Hz. Muhammed (sav)’in geleceğine dair haberler, önceki kutsal kitapların birçoğunda mevcuttur. En eski kutsal kitaplarda, Ahd-i Atik’te ve Ahd-i Cedit’te, onun geleceğine dair haberler bulunduğu görüşü, Kur’ân kaynaklı bir görüştür. Ayrıca bu konuda vârid olan hadisler ve ilk devir İslâm Tarihi kaynaklarında mevcut haberler de aynı görüşü desteklemektedir.
Allah Teâlâ insanlığı, gelecek büyük bir peygamberin risaletini kabule hazırlamak için, gönderdiği her peygambere, onun alâmetlerini ve özelliklerini bildirmiştir1. Bu gerçek, Kur’ân’da şu şekilde ifade edilmektedir: ” Allah’ın peygamberlerden, ‘Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra, nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanacak ve yardım edeceksiniz.’ diye söz aldığı, ‘Kabul ettiniz mi, ahdimi yüklendiniz mi?’ dediğinde onların da ‘Kabul ettik.’ cevabını verdiği, bunun üzerine Allah’ın da ‘O halde şâhid olun, ben de sizinle birlikte şâhitlerdenim.’ buyurduğu zamanı hatırla.” ( Âlü İmran 3/81) Bu âyetle peygamberlere, Allah’ın gönderdiği her peygambere inanmaları gerektiği söylenmiştir. Bazı âlimler ise bu âyetten, özellikle Hz. Peygamber’in müjdesini çıkarmışlardır. Buna göre âyet, Hz. Muhammed (sav)’in bütün peygamberler tarafından müjdelendiğini; onun geleceğinin, peygamberlerin hepsi tarafından haber verildiğini ifade etmektedir2. Yüce Allah, gönderdiği her peygamberden, ‘Eğer Hz. Muhammed ba’solunduğunda hayatta olursanız, ona uyacaksınız.’ diye söz almıştır. Her peygamber de ümmetinden bu şekilde söz almıştır3. Hz. Muhammed, indirilen kitapların hepsinde zikredilmiş, bütün peygamberler tarafından müjdelenmiştir4.
Hz. Peygamber’in özellikleri, vasıfları, önceki kitaplarda bildirildiği için, bu kitapların tâbîleri Hz. Peygamber’i gayet iyi tanımaktadırlar: “Kendilerine daha önce kitap verdiğimiz kişiler (ehl-i kitap), onu, kendi çocuklarını tanır gibi tanırlar.” (Bakara 2/146; En’âm 6/20) Nitekim Hz. Ömer bu meseleyi Abdullah b. Selâm’a sorunca o şöyle demiştir: “Ben onu, oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim, tanırım. O Emîn (Allah), gökten, yerdeki Emîn’e (Hz. Muhammed’e) sıfatlarını indirdi; ben de onu tanıdım. Ama anasından doğan oğlum benden midir, bilemem.”5 Bu âyette ‘seni tanırlar’ değil de ‘onu tanırlar’ denmesinde iki nükte vardır: Birincisi, bu âyet, Allah tarafından gıyâben ve tarafsızca yapılan bir şahitliği ifade eder. İkincisi, Tevrat’ta, ‘Hz. Musa’ya benzer bir peygamber’ olarak tavsif edilmiş olduğu için, bu gelecek olan peygamber, öteden beri ehl-i kitap tarafından ‘o peygamber’ diye yâdedilirdi; o kadar ma’rûf idi. ‘O’ dedikleri zaman, gelecek olan peygamber anlaşılırdı6.
“Onlar, ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’de tanımlanmış olarak buldukları ümmî peygambere tâbî olurlar.” (A’râf 7/157) Bu âyet de Hz. Peygamber’le ilgili haberlerin Tevrat ve İncil’de bulunduğunu gösterir. Peygamber Efendimiz’in ümmî olduğu, Kur’ân ve Sünnet’le sâbittir. “Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle yazı yazardın; öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı.” (Ankebût 29/48) âyeti, peygamberimizin ümmî olduğunu ifade etmektedir. Hudeybiye Antlaşması’nın metni yazılırken müşrikler, ‘Muhammed Rasûlullah’ ibaresine karşı çıkmışlardı. Hz. Ali, bu ibareyi silmekten ictinâp edince Rasûlullah ‘Bana göster, ben sileyim.’ demiş; Hz. Ali yerini gösterince o da bunu silmiş ve yerine ‘Muhammed b. Abdullah’ yazdırmıştır7. Bu olay da peygamberimizin ümmî olduğunu, okuma-yazma bilmediğini göstermektedir. Öyleyse Tevrat ve İncil’de özellikleri bildirilmiş olan bu ümmî peygamber, Hz. Muhammed (sav)’dir.
Saff Sûresi’nde de konuyla ilgili bir âyet mevcuttur: “Vaktiyle Meryem oğlu İsa demişti ki: ‘Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, elimde bulunan Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek olan, Ahmed adındaki bir peygamberi müjdeleyici olarak size gönderilmiş bir elçiyim.'” (Saff 61/6) Hz. İsa, pegamberimizi ‘Ahmed’ ismiyle müjdelemiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Benim beş ismim vardır: Ben Muhammed’im; ben Ahmed’im; ben, Allah’ın benimle küfrü yokettiği Mâhî’yim; ben, insanların önüne toplanacağı Hâşir’im; ben Âkıb’ım (benden sonra peygamber yoktur).”8 Bu hadisten de anlıyoruz ki Peygamberimizin isimlerinden biri de ‘Ahmed’dir. Hz. İsa, onu bu ismiyle müjdelemiş, geleceğini haber vermiştir. Bir başka hadisinde Rasûlullah şöyle buyurmaktadır: “Ben, atam İbrahim’in duâsı, İsa’nın müjdesi, annemin rüyasıyım; annem rüyasında, kendinden bir nûrun çıktığını ve Şam saraylarını aydınlattığını görmüştür.”9 Bu sözüyle Hz. Peygamber, Hz. İsa’nın kendisini müjdelediğini söylemektedir. Peygamberimizin, Hz. İbrahim’in duâsı olması da şu âyetlerle ilgilidir: “Allah (İbrahim’e) ‘Seni insanlara önder kılacağım.’ dedi. O da ‘Neslimden de yâ Rab!’ dedi.” (Bakara 2/124) “(İbrahim şöyle duâda bulundu) Ey Rabbimiz! Bizi, sana teslim olanlardan eyle ve bizim soyumuzdan, insanlara senin âyetlerini okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir peygamber gönder!” (Bakara 2/128-129) Yüce Allah Hz. İbrahim’in bu dualarını kabul etmiş, onun neslinden birçok peygamber ortaya çıkarmıştır; onların sonuncusu da Hz. Muhammed (sav)’dir.
“De ki: ‘Eğer bu gerçekten Allah’tan (gelen bir vahiy) ise ve siz buna rağmen onun gerçekliğini inkâr ediyorsanız (halinizin ne olacağını) hiç düşündünüz mü? Hatta İsrailoğullarından bir şahid, kendisi gibi birisine (kendisine benzer birinin ortaya çıkacağına) şahitlik yaparken ve (O’na) inanırken bile, sizin küstahça büyüklük taslamanız halinde! Allah, böyle zâlim bir toplumu doğru yola eriştirmez.” (Ahkâf 46/10) Bu âyette bahsedilen şahid, Hz. Musa’dır10. “Allah’ın Rabb, senin için (ey İsrail), kardeşlerinden, benim gibi bir peygamber çıkaracak; onu dinleyeceksin.”11 şeklinde Hz. Musa’nın Tevrat’ta geçen sözleri, İsrailoğullarının kardeşleri olan İsmailoğullarından, Hz. Musa’ya benzeyen bir peygamber geleceğini ifade etmektedir. Hz. Musa, bu peygamberin geleceğine şahitlik etmiştir; bu peygamber, Hz. Muhammed (sav)’dir; fakat İsrailoğulları, bu gerçeği bildikleri halde, onların kavminden olmadığı için, hasetlerinden dolayı onu inkâr etmişlerdir.
“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken, kendilerine Allah katından, ellerindekini doğrulayan bir kitap gelip de bildikleri, tanıdıkları karşılarına dikilince, onu inkâr ettiler.” (Bakara 2/89) Bu âyetteki ‘tanıdıkları onlara gelince’ ibaresi, Hz. Peygamber’e işarettir12. Yahudiler, önceleri müşriklere ‘Bizim söylediklerimizi tasdik ederek çıkacak olan peygamberin zuhûr zamanı artık geldi, gölgesi üzerimize düştü; biz onunla beraber olup sizi, Âd ve İrem kavimleri gibi öldüreceğiz.’ diyorlardı. Fakat bu peygamber Araplar arasından çıkınca, hasetlerinden dolayı onu inkâr ettiler13. Hatta ona suikast düzenlediler; onu zehirlemeye çalıştılar; bu gibi çabalarla onu ortadan kaldırmak istediler14.
Yüce Allah, önceki kitaplarda Hz. Peygamber’i müjdelemekle kalmamış, onun ümmetini de müjdelemiş, onlardan bahsetmiş ve onları övmüştür15: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında olanlar, kâfirlere karşı çetin; kendi aralarında merhametlidirler. Onları rukû’a varırken, secde ederken görürsün. Onlar, Allah’ın lûtfunu ve rızasını isterler. Onların nişanları, yüzlerindeki secde izleridir. Bunlar, onların Tevrat’taki vasıflarıdır; İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar, filizini yarıp çıkarmış, gittikçe (gövdesini) kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah, böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara, bağışlanma ve büyük mükâfat va’detmiştir.” (Fetih 48/29) Hz. Peygamber’in ümmetine dair bu haber ve müjde, şu anki Tevrat’ta ve İncil’de de bulunmaktadır. Tevrat’taki müjde şöyledir: “(Rabb), mukaddeslerin onbinleri içinden geldi.”16 İncil’deki müjde de şu şekildedir: “Göklerin melekûtu, bir adamın tarlasına ektiği bir hardal tanesine benzer; o tane ki bütün tohumların en küçüğüdür; fakat büyüyünce, sebzelerden daha büyüktür ve ağaç olur ve göğün kuşları gelip, onun dallarında yerleşirler.”17 Hz. Peygamber’in ümmetine dair, önceki kitaplarda haberler bulunduğunu ifade eden bir âyet de şudur: “Allah için hakkını vererek cihad edin; O sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dini. O sizi, daha önceki kitaplarda da, bu kitapta da ‘müslümanlar’ diye isimlendirdi.” (Hacc 22/78)
Kur’ân’da bu şekilde ifade edilen Hz. Peygamber ve ümmetinin önceki kitaplarda müjdelenmesi konusu, Hz. Peygamber döneminde yaşanan bazı ihtidâ olaylarıyla somutlaşmıştır. Birçok yahudi ve hristiyan, önceki kitaplarda geçen tebşîrâttan hareketle müslüman olmuşlardır. Meselâ Abdullah b. Selâm’ın müslüman oluşu, bunun en bâriz örneklerindendir: Rasûlullah’ın Medine’ye geldiği haberi ona ulaşınca, hemen onun huzuruna gitti ve dedi ki: “Ya Muhammed! Sana üç soru soracağım ki, bu soruların cevabını ancak bir peygamber bilebilir: 1. Kıyamet alâmetlerinin ilki nedir? 2. Cennet ehlinin yiyeceği ilk yemek nedir? 3. Bir çocuk neden babasına çeker, neden dayılarına (anne tarafına) çeker?” Rasûlullah buyurdu ki: “Cebrail bunları hemen bana bildirdi.” Abdullah b. Selâm “O, yahudi düşmanı olan melektir.” dedi. Rasûlullah devam etti: “Kıyamet alâmetlerinin ilki, insanları doğudan batıya süren bir ateştir. Cennetliklerin ilk yiyeceği yemek, balık ciğerinin sarkmış olan ucudur. Çocuğun (anne veya babasına) çekmesine gelince; erkekle kadın cinsel ilişkide bulunduklarında erkeğin suyu, kadınınkinin önüne geçerse, çocuk babaya benzer; kadının suyu, erkeğinkinin önüne geçerse, çocuk anaya benzer.” Bunun üzerine Abdullah b. Selâm: “Şehadet ederim ki sen Allah’ın rasûlüsün.Ya Rasûlallah, yahudi milleti, asılsız isnadlarda bulunan, aşırı yalanlar söyleyen bir millettir; eğer benim hakkımda onlara soru sormadan önce müslüman olduğumu söylersen, bana akla gelmedik iftiralarda bulunurlar.” Bu sırada bir yahudi grubu geldi; Abdullah b. Selâm evin bir yerine gizlendi; Rasûlullah onlara: “Abdullah b. Selâm aranızda nasıl bir adamdır?” diye sorunca onlar: “O, en hayırlımız, en hayırlımızın oğludur; en âlimimiz, en âlimimizin oğludur.” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah “Abdullah b. Selâm’ın müslüman olduğunu söylersem ne dersiniz?” dedi. Onlar da “Allah onu bundan korusun.” dediler. Abdullah b. Selâm ortaya çıktı ve “Şehadet ederim ki Muhammed, Allah’ın rasûlüdür.” dedi. Yahudiler de “O bizim en şerlimiz, en şerlimizin oğludur.” dediler.18
Abdullah b. Amr’a, Rasûlullah’ın Tevrat’taki vasıfları soruldu. O şöyle dedi: “Evet vallahi, Rasûlullah, Kur’an’daki sıfatlarının bazılarıyla Tevrat’ta da tavsif edilmiştir: ‘Ey peygamber! Biz seni şahit, müjdeleyici ve uyarıcı; ümmîlere sığınak olarak gönderdik. Sen benim kulum ve elçimsin; sana mütevekkil adını verdim. Bu peygamber, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda bağırıp çağıran birisi değildir. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez; bilakis affeder, bağışlar. Allah, bu sapmış kavmi, ‘Allah’tan başka ilah yoktur.’ diyene, ıslah edene kadar onun ruhunu kabzetmez.'”19
Selmân-ı Fârisî’nin müslüman oluşu da Hz. Peygamber’le ilgili önceki kitaplarda geçen tebşîrâtın varlığına işaret etmektedir. Selmân-ı Fârisî, başlangıçta mecûsî idi; bir gün, birkaç hristiyanla karşılaştı ve onların dinini daha üstün görüp hristiyan oldu. Hizmetinde bulunduğu bir râhib, kendisine, “Sizden sonra kime gideyim?” diye sorması üzerine Selmân’a “Oğlum, dünyada artık bizim mesleğimiz üzere bir kimseyi tanımıyorum; lâkin, İbrahim’in dini ile ba’solunacak peygamberin zuhûru yaklaşmıştır. O peygamber, Arap toprağında zuhûr edecek ve iki taşlık arasında bir yere hicret edecektir; orası hurmalık bir yerdir. O peygamberin bazı alâmetleri vardır: O, hediyeyi kabul eder; sadakayı kabul etmez. İki kürek kemiği arasında nübüvvet mührü vardır. İmkân bulur, o diyara gidebilirsen git.” demiştir. Selmân, Medine’ye gelip Rasûlullah’la görüştüğünde, bütün o sayılan özelliklerin bu peygamberde bulunduğunu görmüş ve müslüman olmuştur20.
Herakliyus’un İslâm’a davet edilmesi üzerine yaşanan diyaloglar da konuyu teyid eder mahiyettedir: Herakliyus’a Hz. Peygamber’in davet mektubu gelince o, peygamberimizi tanıyan birisiyle konuşmak istedi. O sırada Ebû Süfyan orada bulunuyordu; kralın huzuruna çıkarıldı ve onun sorularını cevaplandırdı. Herakliyus’un sorularından birisi de şuydu: “Onlar artıyorlar mı, azalıyorlar mı?” Ebû Süfyan “Artıyorlar.” diye cevap verince o, “İman böyledir; tamamlanıncaya kadar artar.” demiştir. Herhalde Herakliyus bunu söylerken Tevrat’taki şu ifadelerden hareket ediyordu: “İşte kendisine destek olduğum kulum; canımın kendisinden razı olduğu seçme kulum; rûhumu onun üzerine koydum. O, milletler için hakkı meydana çıkaracaktır. Bağırmayacak, sesini yükseltmeyecek ve onu sokakta işittirmeyecektir. Ezilmiş kamışı kırmayacak, tüten fitili söndürmeyecek, hakkı hakikate erdirecek ve dünyada hakkı pekiştirinceye kadar zayıflamayacak ve cesareti kırılmayacak ve adalar, onun şeriatini bekleyeceklerdir.”21 Aldığı cevaplardan tatmin olan Herakliyus, onun gerçekten bir peygamber olduğunu, onun geleceğini bildiğini, ama Araplardan çıkacağını ummadığını söylemiş ve “Ona ulaşabileceğimi bilsem, onunla görüşmek isterdim. Onun yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım. Onun saltanatı, şu ayaklarımın altındaki yere kadar ulaşacaktır.” demiştir22. Hz. Peygamber’in elçisiyle başbaşa görüşmelerinde ona, birtakım minyatür insan resimleri göstermiştir. Bu resimlere bakan elçi, iki tarafında Ebû Bekir ve Ömer olduğu halde Rasûlullah Muhammed (sav)’ i görüp onu tanımıştır. Bunun üzerine Herakliyus çok duygulanmış ve şöyle demiştir: “Benim tebaam, Hristiyanlık’ı terketmeye karşıdır; aksi takdirde derhal müslüman olurdum.”23 Bu anlatılanlardan, Herakliyus’un, Hz. Peygamber’in beklenen peygamber olduğunu anladığını; Hz. Peygamber’in resminin bile önceden yapılmış olduğunu; onun, önceki vahiylerin takipçileri tarafından bu kadar iyi tanınıyor olduğunu anlamaktayız.
Tevrat’taki tebşirat sayesinde Rasûlullah’ı tanıyıp ona îmân eden yahudiler vardır; Abdullah b. Selâm, Meymûn b. Yâmîn, Kâ’bu’l-Ahbâr, Zeyd b. Su’ne, Muhayrık, Sa’lebe b. Saye ve Useyd b. Saye bunlardandır24. Hristiyanlar da Kitâb-ı Mukaddes’te haber verilen bir peygamberin gelmesini bekliyorlardı. Bizans imparatoru Herakliyus ve Varaka b. Nevfel, Hz. Peygamber’in, bu beklenen peygamber olduğunu anlamışlardı. Selmân-ı Fârisî de bu şekilde müslüman olmuştur25. Herakliyus, İbn Sûriyâ, Hayy b. Ahtab ve Ebû Yâsir b. Ahtab gibi kişiler, Hz. Peygamber’in, gerçekten bir peygamber olduğunu itiraf ettikleri halde, hasetleri ve menfaatleri yüzünden müslüman olmamışlardır26.
Bu genel girişten sonra, şimdi sırayla, kadîm kitaplarda, Ahd-i Atîk, Ahd-i Cedît ve Barnabas İncili’nde bulunan Hz. Peygamber’le ilgili müjdeleri zikredeceğiz. Bu kitaplardaki müjdeler sıralanmadan önce, kitaplar hakkında kısaca bilgi verilmiştir.
Bazı müslüman bilgeler, Hinduizm’i ‘Âdem’in dini’ diye isimlendirirler27. ‘Berâhime’ kelimesinin, Allah’ın Hindistan’a gönderdiği Âdem peygamber olduğuna inanılan ‘Berahmen”den geldiği söylenmektedir28.
Hindu kutsal kitapları üç kısma ayrılır: Vedalar, Upanişadlar, Puranalar29. Hindu Vedaları, insanlığın en eski din kitaplarıdır. Bunlar, Hindistan’da, bilge kişilerin ‘sruti (işitme, vahiy)’ yoluyla elde ettikleri Tanrısal bir vahiy ve evrenin özü konusunda temel gerçek olarak kabul edilirler30. Veda ilahilerinde daima ‘böyle işit’ deniliyor; bu, Vedaların, işitme duyusuna dayalı, yani vahye dayalı kitaplar olduğuna işarettir31. Veda dininde ve Upanişadlar’da öyle noktalar vardır ki bunlar, sahte bir zihnin eseri olamazlar. Hatta bir filozof, bir hakîm veya bir şair, bunları söylemiş olamaz32.
Vedalardan sonra üstünlük ve otorite açısından, Upanişadlar gelir33. Upanişadlardaki kutsal mesaja kulak verelim: “Bütün varlıklarda bulunan bu Tek Tanrı, herşeyin başlangıcı, sonu ve şimdisidir. Arzu ettiğim herşeyin, gördüğüm herşeyin, yaptığım herşeyin kaynağı O’dur. Bütün varlıkları, birliğinde kuşatandır. İşte böyledir Brahman. O Brahman’dır; herşeyin içinde bulunan.”34 Brahman, yüce varlıktır; gerçekte herşey Brahman’dır; başlangıçta yalnız Brahman vardı35.
Upanişadlardan sonra üstünlük bakımından Puranalar gelir. Hindular, Vedaların, Upanişadların ve Puranaların hepsinin de vahyedilmiş olduğuna inanırlar36. ‘Purana’ kelimesi, ‘eski yazılar’ anlamına gelir. Kur’an’ın ‘zübüru’l-evvelîn’37 ibaresi, bu kitaplara işaret ediyor olabilir. Puranalar, bu ‘eski kitaplar’dandır38. Puranalar’ın gerçek sahibi, Yüce Allah’tır39.
Hakkında bilgi verdiğimiz bu Hinduizm’in kutsal kitaplarının, Yüce Allah’ın vahyettiği kitaplardan olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, bu kitapların da Hz. Peygamber’in geleceğine dair müjdeler ihtiva etmeleri ihtimali vardır. Nitekim bazı âlimlerimiz, bu kitaplarda bulunan, Hz. Peygamber’le ilgili müjdeleri ortaya çıkarmışlardır. Şimdi bu müjdelerden bazılarına değineceğiz:
Hz. Peygamber’le ilgili bu övgüde, şu noktalar sıralanıyor: a) Peygamberin adı, açıkça ‘Muhammed’ olarak bildirilmiştir. b) Onun Arabistanlı olacağı bildirilmiştir. c) Peygamberin sahabesine de özel bir atıf vardır. d) Peygamber, bütün günahlardan arınmıştır. e) Peygambere, düşmanlarından korunması için yardım edilecektir. f) O şerri yok edecek, putları ortadan kaldıracak, aracı rolündeki her ilahı ilga edecektir. g) O, beşeriyetin efendisidir. Hz. Peygamber’in Panchgavya ve Ganj nehirlerinde yıkanması, onun günahlardan arınmasına işarettir; zira bu nehirler, Hindularca kutsal kabul edilirdi41.
Bu müjde, Hz. Peygamber’in gelişiyle ilgili şu işaretleri içerir:
Ayrıca bu haberde Hz. Peygamber’in, Arya akidesinin gerçekliğini doğrulayacağı ve Arya Dharma’nın, bütün dinler üzerinde hakim olacağı söylenmektedir43.
Bu anlatılan sıfatlar, Peygamber Efendimiz’e tıpatıp uymaktadır45. Hindistan Brahmanlarının kutsal kitabı olan Vedalara göre bu muharip kişi, kumlar diyarında doğacak, sonra vatanını terk edip kuzeyde bir yere iltica edecek (Bu, Peygamberimiz’in Medine’ye hicretine işarettir.); göğe değecek bir arabası olacak (Bu da mîrâca işarettir.); bu zât, deve sahibi, hikmetli bir kişi olacak; yapacağı iki büyük savaşın birincisinde 300, ikincisinde 10.000 askeri bulunacaktır46. Bu savaşlar, Bedir ve Mekke’nin fethi savaşlarıdır.
Puranalarda Arap asıllı bir peygamberin müjdesini gören Panditler (din adamları), bu kitapların tahrif edilmiş olduğu iddiasını ortaya attılar; fakat bir tahrif olmuş olsaydı, bu tahrif, kendi lehlerine olacak şekilde gerçekleşirdi47.
Kuntap Sukt’un ilk mantrası (bölümü) şöyledir: “Dinleyin ey insanlar! Bir kahramana övgü olarak, bunun için (bir şarkı) söylenecek.” ‘Övülecek kişi’ ifadesi, ‘Muhammed’ kelimesinin tam karşılığıdır. Bu mantranın metni, onun gerçekten bir tebşîr olduğunu göstermektedir. Hindular, bu sözleri dikkatle ve saygıyla dinlemekten büyük bir zevk alırlar. Bu mantrada kullanılan ‘Astvishyate’ sözcüğü, Sanskritçe’de, gelecek zaman kipinde ‘övülecek kişi’ anlamına gelir; bu, onun bir tebşîr oluşunun delilidir; bu olay, gelecek bir zamanda vuku’ bulacaktır. Dünyadaki peygamberler içinde en çok övülen ve saygı gören, Hz. Muhammed’dir. Bütün peygamberler onu övmüş ve geleceğini haber vermiştir51. Kuntap Sukt’un ikinci mantrasında, deveye binen ve arabasıyla göğe yükselen birisinden sözedilmektedir. Bu kişi, bir Hint Rişi’si (din adamı) olamaz; çünkü onlara deveye binmek yasaktı. Bu kişi, bir Arap olmalıdır ki o da Hz. Peygamber’dir. Göğe yükselen araba da, daha önce geçtiği gibi, onun mîrâcına işarettir52.
Özetle Atharva Veda, şu haberlerle Hz. Peygamber’i müjdelemektedir:
ı) O, çok cömerttir. (Mantra 12)53
M.Ö. 1000’e yakın bir dönemde, Doğu İran’da yaşamış olan Zerdüşt, esasında bir reformcudur. Onun mesajı, daha önceki dînî tecrübeye birçok yönden muhaliftir; zira o bir monoteist ve düalisttir56. Ahura Mazda, yüce Rabb’dir ve bütün zıtlıkların yaratıcısıdır57. Zerdüşt, herşeyin yaratıcısı olan, insanlara iyilik yapan tek bir Tanrı’nın, Ahura Mazda’nın (Hürmüz’ün) peygamberidir58. Rivayete göre kitap kendisine, Yüce Tanrı Ahura Mazda tarafından vahyedilmiş ve o da dini yaymak için halka vaazlarda bulunmuştur. Zerdüşt peygamber, daha önceki dini arıtıp temizlemiş, İran çok-tanrıcılığını, tek-tanrıcılığa doğru yöneltmiş ve çok yüksek bir ahlâkın kurallarını koymuştur59. Kitap, peygamberlik, âhiret inancı ve tek-tanrıcılık görüşleriyle Zerdüştlük, ilâhî bir dinin temel vasıflarını üzerinde taşımaktadır60.
Eski İran kutsal metinleri, iki ayrı bölüm halindedir: 1. Desâtir, 2. Vesta veya Zend Avesta. Bu kitapların asıl yazarının Zerdüşt olduğu söylenmektedir61.
Hz. Ali, Zerdüştlük dininin sapmasını şöyle tahlil ediyor: “Zerdüştlük başlangıçta kitap ve risalet sahibi, hak bir dindi. Aç gözlü güçlülerin ve zorbalığı destekleyenlerin elleriyle, zamanla tahrif edilmiştir.”62 Sâsânîler devrinde Zerdüştlük, düalist bir özellik kazandı63. Başlangıçta Ahura Mazda’nın sıfatları olarak kullanılan bazı kelimeler, sonraları özel isim olarak algılanmış ve ayrı zâtlar olarak görülmüş; böylece başka tanrılar ortaya çıkmış ve Zerdüştlük, bir şirk dini haline gelmiştir64.
Hz. Peygamber zamanında ve daha sonraları, Zerdüştlük dini mensuplarına ehl-i kitap muamelesi yapılmıştır65. İran’ın fethiyle müslümanlar, Zerdüştî halkla ilişkiye girmiş oldular. Onların inançlarını öğrenince, Zerdüşt’ün, ilâhî vahye mazhar olmuş bir peygamber olduğu sonucuna vardılar ve onlara, ehl-i kitaba davrandıkları gibi davrandılar66.
Zerdüşt’ün bir peygamber; Avesta ve Desâtir’in de birer kutsal kitap olduğunu düşünen bazı âlimler, bu kitaplarda da Hz. Peygamber’le ilgili müjdeler aramışlar ve bulmuşlardır:
Kâdir-i Mutlak Tanrı, Peygamber Zerdüşt’e Avesta’da şu sözlerle hitap etmektedir: “Müslüman sahabe arasında en güçlüsü ey Zerdüşt, aslî şeriatine bağlı olanlar ya da dünyayı restore edecek olan (henüz doğmamış) Soişyant’tan olanlardır.”70 Burada iki açık müjde vardır: Zerdüştlük’ü yenileyen birisinden bahsedilmesi ve bizzat Hz. Muhammed’in adının geçmesi. Hz. Peygamber, bütün dünya dinlerini ıslah etmiş ve dine yeni bir soluk vermiştir. Bu din, sahabesi aracılığıyla bütün dünyaya yayılmıştır71.
Bir başka yerde şöyle denilmektedir: “Adı Muzaffer, Soişyant ve Astuat-erate olan. O, bedenli bir varlık olarak, putperestlerden gelecek bir tahribe karşı duracaktır.”72 Bu ifade, Hz. Muhammed’den başka hiçbir peygambere bu kadar uymaz. Onun hayırlı ve muzaffer oluşu, Mekke’nin fethinde belli olmuştur. O, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmiştir (Enbiyâ 21/107). O, hem putperestleri, hem de yoldan çıkmış Mazdekleri (Mecûsîleri) ıslah için gönderilmiştir73.
Zend Avesta’nın ilk kısmı olan Vendidad’da ve aynı kitabın ikinci kısmı olan Yasht’ta, Zerdüşt’ün, kendinden sonra ortaya çıkacak bir nesebi olduğundan bahsedilmektedir. Bir kadının Kasava Gölü’nde yıkanacağı ve gebe kalacağı; söz verilen peygamberi, ‘Astuat-erata’ yani ‘Soişyant’ı doğuracağı anlatılmaktadır. Bu kişi, Zerdüştî îmânını koruyacak, şerri yok edecek, putlara ibadeti ortadan kaldıracak ve insanları Zerdüştlük dinine davet edecektir74. Bahsedilen Kasava Gölü, maddî bir göl değildir; o, Kur’ân’ın “Biz sana kevser’i verdik.” (Kevser 108/1) şeklinde bahsettiği, rûhî bir kaynaktır. Bu kevser, Kur’ân’ın ta kendisidir; o, bütün peygamberlerin ortak mesajını içerir75. Zerdüştî îmânın korunuşu ile ilgili haber de, şu örneklerde görüldüğü gibi, gerçekleşmiştir:
‘Buda’, Pali dilinde ve Sanskritçe’de ‘uyanmış’ anlamına gelir78. Buda’ya irfan (vahiy), bir incir ağacının altında gelmiştir79. Buda, putlara tapmayı yasak etmiş, putları kırmıştı; fakat ölümünden sonra budistler, onun heykelini yapıp tapmaya başlamışlardır80. Bazı âlimler, Kur’ân’da adı geçen Zülkifl’in, Buda olduğunu söylemişlerdir81. Onlara göre Kifl, Buda’nın doğum yeri olan Kapilavastu’nun Arapçalaşmış şeklidir; Zülkifl, ‘Kapilavastulu’ demektir.82 Diğer taraftan, Kur’ân’daki Tîn Sûresi’nde zikredilen incir ağacının, Buda’nın altında Nirvana’ya ulaştığı ağaç (Bodhi) olduğu da söylenmiştir83.
Budizm’in kutsal metnine, Sanskritçe’de Tripitaka; Buda’nın dili olduğu sanılan Pâli dilinde de Tipitaka (Üç Sepet) adı verilmiştir84. Hint uzmanı Max Müller’e göre Brahmanizm dini; yani Hinduizm, kutsal kitapların en eskisine sahip bulunmaktadır; Budizm ise, kutsal kitapların en kalınına sahip olmakla övünebilir85.
Rasûlullah, inanç ve vicdan hürriyetini yahudi, sâbiî, hristiyan ve mecûsîlere tanımış bulunuyordu; Hulefâ-i Râşidîn devrinde onun sahâbîleri, aynı hoşgörü ve hürriyeti, berberî, budist ve brahmanlara da tanımakta hiçbir sakınca görmediler ve bu konuda bir güçlükle de karşılaşmadılar86.
Budizm’in kutsal kitaplarında, Hz. Peygamber’le ilgili bir müjde vardır. Onun bu kitaplardaki ismi, ‘Metteya’ veya ‘Maitreya’dır: “Ananda, mukaddes kişiye (Buda’ya) sordu: ‘Sen gittiğin zaman bize kim öğretecek?’ Mukaddes kişi cevapladı: ‘Ben, yeryüzüne gelen ilk buda değilim; son da olmayacağım. Zaman içinde dünyaya başka bir buda gelecek; bu kişi, kutsal, tam anlamıyla aydınlatılmış ve davranışları hikmet dolu bir kişidir. O, meleklerin ve ölümlülerin efendisidir. Size, benim de öğrettiğim ebedî hakikati açıklayacaktır. Dinini, amacını bildirecektir. Benim şimdi ilan ettiğim şekilde, en mükemmel ve en saf dînî hayatı ilan edecektir. Onun şakirtlerinin sayısı, binlerce olacaktır; oysa benimki yüzlercedir.’ Ananda sordu: ‘Onu nasıl tanıyacağız?’ Mukaddes kişi cevapladı: ‘O, Maitreya olarak bilinecek.'”87
Buda, Sariputta’ya şöyle dedi: “Bizim devrimiz, mutlu bir devirdir. Ulu Buda benim; fakat benden sonra Metteya geliyor. Bu mutlu çağ devam ederken, onun yıllarının sayısı tükenmeden önce, bu Buda, ‘Ulu’ denilen Metteya ve bütün insanların önderi gelecek.”88
Gautama Buda, dini tamamlayamadığını, kendi takipçisi olarak gelecek olan Maitreya veya Metteya’nın bu işi tamamlayacağını önceden haber vermiştir89. Buda, etrafındakilere: “Ben size her şeyi söylemedim, vazifemi yapmadım; benden bin sene sonra biri gelecek ve benim dinimi tamamlayacak. Siz ona uyun. Onun adı, Metteya (Maitreya)’dır.” demiştir. Buda, M. Ö. 480’de vefat etmiştir; Hz. Peygamber de M. S. 571’de doğmuştur; Buda’dan bin sene sonra gelecek olan ve adı ‘âlemlere rahmet’ olan kişi, Hz. Peygamber’den başkası değildir90; zira bu kişinin adı, Pâlice’de Metteya; Sanskritçe’de Maitreya’dır91; bu iki kelime de, ‘rahmet’ anlamına gelmektedir. Kur’ân’da, Hz. Peygamber’in bütün âlemlere, bütün insanlığa rahmet olarak gönderildiği (Enbiyâ 21/107) bildirilmektedir. Öyleyse Maitreya veya Metteya, Hz. Muhammed (sav)’dir92; ama budistler hâlâ bu Metteya’yı beklemektedirler93. Tibet ve Moğolistan dağlarına ‘Gel Maitreya gel!’ yazısı kazınmıştır94. Budistler, bazen boyu 21-21 metreyi bulan Maitreya heykelleri inşa etmektedirler95; halbuki o beklenen Maitreya gelmiştir; o, Hz. Muhammed (sav)’dir.
Ahd-i Atik (Eski Ahid), üç ana bölümden oluşur: a) Tora (Tevrat), b) Neviim (Peygamberler), c) Ketuvim (Kitaplar)96. Tora, Hz. Musa’ya indirilmiş olan ve beş bölümden oluşan kutsal kitaptır; bölümleri şunlardır: a) Tekvin, b) Çıkış, c) Levililer, d) Sayılar, e) Tesniye97. Neviim (Peygamberler) bölümünde, İsrailoğullarına gönderilmiş peygamberler sıralanır. Bu bölüm, yirmibir alt başlık ihtiva eder. Ketuvim (Kitaplar) bölümü de, Mezmurlar’ı (Zebur’u) da içine alan onüç bölümden oluşur98. Bu kısa bilgilerden sonra, şimdi, Ahd-i Atik’te geçen Hz. Peygamber’le ilgili müjdeleri sıralayacağız:
Yüce Allah bu sözleri, Hz. Musa’ya hitaben söylemiştir. Hz. Musa, İsrailoğullarından idi. İsrailoğullarının kardeşleri, İsmailoğullarıdır. ‘Kardeşleri arasından’ ifadesi, bu peygamberin, İsrailoğullarının kardeşleri olan İsmailoğullarından olacağını, onların arasından çıkacağını ifade etmektedir100. Hz. Muhammed (sav), İsmailoğullarından, yani Araplardandır.
‘Senin gibi bir peygamber’ ifadesi, gelecek olan bu peygamberin, Hz. Musa’ya benzer olduğunu, onun gibi müstakil bir şeriate sahip olacağını ifade etmektedir. Müstakil bir kitap ve şeriat getirme bakımından, dünyevî ve uhrevî olarak muktedir bir peygamber olma bakımından Hz. Musa ile Hz. Muhammed birbirlerine benzerler101.
Allah’ın, kelamını onun ağzına koyması, o peygamberin ümmî olacağını, sadece kendisine vahyedileni insanlara duyuracağını ifade eder. Hz. Peygamber ümmî idi; okuma-yazması yoktu; Kur’ân’ı, şifâhî olarak, ezberinden okurdu ve yalnızca kendisine vahyolunanı okurdu. (Necm 53/3-4)102 Hz. Musa’nın, İsmailoğullarından çıkacağını, kendisi gibi müstakil bir şeriat ve kitap sahibi olduğunu ve ancak kendisine vahyolunanı okuyan ümmî bir insan olduğunu söylediği bu peygamber, Hz. Muhammed (sav)’den başkası değildir103.
Hristiyanlar, bahsedilen bu peygamberin Hz. İsa veya Hz. Yuşa olduğunu söylemektedirler; fakat bu peygamberler, Hz. Musa gibi müstakil bir şeriate sahip olmadıklarından ve kendileri de İsrailoğullarından olduklarından dolayı, buradaki tarife uymazlar104.
Sînâ Dağı, Hz. Musa’ya Tevrat’ın verildiği yerdir. Saîr, Hz. İsa’ya İncil’in indirildiği Nâsıra civarında bir yerdir. Faran (Paran) da, Mekke’nin eski adıdır106. Hz. Peygamber’in doğduğu ve peygamber olduğu şehir, Mekke’dir. Tevrat’ta, Hz. İsmail’in ve Hacer vâlidemizin bu bölgede oturduğu anlatılmaktadır: “(İsmail), Paran çölünde oturdu ve anası ona, Mısır diyarından bir kadın aldı.”107 Kur’ân’da da Hz. İbrahim’in, zürriyetinden bir kısmını, Beytü’l-Haram’ın yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdiği108, bu evin temellerinin de İbrahim ve İsmail tarafından yükseltildiği109 belirtilmektedir. Bu vadi Mekke vadisi; bu ev de Kâbe olduğuna göre, Hz. İsmail ile annesinin yerleştiği yer, Mekke’dir110.
Rabb’in Sînâ’dan gelmesi, Tevrat’ın Hz. Musa’ya Sînâ Dağı’nda inmesini; Saîr’den doğması, İncil’in Hz. İsa’ya Saîr civarındaki Nâsıra’da inmesini; Faran Dağı’ndan parlaması da, Kur’ân’ın Hz. Muhammed’e, eski adı Faran olan Mekke’de inmesini ifade etmektedir111.
Ahd-i Atik’in bütün tercümelerinde bu ‘Şilo’ kelimesi aynen korunmuş, tercüme edilmemiştir113. Bu kelimenin mânâsıyla ilgili üç ihtimal düşünülmüştür:
İlginç olan bir şey, bu kelimenin, Tevrat’ın başka hiçbir yerinde geçmemesi ve diğer peygamberler için kullanılmamış olmasıdır117. Kelimenin bütün anlamları, Hz. Muhammed (sav)’e uymaktadır; öyleyse Şilo, Hz. Muhammed’dir118. Hz. Peygamber, Kur’an ve askerî güçle gelmiştir. Şilo’nun yahudi olmayan birisi olması gerekir ki, onun gelmesiyle birlikte saltanat ve hükümdarlık, Yahuda’dan, yani onun soyundan olan yahudilerden gitmiş olsun, onlardan alınmış olsun119. Şilo, Hz. İsa olamaz; Çünkü o da ana tarafından Yahuda soyundandır, İsrailoğullarındandır120.
Bu âyetlerde, açıkça Hacer vâlidemizin, Hz. İsmail’le soyunun çoğalacağı ifade edilmektedir122. Yine Tekvin’de Hz. İbrahim’in Hacer’i ve Hz. İsmail’i Paran çölüne yerleştirmesi; Hacer’in orada su ararken sabrının tükenmesi anlatılmakta ve devamla “Kalk, çocuğu kaldır, onun elinden tut; çünkü onu büyük millet yapacağım.”123 denilmektedir. Başka bir yerde de şöyle denilmektedir: “(Ey İbrahim) İsmail için yaptığın duâları kabul ettim; onu bereketlendirip büyüteceğim ve onu ziyadesiyle çoğaltacağım. Oniki beyin babası olacak ve onu büyük millet yapacağım.”124 Araplar, Hz. Peygamber’le birlikte büyük millet olmuşlardır125. Hiçbir peygamberin ümmeti bu kadar çok olmamıştır. Burada, Hz. Peygamber’in şu hadisi akla gelmektedir: “Ben, atam İbrahim’in duâsıyım.”126 Hz. İbrahim “Onlara, kendi içlerinden, senin âyetlerini okuyan, onlara kitap ve hikmeti öğreten, onları temizleyen bir peygamber gönder.” (Bakara 2/129) diye Allah’a duâ etmişti. Hz. Muhammed, bu duânın gerçekleştiği peygamberdir127.
Bu şekilde kendinden bahsedilen cahil kavim, Araplardır; çünkü onlar cahil ve bedevî idiler129. Onların ne şeriat bilgileri, ne dînî bilgileri, ne de dünyevî bilgileri vardı. Ayrıca, Hz. Hacer’den, yani bir cariyeden olma Hz. İsmail’den türedikleri için, yahudiler tarafından küçümsenirlerdi. Kur’ân, Arapların cehaletini şöyle ifade ediyor: “Onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Cuma 62/2) Yüce Allah, bu cahil kavim arasından bir peygamber çıkararak onları yüceltmiş, onları dalâletten, sapıklıktan kurtarmıştır.
“Yapıcıların reddettiği taş, köşenin baş taşı oldu; bu, Rabb’den oldu ve o, sizin nazarınızda şaşılacak bir iştir. Rabb’in yarattığı gün budur; o günde seviniriz.” 130 Bu ifadenin de teyid ettiğine göre, tarih boyunca nam salmış milletler tarafından millet sayılmayan Araplardan olan; bir öksüz ve fakir olmasından dolayı bizzat Arapların peygamberliğe lâyık görmediği bu peygamber, âyette zikredilen köşe taşı olmuş, peygamberler sarayının baş tâcı olmuştur131. O, şöyle buyurmuştur: “Benimle diğer peygamberler, bir köşke benzeriz: Yapısı çok güzeldir; yalnız bir köşesinde bir taşın yeri boştur. Görenler, bu köşkü gezerler ve o taşın olmaması dışında, binanın güzelliğine hayran kalırlar. İşte o taş benim; o bina, benimle tamamlandı. (Peygamberlik de benimle son buldu.)”132
Burada kendisinden bahsedilen kişi, Hz. Peygamber’dir. Abdullah b. Amr’a Rasûlullah’ın Tevrat’taki vasıfları sorulduğunda o, bu vasıfları saymıştır; bu vasıflardan biri de şudur: “Bu peygamber, kötü huylu, katı kalpli ve çarşılarda bağırıp çağıran biri değildir.”134
Herakliyus, Ebû Sufyan’a Hz. Peygamber hakkında birçok soru sormuştur; bu sorulardan biri de şudur: “Onlar artıyorlar mı, azalıyorlar mı?” Ebû Sufyan, “Artıyorlar.” diye cevap verince Herakliyus, “İman böyledir; tamamlanıncaya kadar artar.”135 demiştir. Bu iki vakıa, İşaya’dan naklettiğimiz bölümde bahsedilen kişinin, Hz. Peygamber olduğunu göstermektedir.
Burada geçen İnsanoğlu (Barnaşa) ifadesi, Hz. Muhammed’e işaret etmektedir137. ‘Göklerin bulutları ile geldi’ ibaresi de Hz. Peygamber’in mîrâcına işarettir138. ‘Yeryüzünün bütün milletleri onun emrine girecektir ve onun saltanatı ebedîdir’ ibaresi de, Hz. Peygamber’in risaletinin bugün vardığı noktayı göstermektedir139; zira dünyanın her köşesinde onun getirdiği dine mensup insanlar mevcuttur.
ı) İyiliği sevip günaha kızması,
Protestanlar, bu peygamberin Hz. İsa olduğunu; yahudiler ise bu peygamberin henüz gelmediğini söylerler; fakat bu sıfatların hepsi, Hz. Muhammed (sav)’de mevcuttur. Özellikleri sayılan bu peygamber, Hz. Peygamber’dir145. Hz. Peygamber, çok güzel bir insandı; gösterdiği hikmet ve bilgi incelikleri sonsuz idi; din düşmanlarına karşı savaşmıştı; Arapların en kuvvetli pehlivanlarını yenmesi de gücünün büyüklüğüne delildir; doğruluk ve güvenilirlik vasıflarını, düşmanları bile kabul ederlerdi; atış aletleri kullanması, şeriatinin gereğidir; Araplar ve diğer milletler onun dinine uymuşlardır; Hayber kumandanı Ahtab’ın kızı olan Safiyye, onun cariyesi olmuştur. Hz. Peygamber, bütün güzel huylarla muttasıf, bütün çirkinliklerden uzak idi. Necâşî ve Mukavkıs, ona çeşitli hediyeler göndermişlerdir. Ümmetinden zengin olanlar, meselâ Hz. Osman, onun emrinde mallarını cömertçe infak etmişlerdir146. Allah, bütün mü’minlere, peygamberlerine salât ve selâm getirmelerini ve ona saygı göstermelerini emretmektedir147. Böylece peygamberin ismi, nesilden nesile saygı ve şükranla anılmaktadır. Ayrıca günde beş defa okunan ezanla, Hz. Muhammed’in peygamberliği ilan edilmekte, mübarek ismi anılmaktadır148.
Hz. Peygamber’le ilgili bu müjdelerden başka, Tevrat’ta, onun ümmeti ile ilgili de bir müjde mevcuttur. Kur’an’da Fetih Sûresi’nde şöyle denilmektedir: “(Muhammed’in) yanında bulunanlar, kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları, rukû’a varırken, secde ederken görürsün. Onlar, Allah’ın rızasını ve lûtfunu isterler. Onların nişanları, yüzlerindeki secde izleridir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır.”(Fetih 48/29) Tevrat’ta bu şekilde geçtiği bildirilen Hz. Peygamber’in ümmetine dair müjde, şu ifade olabilir: “Rabb Sînâ’dan geldi; onlara Saîr’den doğdu; Paran (Mekke) Dağı’ndan parladı ve mukaddeslerin onbinleri içinden geldi.”151 Bu ifadede Hz. Peygamber’in sahabesi hakkında ‘mukaddes (mübarek) kişiler’ tabiri kullanılmıştır152.
Celil KİRAZ
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Sayı: 10, Cilt: 10, 2001
Arş. Gör., Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı.