Bu sorumluluğu ifade eden âyetlerin birinde “Çalışın, yaptıklarınızı Allah da, Resulü de, müminler de görecekler (Tevbe Sûresi, 9/105) buyrulmaktadır. “Yaptıklarınızı Allah görecek ifadesiyle kişinin Allah’a karşı, “Resulü ve mü’minler de görecekler.” ifadesiyle de topluma karşı sorumlu olduğu bildirmektedir. Buna göre insan içinde yaşadığı toplumla ilişkilerinde Allah’ın emir ve yasaklarına uyup uymadığından ve yaptıklarının topluma faydalı olup olmadığından sorumludur.
O halde yayıncı kuruluş sahipleri ve bu kurumda çalışanlar da, ellerindeki imkânları hangi amaçla kullandıklarından ve dergi, gazete, radyo, televizyon, interneti okuyan/seyreden/dinleyen kimseler de, onlardan hayır ve şer olarak ne öğrendiklerinden/ inandıklarından sorumludurlar.
Yine insanın sorumluluğunu ifade sadedinde Yüce Rabbimiz “Her insanın vebalini, kendi nefsine bağladık, her insan yaptıklarına göre muamele görür. Nitekim kıyamet günü hesap defterini önünde açılmış bulacaktır. Şöyle deriz ona: Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin (isrâ sûresi, 17/13-14) buyurmaktadır. Bir başka âyette Allah Teâlâ “Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.” (İsrâ sûresi, 17/36) buyurmaktadır. Bu âyet günümüz kitle iletişim vasıtalarının hedef kitlesini açık bir şekilde uyarmaktadır. Zira iletişim ürünlerini gözümüz görmekte, kulağımız duymakta; bunlar kalbimizde, zihnimizde, gönlümüzde yerine ve etkisine göre hayat boyu kalmakta ve bizleri meşgul etmektedir. Buna göre hayırlı olanla meşguliyet hayır; zararlı, boş ve abesle olan meşguliyet ise ağır bir sorumluluk getirir.
Bu âyeti açıklar mahiyette Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu beyanı çok mânidârdır: “Kıyamet Günü insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir adım atacak kadar dahi ayrılamaz: Ömrünü nasıl geçirip tüketti, gençliğini nasıl yıprattı, malını nerede kazanıp nereye harcadı, öğrendiği ilim ile ne amel etti.” Amelin büyüğüne küçüğüne bakılmayıp zerre kadar dahi olsa -ister hayır ister şer- mutlaka karşılığını bulacağı, yine bir başka âyet-i kerimede ifade edilmektedir. İnsan zerre kadar amelinden sorumlu olduğuna göre, her yaptığı amelin dünyası, ahireti ve içinde yaşadığı toplumu için faydalı mı zararlı mı olduğunun muhasebesini yapmalıdır.
Resûl-i Ekrem bir hadiste “Allah’ım! İşe yaramayan faydasız ilimden Sana sığınırım.” buyurmaktadır. Faydasız ilim kendisiyle amel edilmeyen; başkasına öğretilmeyen; ahlâkı, sözleri, fiilleri güzelleştirmeyen; kendisine ihtiyaç duyulmayan ilimdir. İlim tahsil etmenin amacı ondan faydalanmaktır. Bu amaç gerçekleşmediği takdirde o, kendisinden sığınılması gereken bir vebaldir. Bu durumda faydasız ve boş işlerle uğraşmak sorumluluk gerektiren bir vebal olduğuna göre, müslüman bir kimse ne ile meşgul olduğunun muhasebesini yapmalı ve seyredip kulak verdiği şeylere dikkat etmelidir. Müslüman kimsenin faydasız ilimden uzak durmasının tavsiye edildiği bu hadisten aynı zamanda kişinin yapıp ettiği, öğrendiği, vakit ayırdığı her türlü işten sorumlu tutulacağı manası da anlaşılmaktadır.
Selmân-ı Fârisî’nin Ebu’d-Derdâ’ya (radıyallahuanhumâ) söylediği ve Resûl-i Ekrem’in de ikrar buyurduğu “Allah’ın senin üzerinde hakkı vardır, nefsinin senin üzerinde hakkı vardır,ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermelisin!” hadisinde insanın kimlere karşı sorumlu olduğu anlatılmaktadır. Buna göre, insan Allah’a karşı sorumludur; O’nun emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalı, iyi bir mü’min olmalı, hayatını kulluk çerçevesinde yaşamalıdır. İnsanın kendi nefsine karşı sorumlulukları vardır; onun ihtiyaçlarını görmeli, nefsini hayır yolunda kullanmalı, haksız yere adam öldürme, zina gibi büyük günahlarla onu kirletmemeli, zararlı yiyecek ve içeceklerden uzak durmalı, boş, abes uğraşılar peşinde onu sürüklememelidir, insan ailesine karşı sorumludur; onlara iyi bir geçim temin etmeli, iyi davranmalı, hidayet üzere olmaları için onlara nasihatte bulunmalıdır.
Burada saydıklarımız, bir kişi üzerinde Rabb’inin, nefsinin ve ailesinin hakları olup o kişi her hak sahibine hakkını vermelidir. Bunları yerine getirmediği takdirde büyük bir haksızlığa sebebiyet vermiş olacaktır. Hadiste hak sahiplerine haklarının verilmesi emredilirken asıl vurgulanmak istenen konu, bu haklar arasında dengenin gözetilmesidir. Bir tarafa ağırlık verilmesi veya bir tarafın ihmal edilmesi dengesizliğe yol açar ve hayat nizamı zarar görür. Hadisin ifadesine göre, insanlar ferd olarak Allah’a, ailesine ve nefsine karşı sorumlu oldukları gibi, medya organları da Allah’a ve topluma karşı sorumludurlar. Medya organları bu sorumluluk bilinciyle hareket etmeli ve topluma faydalı olmayı yayın politikalarının esası haline getirmelidir.
İnsanı yaptığı her türlü amelden sorumlu tutan dinimiz öte taraftan sadece ibadetlerin yerine getirildiği bir hayat öngörmemekte, dinin meşru saydığı çerçevede kalmak şartıyla birtakım eğlencelere de müsaade etmektedir. Bu hususla ilgili olarak, Resûlullah’ın yanında ulaşmış olduğu manevi havayı, diğer normal zamanlarda da hissedememesinden dolayı kendini münafıklıkla suçlayan ve halinden şikayetçi olan Hanzala b. Amir’e Resûlullah; “saa’ten ve saa’ten” buyurarak, Allah’a kulluğun yanında dünyalık işlerin de yapılmasını, gerektiğinde dinlenmeye ve eğlenmeye de vakit ayrılarak dengeli bir hayat yaşanmasını tavsiye etmiştir. Bir başka hadiste, kalplerin de bedenler gibi yorulabileceği, bu sebeple onun hoş, güzel ve hikmetli sözlerle dinlendirilmesi tavsiye edilmektedir. Ayrıca Resulullah (sallahu aleyhi ve sellem) Mescid’de Habeşlilerin kılıç- kalkan oynamalarına, kendi evinde bir bayram gününde def çalınmasına, düğünlerde def çalınarak, şarkı söylenerek eğlenmeye müsaade etmiştir. Hatta Hz. Ömer’in (radıyallahu anh) kılıç-kalkan oynayan Habeşlilere ve Hz. Ebû Bekir’in de (radıyallahu anh) kendi evinde def çalan kızlara engel olmalarına müsaade etmemiştir. Yine Resûlullah (sallahu aleyhi ve sellem), hem idman hem eğlence maksatlı olduğu anlaşılan birtakım yarışmalar düzenlenmesine de öncülük etmiştir. Resûlullah (sallahu aleyhi ve sellem) “Ödül ancak deve, at veya ok atma yarışlarında caizdir.”buyurarak bu üçüyle yarış yapılmasını teşvik etmiş, yarış için hazırlanan atlar ve yük beygirleri arasında ayrı ayrı yarışlar düzenlemiş ve galip gelenleri ödüllendirmiştir. Bazı rivayetlerden, develer arasında yapılan yarışlara zaman zaman Resûlullah’ın devesinin de katıldığı ve uzun süre birinci geldiği anlaşılmaktadır.
Bu rivayetlere göre yüce dinimiz İslâm’ın, eğlencede bile Müslümanların, bedenen ve ruhen rahatlayarak diğer ağır mükellefiyetleri yerine getirmeye hazırlıklı olmaları veya düşmanlarına karşı kuvvet kazanma, idman yapma gibi faydalılık mülahazası gözettiği görülmektedir. Topluca yapılan eğlenceler de (örneğin bayramlaşmalar, spor müsabakaları, düğünler), insanları birbirleriyle kaynaştırarak toplum olma veya toplumun bir üyesi olma bilinci verme, kardeşlik duygusunu ve sosyal bağları güçlendirme, çıkar çatışmalarını önleme; kültür mirasını, gelenekleri ve inançları canlandırma; insanlara mutluluk ve huzur, getirme; sosyal hayattaki monotonluğu giderme hususlarına yardımcı olması bakımından ehemmiyet arzetmektedir.
Konunun başından buraya kadar dile getirmeye çalıştığımız insanın yaratılış gayesi, İslâm’ın korunmasını emrettiği beş zaruri esas ve sorumluluk anlayışı çerçevesinde incelediğimiz âyet ve hadisleri esas olarak aldığımızda kitle iletişim vasıtalarının gâyesinin ve buna bağlı olarak görevlerinin neler olması gerektiği hususunda şu genel ilkelere ulaşmak mümkündür:
Bu maddeleri genel olarak değerlendirdiğimizde, dinimizin insanların dünya ve ahiret mutluluğunu esas alan dengeli bir hayat öngördüğü neticesine varırız. Bu hayatta her bir faaliyetin yeri ve sınırı vardır. Birinin öne geçmesi veya ağırlık kazanması dengeyi bozar. Meselâ İslâm’da meşru eğlencenin yeri vardır, fakat bu hayatın önemli bir kısmını kaplıyorsa, o zaman dengesizlik ortaya çıkar ve dinin öngördüğü ölçülü hayattan sapma meydana gelir.
Yrd.Doç.Dr. Yusuf Güneş, Işık Yayınları, ”Peygamber Ölçülerinde İletişim Ahlakı” adlı kitaptan
]]>Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi vesellem) asli görevi elçiliktir. İletişimine konu olan mesajın aslî sâhibi ise yüce Allah’tır. İlâhi mesaj, Hz. Muhammed’den (sallallâhu aleyhi vesellem) insanlara, yatay iletişim süreciyle iletilmiş; mesaj duraklamayarak, ilk alıcı ve mesajın kodlarını çözücü Peygamber (sallallâhu aleyhi vesellem)’den hedef bireylere ulaşmıştır.
Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi vesellem) temel görevi, yüce Allah’tan aldığı vahiy doğrultusunda çevresi üzerinde etkin olarak, başkalarında iyi tutum ve davranışlar geliştirmek ve iyi olmayanları da değiştirmek olmuştur. Böylece Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem), misyonu gereği ilâhi mesajları, insanlar tarafından algılanabilir, duyulup hissedilebilir; okunup konuşulabilir ve yazılabilir hale çevirmiş; yaşanılan hayata döndürülebilir ve örnekleri çoğaltılabilir bir yapıya kavuşturmuştur.
Kur’ân ve diğer kaynaklar, O’nun iletişimci yönüyle ilgili örneklere yer vermekte; yaşadığı çağın köhneleşmiş zihniyetini, iletişim yöntem ve tekniklerini en ideal bir şekilde değiştirdiğini göstermektedir. Ancak O’nun, iletişim için yüce Allah’ın özel yetiştirmesi hariç, daha önceden aldığı bir eğitimden, kurs ve seminer gibi iletişim içerikli çalışmalardan söz etmek mümkün değildir.
İnsanın kendini ve iletişimine hedef olanları tanıması ve bireysel farklılıkları göz önüne alması, iletişimde son derece önemlidir. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem) de, gerçekleştirdiği iletişimle, bir çığır açmış, her zaman ve her yerde önemini kaybetmeyecek iletişim ilkeleri uygulamıştır. Nitekim O, kendileriyle iletişim süreci içinde olduğu insanların zihin, algı, bilgi, yaş, beden, irsiyet, çevre vb. bireysel yönlerini sürekli göz önünde bulundurmuştur.
Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem), bir peygamber olarak çeşitli durumlarda, örneğin namaz kıldıran bir imam, verdiği karara uyulan bir hâkim, savaşta komutları dinlenen bir komutan ve insanları bilgilendiren bir eğitimci olmuştur. Bir Peygamber olduğu halde O’nun, değişik statü ve rolleri temsil eden bir birey olarak kabul edilmesi, otoritesini yansıtmaktadır. O, bu görevleri yerine getirirken, hiçbir zaman ideal bir eş, baba, dede ve arkadaş rollerini ihmal etmemiş, yüksek ahlaki vasıflarından hiçbir şey kaybetmemiştir.
Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem), iletişiminde silahlı mücadeleyi hiçbir zaman asıl hedef olarak görmemiş; aksine şartlara göre affedicilik, şefkat, merhamet, sabır ve hicret esas alınarak, her zaman ve her yerde insanlarla diyalog zemini oluşturmaya çalışmıştır. O’nun, başta Mekkeliler olmak üzere, gerek Medine Yahudileri ve gerekse çevredeki şehir halkları ve kabileleriyle hep görüşme ve antlaşma yollarını araması, çeşitli devlet adamlarını mektuplarla dine davet etmesi, barış ortamında iletişimini gerçekleştirme niyetinin açık göstergesidir. İnsanlık tarihine bakıldığında, çatışma ve savaşların kısmen de olsa iletişim yetersizliğinden kaynaklandığı söylenebilir.
Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem), düşmanlarıyla karşılaşmak zorunda kaldığı savaş gibi önemli ve kritik durumlarda bile, barış yollarını araştırmış, karşılıklı iletişim kurulup niçin savaşıldığı anlaşılmadıkça ve ilk tepki karşı taraftan gelmedikçe, savaşa başlamamış; son ana kadar savaşı önleme, hiç olmazsa zararını en aza indirme yollarını aramış, kılıca değil kaleme ve sözlü iletişime verilmesi gereken önemi göstermiştir. Böyle bir iletişim anlayışının sonucudur ki, Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem)’le gelen İslâm mesajı, 23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde bütün Arap yarımadasında etkili bir konuma gelirken, savaşlarda ölenlerin sayısı sınırlı olmuştur.
Her zaman aktif ve aksiyoner olan Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem), her türlü engellemelere karşın iletişimini ısrarla sürdürmüş; hiçbir zaman bıkkınlık ve usanma belirtileri göstermemiştir. Devamlı insanlarla birlikte oluşu, onlarla sözlü-sözsüz, canlı bir iletişim içinde bulunmasını gerektirmiştir. Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi vesellem), iletişimini engelleyici gördüğü bazı tutum ve davranışları hoş karşılamamış, ancak söz konusu tavırları sabırla, metanetle bertaraf etmiştir
Dr. Yusuf MACİT’ in “İletişimde Model Olarak Hazreti Muhammed (sas ) adlı kitaptan
tweet
]]>