Hz. Ömer zamanında bir şahıs, hanımının çok söylenmesi ve çekilmez tutumu karşısında bunu Ömer’e şikâyet etmeye karar verir. Halifenin evine gelip, kapıya yaklaştığında içeriden çok sert ve sinirli bir kadın sesi duyar. Bir müddet kapıda bekler, kadının susmadığını ve Halifenin onu dinlediğini anlayan adam geri dönmeye karar verir. Tam ayrılacağı zaman kapı açılır. Kapıyı açan Hz. Ömer sorar:
-“Buyurun, bir şey mi söyleyecektiniz?”
Adam:
-“Ey Müminlerin Emiri! Karımın kötü huylarını ve bana olan saygısızlığını şikâyet etmek üzere gelmiştim. Senin karının da sana karşı olmadık sözler söylediğini duyunca vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime; ‘Müminlerin emiri karısıyla böyle olunca, benim derdime nasıl deva bulacak?’ dedim.”
O zaman Hz. Ömer adama şunları söyledi:
-“Kardeşim, karımın benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona katlanmaya çalışıyorum. Zira o benim hem aşçım, hem fırıncım, hem çamaşırcım, hem de çocuklarımın sütannesidir. Halbuki o bütün bunları yapmak zorunda değildir. Üstelik gönlümün harama meyletmesine engel olan da odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum.”
Bu sözleri duyan adam:
-“Ey Müminlerin Emiri! Benim karım da aynen öyle” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer adamı:
-“Haydi kardeşim, karına katlanmaya bak! Hayat dediğin şey göz açıp kapayana kadar geçiyor!” diye teselli etti.
Oysa Hz. Ömer kim bilir belki daha fazla yorulmuştu. Devlet işleri belki de onun sinirlerini alt üst etmişti. Fakat iki taraftan birisinin sukut etmesi gerekiyordu ve sarsılmayanın, sarsılana yardım etmesi, onun duygularını anlaması ve onun penceresinden bakması gerekiyordu ve Hz. Ömer bunu yapmıştı. Böylece çağları aşıp gelen empatik bir anlayış sergilemiştir.
Abdullah b. Ebî Selît şöyle anlatıyor: Gözleri görmeyen Ebu Ahmed b. Cahş’ı, kızkardeşi Zeyneb’in tabutunu taşırken gördüm. Bu sırada bir yandan da ağlıyordu. Hz. Ömer ona:
-“Ebu Ahmed! Bırak da başkaları taşısın. Çünkü çok büyük bir kalabalık var, ezilebilirsin” dedi. Bunun üzerine Ebu Ahmed:
-“Ey Ömer! Biz her türlü hayra onun vasıtasıyla nail olduk. (Hz. Zeyneb’in, Hz. Peygamber’le evlenmesine işaret ediyor). Onun tabutunu bu şekilde ağlayarak taşımak, kalbimde hissettiğim acıları biraz olsun hafifletmektedir” dedi. Bunun üzerine Ömer:
-“Öyleyse onu taşımaya devam edebilirsin” şeklinde cevap verdi. Yakınını kaybetmekten dolayı mahzun bir yüreğin acısını, empatik duygularla paylaşmaya çalışmıştır.
Köprü savaşı yenilgisinden sonra firar edenlerden dolayı Ömer, Ensar ve Muhacir Müslümanlarının umutsuzluğunu görünce, onlara:
– “Ey Müslümanlar topluluğu! Umutsuz olmayın. Şayet bana doğru gelirseniz, ben sizin grubunuzum (veya ganimetinizim).” dedi. Muaz da kaçanlar arasındaydı ve büyük bir moral çöküntü içerisinde idi. O, sık sık şu ayeti okuyordu: “Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!” Ömer ona şöyle dedi:
-“Şayet bana doğru gelirsen, ben senin bölüğünüm .” Yani; şunun için döner ki, Müslümanların gerideki kuvvetlerine varıp, onlarla bir olup gelir. Ayetin manasını bu şekilde açıklayan Ömer, savaştan kaçmak zorunda kalan askerlerinin yenilmişlik psikolojisini paylaşmış, onları moral çöküntüden kurtarmaya çalışmış ve onları kendine katılmaya çağırarak, devlet başkanı ve başkomutanlarının yanlarında olduğunu hissettirmiştir.
İnsan psikolojisini çok iyi bilen bir lider olan Ömer, suç işleyene tatbik edilen cezadan sonra, onun toplum içinde eziklik hissetmemesi için, ayetlerle gerektiğinde moral takviyesinde bulunmuş, cezanın sadece işlenen fiile münhasır kalmasına özen göstermiştir. Kendisine içki içme cezası olarak 80 değnek cezası tatbik edilen Ebu Cendel’e Ömer şöyle bir mektup yazıp gönderdi:
“Ömer’den Ebu Cendel’e. Kuşkusuz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ama bundan başka günahları dilediği kimseye bağışlar. Tevbe et, başını kaldır, ortaya çık, ümidini kesme, zira Allah buyuruyor ki: “De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah, günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.” Ayrıca Ömer, halka da şöyle bir mektup gönderdi: “Kendi nefsinize bakın. Dinin hükümlerini değiştirmek isteyenlere hep birlikte karşı koyun. Kimseyi ayıplamayın. Aksi takdirde aranızda bela ve musibet yaygınlaşır.”
Halife Ömer, idaresi altındaki her bir bireyin sorumluluğunu omzuna almış, onlardan hiç birinin zarara uğramaması için elinden geleni yapmıştır. Ordusundaki her askerin güvenliği ve menfaatlerinin korunması için, komutanlarına devamlı uyarılarda bulunmuştur. Empati yapan kişi olarak Ömer, diğerlerine karşı pozitif bir tutum içinde ve onlara yardım etmeye istekli olmuş, böylece bu empati bir tür sempati halini almıştır. Sempatiyi; ‘bir insanın bir başkasının iyiliğini isteme, onun iyiliği ile ilgilenme durumu olarak görülebilir’ diye tarif etmiştik. Bu açıdan bakıldığında; tarihi kaynaklarda genel olarak nakledilen ‘Sâriye’ olayını, empatik ve sempatik iletişimin ileri boyutu olarak görmek mümkündür. Ordusunu o kadar düşünmüştür ki, uzaktan bile onlara yardım edecek kadar zihnini meşgul etmiştir. Sâriye olayı kısaca şöyle gerçekleşmiştir:
Ömer, gönderdiği bir ordunun başına Sâriye adında birini komutan yapmıştı. Bu ordu cepheye gitti. Ömer, Cuma günü hutbe irad ederken, bir ara: “Ey Sâriye, dağa doğru gidin.” diye ünlemeye başladı ve bunu üç kez tekrarladı. Cemaat onun niçin böyle dediğini anlamadı. Sonra Sâriye Medine’ye geldi. Ömer, ona cephedeki haberleri sordu. O şöyle dedi:
-“Ey Müminlerin Emiri! Biz düşmanı kuşatmıştık. Günlerce beklediğimiz halde düşman tarafından hiçbir kimse çıkıp yanımıza gelmiyordu. Biz alçak bir arazideydik. Onlarsa yüksek bir kalede idiler. Bir ünleyicinin: “Ey Sâriye! Dağa doğru gidin.” dediğini duydum. Bunun üzerine arkadaşlarımı dağa doğru yükseklere götürdüm. Bir saat geçmeden, Allah bize fethi müyesser kıldı.”
Ömer’in hutbede söylediği sözün sırrı ortaya çıkmıştı. Ona, “Bu sözü nereden bulup söyledin?” diye sorulduğunda şu cevabı vermişti: “Vallahi dilime geldi, ben de söyledim.”
Canından çok sevdiği Hz. Peygamber ve yanında Ebu Bekir’i beraberce ağlarlarken gördüğünde; “Neden ağlıyorsunuz? Ağlanacak bir şey varsa, ben de ağlayayım. Eğer ağlayamazsam, hiç olmazsa ağlar gibi görüneyim.” diyerek, onların duygularına ve dertlerine ortak olmaya çabalamıştır.
Halit Çil “Hz. Ömer’in Liderliği” adlı doktora tezinden alınmıştır.
]]>Yok ya Abbas’ı bilmeyen, kimdi?..
O sahabiyi dinleyin, şimdi:
“Bir karanlık geceydi pek de ayaz..
İbni Hattâb’ı görmek üzre biraz,
Çıktım evden ki yollar ıpıssız.
Yolcu bir benmişim meğer yalnız!
Aradan geçmemişti çok da zaman,
Az ilerden yavaşça oldu iyan,
Zulmetin sînesinde ukde gibi,
Ansızın bir müheykel a’râbî!
Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,
Geliyor muttasıl mehîb mehîb.
Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;
Durmadan karşıdan selâmlaştık.
Düşünürken selâm alan sesini,
O heyûlâ uzandı tuttu beni:
Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?
– Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?
– Şu mahallâtı devre çıkmıştım…
Gel beraber, benimle, üç beş adım.
***
Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;
Uhrevî bir sükûn içinde civâr.
Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak…
Şu yatan beldenin huzûruna bak!
O semâlar kadar yücelmiş alın,
Çakarak sînesinden âfâkın,
Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,
Necm-i sâhirde sanki bir hâle!
Duruyor her evin önünde Ömer,
Dinliyor bî-haber içerdekiler
Geçmedik en harâb bir yapıyı,
Yokladık sağlı sollu her kapıyı.
Geldik artık Medîne hâricine;
Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.
***
Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.
“Açız! Açız!” diye feryâd eden çocuklarının,
Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;
Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:
-Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek…
Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!
Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri…
Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.
Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.
-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar…
-O halde, neden
Biraz yemek komuyorsun?
-Yemek mi? Çömleği sen,
Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var
Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!
Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.
-Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın…
Tek erkeğin de mi yok?
-Hepsi öldü… Kimsem yok.
-Senin midir bu küçükler?
-Torunlarım.
-Ne de çok!
Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?
Ah!
Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun…
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!
-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?
-Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu’llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?
-Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.
-Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş!… Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medâne halkını üryan bırak, Mısır’da dolaş…
Gaza! Gaza! diye git, soy cihânı, gel paylaş!
Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,
Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;
– Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,
Ömer! Savâik-i tel’in olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:
O sayha ra’d-ı kazâdır ki gönderir ademe!
“Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver… ”
“Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!”
Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!
Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,
Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..
Ömer vuruldu bu son sözle…
– Haklısın, teyze!
Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.
***
Halîfe önde, bitik suçlu, münfa’il, nâdim;
Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.
Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.
Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,
Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!
Medîne’nin dalarak münhanî sokaklarına;
Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.
Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.
Arandı her yeri, bir mum yakıp ale’l-acele.
– Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;
Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.
Çuval Halîfe’de, yağ bende, çıktık anbardan;
Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.
Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;
Dedim ki:
– Ben götüreydim… Verir misin çuvalı?
– Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:
Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb’ın.
Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?
Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer’in
Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;
Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.
Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!
Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes’ûl!
Yetîmin, girye-i hüsrân alır, Ömer mes’ûl!
Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:
O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer’i!
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civârından!
Ömer halife iken başka kim çıkar mes’ûl?
Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!
Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den…
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
– Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,
İdâre eyliyecek düştüğün bu ma’rekeyi?
Evet, adâleti “mutlak” hayâl edersen eğer,
Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!
Beşer, adâleti “mutlak” tahayyül eylerse,
Görür ümîdini mahkûm her zaman ye’se.
Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm…
Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!
Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,
Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer’i!
Huzûr-i Hakk’a çıkarken bu unlu cebhenle,
Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!
– Uzak mı yol? Daha çok var mı?
– Ancak üç beş adım.
Mecâli kalmamış artık zavallının… Baktım:
Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;
Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!
Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:
– Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.
Hemen çakılları çömlekten indirip attı,
Uzandı testiye, yağ koydıı, sonra un kattı.
Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak
Hemen sönüp gidecek…
– Teyze, yok mu hiç yakacak?
Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer’e;
Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.
Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;
Zemîni lihye-i beyzâ yı târumârıyle,
Sücûd tavr-ı huşû’unda, muttasıl süpürür;
İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!
Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;
Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!
Ocak tutuştu, yemek pişti;
– Var mı teyze kabın?
Getir de indirelim…
– Var büyükçe bir kap, alın.
Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!
Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl
Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i süıûr;
Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.
Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi…
Dedim:
– Sabâh oluyor kalkalım…
– Evet, haydi!
Yarın Emâret’e gel teyze, öğleyin beni bul;
Emîr’e söyleriz elbette hayr olur me’mul.
***
Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık
Hiç görünmeksizin gelip geçene,
Doğru indik Halife’nin evine.
“Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver.”
Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.
Etti az sonra subh-i velveledar
Uyuyan şehri kamilen bidar
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.
-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!
İşte bağlanmak üzredir nafakan,
Alacaksın her ay gelip buradan.
Şimdi affeyledin değil mi beni?
-Böyle göster fakat adaletini.
]]>Severdi Sıddîk’ı Allah ü Peygamber
Adalet güneşi Hazret-i Ömer
Nûr-ı Kur’ân ile Osman münevver
Şecâatde Ali güneşden azher
Biz severiz Çâr-i yâr-i veliyi
Ebû Bekir Ömer Osman Ali’yi
Sevenler Sıddîk’ı Hakkâ velidir
Cehennem nârından ol zât emindir
Ömer bu İslâm’a nûr-ı mübîndir
Bu din-i İslâm’a Osmân mu‘îndir
Ali velâyetde arş-ı berîndir
Biz severiz Çâr-i yâr-i veliyi
Ebû Bekir Ömer Osman Ali’yi
Sıddîk’ı medh etdi Hazret-i Kur’ân
Hazret-i Sıddîk’dır fâtih-i imân
Ömer’dir dergâh-ı Mevlâ’ya der-bân
Osman’dır hakkıyla kâtib-i Kur’ân
Livâdârdır Ali bâ-emr ü fermân
Biz severiz Çâr-i yâr-i veliyi
Ebû Bekir Ömer Osman Ali’yi
Çâr-i yâre kurban ola cânımız
Anları sevmekdir din imânımız
Bu ümmet içinde âlî-şânımız
Mecmâ-i mahşerde nûr-feşânımız
Evliya içinde nûr-efşânımız
Biz severiz Çâr-i yâr-i veliyi
Ebû Bekir Ömer Osman Ali’yi
Sahabe-i güzîn necm-i saâdet
Her biri ferden-ferd nûr-i hidâyet
Lutfî sahabeye eden muhabbet
Dâreyinde elbet etmez nedâmet
Îtikâd-ı ehl-i imân temâmet
Biz severiz Çâr-i yâr-i veliyi
Ebû Bekir Ömer Osman Ali’yi
Hulâsatü’l-Hakâyık
]]>Hz. Ömer’in yeniliklerinin kısa bir listesi şöyledir:
Hicretin ondördüncü senesinin Ramazan ayında Hz. Ömer, cemaate teravih namazını kıldırması için Übey b. Ka’b’ı görevlendirdi. Bir Ramazan gecesi mescide uğradığında insanların dağınık halde teravih namazını kıldıklarını görünce, onları bir imamın arkasında toplamanın daha faziletli olacağı hükmüne vararak, bundan sonra teravih namazının cemaatle kılınmasını istemiştir. Diğer beldelere de Ramazan ayının gecelerinde teravih kılmaları için cemaatin toplanmaları gerektiğine dair emirname gönderdi. O, erkekler ve kadınlara ayrı ayrı namaz kıldıracak birer imam tayin etmişti.
Hz. Ömer, geniş alana yayılmış ordusunun rahat hareketini sağlamak ve memleketin geniş topraklarına yayılmış muhtaç durumdaki insanların ihtiyaçlarını gidermek için Dâru’d-Dakîk (Gıda Deposu) veya Dâru’d-Rakîk (Köle Evi)’i kurarak; burada un, kavut , hurma, kuru üzüm ve kuru incir bulundurmuş ve buradan dağıtım yaptırmıştır.
Takvim, bir milletin medenileşmesinde önemli bir etmendir. Hz. Ömer’in en önemli icraatlarından biri olan ve günümüzde de kullanılan Hicri takvimin ihdası şöyle olmuştur: Bir adamın bir başkasına yazdığı ve vadesi Şaban ayı olan bir borç senedi Hz. Ömer’in eline geçti. Senede bakınca vadenin Şaban ayı olduğunu gördü ve şöyle sordu: “Hangi Şaban ayı? Bu senenin mi, geçen senenin mi yoksa gelecek senenin mi Şaban ayı?” Bundan sonra halkı topladı ve şöyle dedi: “İnsanlara öyle bir tarih belirleyin ki, böylece borçlarının vadesini bilsinler.”
Anlatıldığına göre bazıları, Farslıların hükümdarlarının tahta geçiş ve tahttan ayrılışları göz önüne alınarak yaptıkları gibi bir tarih yapılmasını teklif ettiler. Buna göre bir hükümdar vefat edince ondan sonra gelecek olan hükümdarın doğum tarihi nazarı itibara alınacaktı. Bunu uygun görmediler. Bazıları da, “İskender zamanından başlayan Rum tarihini kabul edelim.” dediler. Bunu da uygun görmediler. Bazıları Hz. Muhammed’in doğumunu, bazılarıysa bi’setini dikkate alarak tarih konulmasını teklif ettiler. Hz. Ali ile başkaları, Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinin esas alınmasını, bunun O’nun doğumuna ve bisetine göre daha açık ve net olacağını söylediler. Hz. Ömer ile Sahabîler, bunu uygun gördüler. Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in hicretinden itibaren başlayan bir tarih sistemi kurulmasını emretti ve yılbaşı olarak da Muharrem ayını belirledi.
Halifeliği sırasında misafir evleri kurdu, yolda kalanlara ait olmak üzere buralara erzak sağladı, un, kavut, hurma ve ihtiyaç duyulan şeyleri koydurttu. Mekke ve Medine arasında yol boyunca, yolda kalanların ihtiyaçlarını karşılayacak imkanlar sağladı. İnsanların bir su sebilinden diğerine rahatlıkla ulaşabileceği mesafelerde sebiller kurdu. Şam ile Hicaz arasında da aynısını yaptı. Yol boyunca ikamet edenler Hz. Ömer’den Mekke ile Medine arasında yapı kurmak için izin istediler. O da kendilerine izin vererek şöyle dedi: “Yolcu, su ve gölgeye daha layıktır.”
Liderlik Anlayışı
Halife Hz. Ömer, devlet başkanları ve yönetim kadrosundakileri bir lider olarak görmüş, “imam ve önderleri sapmadıkça insanlar istikametten ayrılmaz” diyerek, onların her hal ve hareketlerinde dikkatli olmaları gerektiğine vurgu yapmıştır. “Balık baştan kokar” prensibine uygun olarak, liderlerin yaşantı ve davranışlarına göre yönettiklerinin şekilleneceğinden hareketle, onları dört gruba ayırmıştır:
a- Hem kendini hem de valilerini devlet malını yemekten engeller, bu Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. Allah’ın eli ona rahmetle açılır.
b- Zaaf sahibidir, kendisini engeller ama valileri onun zaafından dolayı oburca yerler. Bu uçurumun kenarındadır, kurtuluşu Allah’ın rahmetine kalmıştır.
c- Valilerini engeller, fakat kendisi oburca yer. Bu Resûlullah’ın kendisi için “güdücülerin en kötüsü, acımasız olandır (doymak bilmeyenidir)” dediği yöneticidir. Yalnız kendisi helak olur.
d- Hem kendisi hem de valileri yemeye doymaz. Bunlar hep birlikte helak olurlar.
Ömer’in şahsi ve siyasi hayatını incelediğimizde varacağımız sonuç; o ve valilerinin birinci gruba dâhil olacağıdır. Çünkü hem kendisi hem de valileri devlet malı konusunda oldukça hassas davranmışlar, en küçük bir suistimali bile katı bir şekilde cezalandırmışlardır.
Bu konuda çoğu kimsenin dikkatinden kaçabilecek veya önemsenmeyecek bir durum için uyarıyı, azadlısı Eslem’e yapmıştır. O, bu olayı şöyle anlatır: “Bir defasında Hz. Ömer, Beytülmalin develerini benimle meraya gönderiyordu; eşyalarımı içlerinden birinin üzerine atmıştım. Yükümün güzel bir dişi deve üzerinde olduğunu gören Hz. Ömer şöyle dedi: “Annesi ölesice! Müslümanların hazinesine gelir getiren bir deveye ağırlık veriyorsun, onu yoruyorsun, işte bir yaşında çok işeyen erkek deve, işte sütü olmayan deve, bunlar ne güne duruyor?”
Ebu Musa el-Eş’ari’ye yazdığı mektupta; iyi ve kötü yöneticinin tanımını ironik bir tarzda şöylece dile getirmiştir: “Allah katında çobanların en mesudu, varlığı ile güttükleri saadete eren kimsedir. Çobanların en kötüsü ise; güttüklerinin şekavetine sebep olandır. Kötülük etmekten ve dalalete düşmekten son derece sakın. Aksi halde emrinde çalıştırdıkların da kötülüğe dalarlar. O zaman senin Allah yanındaki durumun, tıpkı yerin yeşil kısımlarına bakıp, beslenmeyi ve yağlanmayı isteyen ve oradan otlayan hayvanın durumu gibi olur. Halbuki onun ölümü semizliğine bağlıdır.”
Yine Basra’da vali iken Ebu Musa el-Eş’ari’ye şu tavsiyelerde bulunmuştu: “İnsanlarda yöneticilerine karşı nefret hissi vardır, sana ve bana bunun erişmesinden Allah’a sığınırım. Gündüzün bir vaktinde cezaları tatbik et. Sana biri ahiret diğeri dünya ile ilgili iki iş arzedildiğinde, sen ahiretle ilgili olanı tercih et, çünkü dünya fani, ahiret bakidir. Fâsık insanlardan kork ve dikkatli ol. Hastaları ziyaret et, cenazelere katıl, halka kapını aç, ihtiyaçlarıyla bizzat ilgilen. Sen sadece onlardan birisin, şu var ki Allah seni onların yükü en ağırı kılmıştır. Sen ve ailenin yeme içmede ve giyim kuşamda, halkta benzeri görülmeyen bir gösterişe daldığınız haberi bana ulaştı. Seni hayvanlar seviyesine düşmekten sakındırırım. Hayvanlar otlak bir vadiye daldıklarında semizlenmekten başka kaygıları olmaz. Yönetici eğer saparsa, yönettikleri de sapar. İnsanların en kötüsü, halkın kendisi yüzünden saptığı yöneticidir.”
Hz. Ömer, liderlik kavramına farklı açılımlar katmıştır. Burada bazı önemli noktalarını şöylece belirtebiliriz:
Halife Hz. Ömer, liderliği süresince iyi bir yönetimin temelini oluşturan önemli noktalara dikkat etmiştir. Bunlar tüm liderler için vazgeçilmez umdelerdir:
Hz. Ömer’in yönetim anlayışının merkezinde insan vardır. Allah’ın rızasını kazanma amacıyla insana hizmet etmeyi, ona değer vermeyi, hakkını zamanında eksiksiz teslim etmeyi gaye edinip, bu uğurda çırpındığına şahit olmaktayız. İnsan odaklı hizmette mümkün olduğunca bürokrasiyi aradan kaldırmış, halkının işlerine direkt ve bizzat vâkıf olmuştur. Böylece hizmetçi yönetim anlayışının neticesinde etkili yönetim prensiplerine ulaşmıştır. Bu konuda şu örneklere bakabiliriz:
Gece devriyesi sırasında, bir kadının maaş bağlanması için çocuğunu sütten kesme çabaları sonucu ağlayan çocuğa şahit olmuş, sütten kesilen çocuklara maaş bağlanması yönündeki önceki uygulamasından derhal vazgeçip, doğan her çocuğa maaş bağlanması uygulamasını icraata geçirmiştir. Muhtaç durumdaki zımmî Yahudi bir ihtiyara maaş bağlatmıştır. Ayrıca böyle durumdaki zımmîlerden cizyeyi kaldırmıştır. Kendini halktan üstün ve ayrıcalıklı görmeyip, onlar gibi yaşamayı tercih etmiş, kıtlık yılında olduğu gibi halkın yiyemediği şeyleri kendisi de yememiştir. Kıtlıkta veya açlıktan dolayı hırsızlık yapan kimselerin ellerini kesmeyip onları affetmiştir. Böylece zorunlu hallerde hükümleri uygulamayarak insanı önplana aldığını görmüş oluyoruz. Kolaylaştırma prensibini göz önüne alarak, gerekli durumlarda toleranslı uygulamalara gitmiştir. Cizyeleri bölgelere ve insanların maddi durumlarına göre takdir etmesi, âkıleye diyeti üç senede ödeme imkanı tanıması gibi. Toplumun ahlakını bozucu kimi davranışların yayılmasını önlemek için bazı cezaları artırmıştır. Yalancı şahitlere tazir cezası uygulaması, içki içenlerden bazılarını sürgün etmesi gibi.
Halit Çil, “Hz. Ömer’in Liderliği” adlı Doktora Tezinden alınmıştır.
]]>Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra üçüncü mukaddes şehir kabul edilmiş olan Kudüs’e huzur, ancak Hz. Ömer’in şehri fethiyle gelmiştir. Amr b. As’ın kuşattığı Kudüs, kan dökülmeden teslim alındıktan sonra Halife Hz. Ömer Kudüs’e gelerek gayrimüslimlere ahidnâmeyle bazı imtiyazlar vermiştir. Asırlarca Kudüs’te bütün din mensuplarının, Müslümanların adaletli ve hoşgörülü idaresi altında huzur ve sükûn içerisinde yaşamalarına zemin hazırlayan ahidnâme şöyledir:
Ömer bin Hattab Bismillahirrahmanirrahim Bizi İslâm’la yüceltene, imanla üstün kılana, Peygamberi Muhammed’i göndererek rahmetini gösterene, bizi dalâletten hidayete çıkararak ayrılıklardan sonra hidayette birleştirene, kalblerimizi birbirine ısındırana, düşmanlarımıza karşı bize yardım edene, bizi bu beldelerde oturtup birbirini seven dostlar ve kardeşler kılana -Allah’a- hamdolsun. Ey Allah’ın kulları! Bu nimetten dolayı O’na hamdedin. Bu ahidnâme, Ömer İbnü’l-Hattab’dan değerli Patrik Safronbos’a verilmiş ahd u misaktır. O; bulundukları yerlerdeki keşişler, rahipler, rahibeler, raiyyeti olan Kudüs-i Şerif’teki Tûr ez-Zeytun’da bulunanların patriğidir. Üzerlerinde eman bulunur ve zımmîlik hükümlerine de uyarlarsa, biz bütün müminler ve bizden sonrakiler, daha evvel olduğu gibi, onları zarar görmekten korusunlar. Şu kadar ki; onlar da itaat ve saygı üzere bulunmalıdırlar… Müminlerden her kim; bizim bu emanımız okunur da ona aykırı hareket ederse, şu andan kıyamete kadar Allah’ın ahdini bozmuş, Resulü’nü de hoş karşılamamış olur.” (Fi Rebiülevvel 15)
Bu antlaşmadan sonra Kudüs’teki Kamame Kilisesi’ne giden Hz. Ömer, namaz vakti gelince patriğe namaz kılabileceği bir yer göstermesini istemiştir. Patriğin: “Kilisenin herhangi bir yerinde kılabilirsiniz.” demesi üzerine Hz. Ömer, kilisenin içinde namaz kılmak istemeyerek kapıya yakın bir yerde namazını kılmıştır. Namazını kıldıktan sonra Hz. Ömer, patriğe şunu söylemiştir: “Eğer ben içerde kılsaydım, öteki Müslümanlar da orada kılarlar, orayı mescit hâline getirirlerdi.” Bunun üzerine ahidnâmeye Müslümanların namaz için kilisede toplanmaması ve orada ezan okumaması ilâve edilmiştir. Hz. Ömer, patrikten mescit yapılacak bir yer göstermesini isteyince o da Allah’ın Hz. Yakub’a vahyettiği tepeyi göstermiştir. Hz. Ömer oraya bir mescit yapılmasını emretmiştir.
Uzun bir dönem Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Fatimi idarelerinde kalan Kudüs, 1099’da Haçlı ordularının saldırısına uğramıştır. Hrıstiyanlar Kudüs’te binlerce Müslüman’ı katletmiştir. Selâhaddîn-i Eyyubî’nin 1187’de Kudüs’ü fethine kadar devam eden Haçlı hâkimiyeti sırasında Filistin’de büyük karışıklıklar yaşanmıştır.
Selâhaddîn Eyyübi, 1187 tarihinde Kudüs’ü uzun süren mücadelelerden sonra Haçlılardan aldığında, şehirde bulunan Haçlılara, bilhassa kadınlara, çocuklara ve Hrıstiyan din adamlarına her türlü kolaylığı göstermiştir. Birçoklarını fidye almadan gidecekleri yere göndermiştir. Bu konuda Batılı tarihçiler bile, Selahaddin Eyyubi’ye övgülerde bulunmuşlardır.
tweet2. Servet gizlenmez, elbet bir taraftan baş gösterir.
3. Kalben buğz ettiğiniz kişilerin şerrinden korkunuz.
4. Kardeşlerle dostluğu barış üzerine bina et.
5. İşsizliğin rahatından sakının. Zira böylesi boş vakit, sarhoşluktan daha kötü fenalıkları barındırır.
6.Dini esaslara ait meseleleri gizleyenler, dalâleti tesis etmiş olurlar.
7. Bir işe bir kaç kez koyulan ve böyle çalışıp da hayrını görmeyen artık o işten vazgeçsin.
8. Zenginleri seven zahid görünümlü kimse, aslında dünyayı sevmektedir.
9. Zaruret olmaksızın devlet hazinesinden geçinen zahid görünümlü kimse, gerçek zahid değil fasık bir hırsızdır.
10. Şiirleri rivayet edin (Şiir okuyun) çünkü onlar güzel ahlâkı gösterirler.
11. Hevam (haşerat) sizi korkutmadan önce siz onları korkutun.
12. Az da olsa sünnet işlemek, çok bidat işlemekten daha hayırlıdır.
14. Görünen mürüvvet (cömertlik, mertlik, iyilik) temiz elbiseden bellidir.
15. Din ve iman, şerefli kimselerin süsü ve güzelliğidir.
16. İşinde Allah’tan korkanlarla istişare et.
17. Allah için halka karşı tevazu gösterenin, Cenab-ı Allah şeref ve şanını yüceltir.
18. Kibir ve böbürlenmede haddini aşan kimseyi Allah, yerden yere vurur.
19. Yöneticilerin en kötüsü, halkı kötülüğe itendir.
20. Çok söz vermek ve çokça özür dilemek yalansız olmaz.
21. İnsan yarı tokluktan dolayı ölmez.
22. Çalışıp çabalamak en iyi sermayedir.
23. Edeb en hayırlı mirastır.
24. Çalışmak zahmet ise, boş durmak da bozulma nedenidir.
25. Sakın yere (toprağa) lânet etmeyiniz.
26. Borcunu azalt, esaretten kurtul.(Borçtan uzak dur, hür yaşa)
27. Günahlardan uzak dur ki ölümün şiddeti sana daha az gelsin.
28. Ölüm dünyayı öyle rezil etti ki akıl erbabı için sevinilecek bir şey bırakmadı.
29. İnsan için iş çoktur, ancak tutacağı işten yüz akıyla çıkmayı düşünmesi gerekir.
30. Kalbini doymazlıktan, huyunu sinirden, nefsini arzulardan koruyan kurtuluşa erer.
31. İnsanların en akıllısı insanları mazeretleriyle kabul edendir.
32. Ahmakla dostluktan sakın, zira çoğu zaman, iyilik edeyim derken kötülük eder.
33. Başa getirilmeden önce hüner sahibi olunuz.
34. Neseplerinizi öğrenin, zira nesebi bilmekle çok defa sıla-ı rahim olunur.
35. Karada, denizde yolunuzu gösterecek derecede yıldız ilmini öğreniniz.
36. Güzel ahlâk en güzel dosttur.
37. Yaşatacak bir sanat; dilenmekten daha iyidir.
38. Hatalarımızı gösterenlerden Allah razı olsun.
39. Ömrünü sadık dostların sayelerinde geçirmeye çalış ki, onlar rahatta zînet, zahmette kuvvet olurlar.
40. Doğruluktan dolayı ölmek gerekse bile doğru ol.
41. Kötü arkadaştan uzak olmak, onlardan uzletle gerçekleşir.
42. Müslümanın dilinden çıkan sözü, iyiye yormak mümkün iken, kötüye yorma.
43. Cenab-ı Hakk’ın ismi ile yemin etmekte tesahül göstermeyin, zira O’nun tahkirine düçar olursunuz.
44. Başkasında görüp ayıpladığın bir kusurun, kendinde olduğunu görmemezlikten gelmekten daha büyük ayıp olamaz.
45. Olmamış şeyleri sual edeceğine olmuşlardan ibret almaya çalış.
46. Sonucundaki endişeden dolayı, seni ölümden korkutan işleri terk et ki, ölümün zararından güvende olasın.
47. Her şeyin bir şerefi vardır. İyiliğin şerefi de onu geciktirmeden yapmaktır.
48. Doğru sözden başkasında hayır yoktur.
49. Allah’ın sevgisine mazhar olan şey; âdil liderin yumuşak huyluluğu ve merhametidir. O’nun düşmanlığını şiddetle celbeden şey ise; zalim liderin ihanet ve zulmüdür.
50. Kızlarınızı çirkin erkeklerle evlenmeye zorlamayın, çünkü onlar da sizin gibi güzeli severler.
51. Bugünkü işini yarına bırakma.
52. Silâh kullananların, ata binenlerin kuvvetleri, kullandıkça ve bindikçe devam eder.
53. Tesiri olmayan yerde hakkı söylemenin yararı olmaz.
54. Kendisine görme izni verilmeden, evin içine dikkatle bakan kimse fasıktır.
55. Mizahla uğraşan hafife alınır.
56. Bir şeyden ümidini kesen, o şeye ihtiyaç duymaz.
57. Hakka dönmek, sürekli olarak batılda kalmaktan daha iyidir.
58. Şerri bilmeyen, şerre düşer.
59. Yalan söyleyen günahkâr olur, günahkâr olan da helak olur.
60. Utanması kaybolanın kalbi ölür.
61. Allah korkusu azalan kimsenin hayâsı da azalır.
62. Mizahı çok olanın hatası da çok olur.
63. İnsanın nesi çoğalırsa onunla şöhret bulur.
64. Çok gülenin heybeti azalır.
65. Aklı bozmak için halis şarap bile aç gözlülük kadar kuvvetli değildir.
66. Sırrını saklayan kimsenin tercih yuları elinde olur.
67. Kendinden aşağı durumda olanlara hoşgörülü davranan, üstündekilerin inayetine mazhar olur.
68. Halka insaflı davranan, işinde başarılı olur.
69. Çocuklarını hangi temele oturtacağına dikkat et. Çünkü damar aslına çeker.
70. Unutmayın ki, zayıfların ihtiyaçlarını yöneticilere arzeden ileri gelenler, saygınıza lâyıktırlar.
“Cevâhiru Çihâr Yâr’ -Dört Seçkin Dost’tan Cevherler” adlı kitaptan
tweetBuradan şu dersi çıkarmak gerekir. Din muamelattır. İnsanların ibadetlerine bakıp hüküm verme değil, onunla yaptığın muameleler neticesinde karar verme esastır.
tweet
]]>