dek, yolunda saf olmuşlar;
Müjde, dikkatle bakın! Seyyid-i muhtâr geliyor.
Abaya yüzünün güneşi zâhir olsa,Yûsuf, can pahasına bu pazara geliyor.
Hicrinden odun ağlar, sen ise ölmüyorsun,
Merd isen, bu yaşaman, sana çok ar geliyor.
Boy ve yüzünü teşbih olamaz taze güle,Bu uygunsuz fikirden, akıl çok mahcûb oluyor.
Güneş nûr saçıyorsa, O’nun nûrlarındandır,
Güldeki ter damlam, gül yüzünden geliyor.
Yüzünden parlıyan nûr, aşkından cezbe olur,Yalvarmak âşıktan ve nâz maşuktan oluyor.
Vadi Eymen ağacı tesellisi O’ndandır,
Tûr’da Mûsâ’nın Hakla talebi, Ondan geliyor.
Kuvvetinden bahsetmek faydalıdır; kısaca,Eli yeninden çıksa, pençe-i kahhâr oluyor.
Cûdunda, bulut kendine ağlasa yeridir;
Köpüğü yüzbinlerce, deryalara gülüyor.
İhsânından toprağa bir damla damlar ise,Çorak toprak her yandan, taşıp deniz oluyor.
Bu işte gâfil âlim, vâsıtayı görmeyip,
Yanılıp, bunlar, dönen felekten olur diyor.
Pak sinesi sırrından “Elem Neşrah” verir haber,Bunu bil yeter, Esrâr ma’deni O oluyor.
Mahşer günü mevkıfte eğer zâhir olmasa,
Nebilerde cesâret, kalması olurdu zor.
Perdeni kaldırmakla, Cebrâil pek övünür,Bu devlet meleklerde O’na nasîb oluyor.
O’nu vasfetmek bundan daha yüksektir amma,
Daha yüksek söylersem, ağyar inkâr ediyor.
Melekler meclisinde, üstün insandan bahis,Olursa, önce Muhacir, sonra Ensâr geliyor.
Düşmanı yıkan mertler, konuşulsa bir yerde,
Hepsinde Peygamberin, evsâfı söyleniyor.
Cömertliğinden utan, sen ey Hâtem-i Tâî,Ki O’nun Esbâbının, işar bahsi geçiyor.
Îmân sermâyeleri, başka kimsede yoktur,
Ebrârın kitabında, önce onlar geliyor.
Yârı Sıddîk-i Ekber ki, şânında Kur’ân’da,“Sâniyesneyni iz hümâ fil gâri” bildiriyor.
Hep melekler örtündü, yamalı hırkasından,
Birbirine Allahın, rızâsın müjdeliyor.
Sanma ta her muhabbet, böyle olur yâr için,Ayağını yılanın, ağzına sokuyor.
Azametinden şeytan, kaçıyor sinek gibi,
Ondan başka böyle iş, kimden zuhur ediyor.
İlim, hilim, adâlet ve fadl, ma’rifet ve kemâli,Akıl anlayamayıp, hayret içre kalıyor.
Medh olunmaz hiç biri, kalemi kenara koy,
Çünkü sıra Allahın arslanına geliyor.
]]>