Onun meşhur kıssasının özeti:
Hazreti Yunus (aleyhisselam) denize atılmış ve büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, gece dehşet verici ve karanlık, her şeyden ümit kesilmiş bir haldeyken
yakarışı, ona süratle kurtuluş vasıtası olmuş.
Bu yakarışın büyük sırrı şudur:
O vaziyette sebepler tamamen aciz kalmıştı. Onu bu halden kurtaracak öyle bir Zât olmalıydı ki, hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem de gökyüzüne geçsin. Çünkü “gece, deniz ve balık” Hazreti Yunus’un aleyhinde birleşmişti. Ancak bu üçüne birden sözü geçen bir Zât onu kurtuluş sahiline çıkarabilirdi. Bütün insanlar onun hizmetkârı ve yardımcısı olsalar bile beş paralık faydaları dokunmazdı.
Demek ki, sebeplerin hakiki tesiri yoktur. Hazreti Yunus, bütün sebeplerin gerçek sahibi ve yaratıcısı olan Cenâb-ı Hak’tan başka bir sığınak bulunmadığını bizzat yaşayarak görmüş, tevhid nuru içinde ehadiyet sırrı açığa çıkmış ve bu yakarış birdenbire geceyi, denizi ve balığı ona boyun eğdirmiş. O tevhid nuru ile Cenâb-ı Hak balığın karnını bir denizaltı hükmüne geçirmiş, dağ gibi yükselen dalgaların dehşeti içinde denizi emniyetli bir ova ve üzerinde gezilen bir meydan kılmış. O nur ile gökyüzünden bulutları süpürüp ayı bir lamba gibi Hazreti Yunus’un başının üstüne yerleştirmiş. Her taraftan kendisini tehdit ve rahatsız eden varlıkların dost yüzlerini ona göstermiş. Ve Hazreti Yunus selametle sahile çıkıp yaktin ağacı –Kabak cinsinden olan bir ağaç. “Üzerine gölge yapması için, orada asma kabak cinsinden bir ağaç bitirdik.” (Sâffât sûresi, 37/146)-altında o Rabbânî lütufları görmüş.
İşte biz, Hazreti Yunus’un (aleyhisselam) birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir haldeyiz. Gecemiz, istikbaldir, istikbalimiz, gaflet nazarıyla bakıldığında onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu başı dönen, şaşkın yerküremizdir. Her dalgasında binlerce cenaze bulunan bu deniz, onun denizinden bin derece daha korkunçtur. Bizi yutan balık ise nefsimizin arzularıdır, ebedî hayatımızı mahvetmeye çalışıyor.-Bkz. “Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı ister, kötülüğe sevk eder.” (Yusuf sûresi, 12/53).-Bu balık, Hazreti Yunus’ unkinden bin kat daha zararlıdır. Çünkü onun balığı en fazla yüz senelik bir hayata son verir. Bizimki ise yüz milyonlarca senelik, sonsuz bir hayatı mahvetmeye çalışıyor.
Madem gerçek vaziyetimiz budur. Biz de Hazreti Yunus’a (aleyhisselam) uyarak bütün sebeplerden yüz çevirip doğrudan doğruya sebeplerin asıl sahibi olan Rabbimize sığınmalı,
demeli ve aynelyakîn anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimizde birleşen istikbal, dünya ve nefsin arzularının vereceği zarardan bizi yalnız; istikbal emri altında, dünya hükmü altında, nefsimiz idaresi altında olan bir Zât koruyabilir. Acaba göklerin ve yerin Hâlık’ından başka kim kalbimizdeki en ince ve gizli hisleri bilir, ahireti yaratarak bizim için geleceği kim aydınlatabilir ve bizi dünyanın yüz binlerce boğucu dalgasından kim kurtarabilir? Hâşâ, o Vâcibü’l-Vücud Zât’tan başka kimse, hiçbir şekilde, O’nun izni ve iradesi dışında bize yardım edemez ve kurtarıcımız olamaz. -Bkz. Kehf sûresi, 18/23-24; İnsan sûresi, 76/30; Tekvir sûresi, 81/29; Hac sûresi, 22/65-
Madem hakikat böyledir. Nasıl ki Hazreti Yunus (aleyhisselam) için o yakarışın neticesinde balık bir bineğe, bir denizaltına ve deniz güzel bir ovaya dönüştü, gece mehtaplı, tatlı bir suret aldı. Biz de o yakarışın sırrıyla لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz.
Cenâb-ı Hakk’ın merhamet nazarını, لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ (“Sen’den başka ilah yoktur.” ) cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ (“Sen her türlü kusurdan, eksiklikten, eşi-ortağı bulunmaktan mutlak münezzehsin.” )kelimesiyle dünyamıza, ( إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ ifadesiyle nefsimize çekmeliyiz.- Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ue sellem) Hazreti Ebûbekir’e (radiyallâhu anh) tavsiye buyurduğu bir dua şöyledir: “Allahım! Ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak Sen affedersin. Öyle ise beni, şanına lâyık bir mağfiretle bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin.” (Buhârî, ezan 149, teuhîd 9, deauât 16; Müslim, zikir 47, 48, hudûd 23)-
Ta ki, iman nuru ve Kur’an’ın mehtabı ile istikbalimiz aydınlansın, gecemizin dehşet ve vahşeti bize dost varlıklar arasında bir gezintiye dönüşsün. Devamlı ölümlerle ve hayatın değişmesiyle, senelerin ve asırların dalgaları üstünde, sayısız cenaze içinde yokluğa atılan dünyamızda, hayat vazifemiz, Kur’an-ı Hakîm’in tezgâhında yapılan manevî bir gemi hükmündeki İslamiyet hakikatinin içine girip selametle o denizin üstünden geçerek kurtuluş sahiline çıkmakla sona ersin. O denizin fırtınaları ve çalkantıları, seyir manzaralarını sinema perdesi gibi yenileyerek vahşet ve dehşet vermek yerine ibret ve tefekkür nazarını keyiflendirsin, okşayıp aydınlatsın. Ve O Kur’an sırrıyla, o Furkânî terbiye ile nefsimiz bize yük olmak yerine bineğimiz olup bizi sırtına bindirsin, ebedî hayatımızı kazanma yolunda kuvvetli bir vasıta haline gelsin.
Gözle görülmeyecek kadar küçük bir mikroptan korktuğu gibi, büyük gökcisimleri arasında görünen bir kuyrukluyıldızdan da korkar. Evini sevdiği gibi koca dünyayı da sever. Küçük bahçesini nasıl severse ebedî cenneti de öyle arzuyla sever. Elbette, mahiyeti böyle olan insanın Mâbudu, Rabbi, sığınağı, kurtarıcısı, maksudu ancak bütün kâinatı idaresinde tutan, zerreleri ve gezegenleri emri altında bulunduran bir Zât olabilir.- Bkz. “Göklerin ve yerin hâzinelerinin anahtarları O’nun nezdindedir.” (Zümer sûresi, 39/63; Şûra sûresi, 42/12); “Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.” (Al-i İmran sûresi, 3/180; Hadîd sûresi, 57/10)-Şu halde insan daima Hazreti Yunus (aleyhisselam) gibi
لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeye muhtaçtır.
Said-i Nursi, Lem’alar, Ufuk Yayınları
]]>