Bir imtihanlar zinciridir hayat baştanbaşa. Tâ çocukluktan başlar insanoğlu için imtihanlar. Ve ruh bedenden ayrılacağı âna kadar da devam eder durur. Anlayıp sezebilenler için bu küçük küçük imtihanlar, birer eleme ve finale kalan ruhların tesbit edilmesiyle alâkalıdır; insanoğlunun vicdanında ve ruhanîlerin gözünde tesbit edilmesiyle…
Çeşit çeşittir imtihanlar ve bütün bir hayat boyu, değişik boy ve derinlikte devam eder dururlar: Mektebe alınma imtihanı, sınıf geçme imtihanı, mektep bitirme imtihanı; evlâdın babadan, babanın evlâttan bulma imtihanı ve daha bir sürü imtihan… Hele bunlar arasında insanî düşünce ve yüksek ideallerinden ötürü “ saf dışı” edilme ve vatandaşlık haklarından mahrum bırakılma imtihanı oldukça ağır ve gurur kırıcıdır.
Bir de düşmanın amansızlığı ve insafsızlığı yanında, vefasız dostların eliyle çekilen imtihanlar vardır ki; doğrusu dayanılması en güç olan imtihan da işte budur. Zira, düşmanın hasımca vaziyeti, insanlık ve mürüvvetle telif edilmese bile, düşmanlık mantığına uygundur. Hatta düşünce yapısı, dünyaya bakış keyfiyeti ve değer hükümlerindeki farklılıklar çoğaldıkça da bu husumetin artması -aynı mantıkla- tabiî görülebilir. Ne var ki, aynı kader çizgisinde kavga verenlerin, aynı duygu ve düşünceleri paylaşanların kıskançlık ve rekabet hissiyle, gammazlamalara düşmeleri, kat’iyen akıl ve mantıkla telif edilemez. Hele insanlık ve mürüvvetle asla..!
Evet, böyle vefa umulan bir yerden ihanet ve cefa görmek, hem acı hem de oldukça düşündürücüdür. Ama neylersin ki; aldatmanın akıllılık, inhisar-ı fikir28 ve saplantıların sadakat, bağnazlığın muhafazakârlık sayıldığı bir dünyada, bu kabîl iptilâ ve imtihanlar eksik olmayacağından, bilip dayanmadan başka da çaremiz yoktur. Evet, fert olarak, aile olarak ve toplum olarak;
“Gelse celâlinden cefa
Yahud cemâlinden vefa
İkisi de câna safâ
Lütfun da hoş kahrın da hoş.”
deyip dayanma mecburiyetindeyiz.
Dünden bugüne, yer yer düşmanlarından ve zaman zaman da dost kılığına bürünmüş hasımlarından, devamlı ihanet darbeleri yiyen ve sürekli olarak hırpalanan bu millet, bütün tarih boyunca imtihanların en acı ve en ağırlarını gördü. En korkunç hıyanetlere maruz kaldı. Gün geldi ki dört bir yandan bütün dünya onun üzerine at sürdü ve onu ablukaya aldı. Hatta bu dönemde, onun bütün bütün tarihten silineceği zehabına kapılanlar da oldu. Ama o, bu ölüm kalım imtihanlarını da atlatarak bir kere daha bütün bir hasım dünyanın plânlarını altüst etti. Belki o, bundan sonra da bir kısım imtihanlar görecek, tekrar tekrar ırgalanacak, karşısına ateşten tepeler, kandan irinden deryalar çıkacak; ancak, bütün bunlar onun, kendini yenilemesine ve metafizik gerilimine yardımcı olacaktır. Zira o bunlarla dost ve düşmanını tanıyacak, bunlarla bilenecek, bunlarla düştükten sonra doğrulup kalkmanın ve kendine gelmenin yollarını öğrenecektir…
İnsan imtihanlarla saflaşır ve özüne erer. Hayat, imtihanlar sayesinde yeknesaklıktan kurtulur ve renklilik kazanır. Ruh imtihan gördüğü nispette olgunlaşır ve büyük işleri göğüsleyebilecek hâle gelir. Geçirilen imtihanın ağırlığı ve soruların terleticiliği nispetinde, fert, insanlık mektebinde sınıf geçmeye ve yükselmeye hak kazanır.
İmtihanın olmadığı bir yerde ferdin saflaşıp özüne ermesinden, toplumun gerilip çelikleşmesinden bahsedilemez. İmtihanla sıkışan ve büzülen ruhlardır ki yay gibi gerilir, ok gibi fırlar ve bir solukta hedefe ulaşırlar. Evet, sabah akşam onların çevrelerinde dolaşıp duran endişeler, yer yer yuvalarını sarsıp geçen açlıklar, susuzluklar, sıkıntılar, hatta mal ve canlarına gelen zarar ve ziyanlar, beklenmedik şekilde hâdiselerin demir paletleri altında kalıp ezilmeler, onları en sert çelikler hâline getirecek ve istikbale hazırlayacaktır.
İmtihan görmemiş ölü gönüllerin ve ham ruhların, nefisleri adına insanlığa yükselmeleri bahis mevzuu olmayacağı gibi, içinde yaşadıkları topluma da en küçük bir menfaatleri dokunmayacaktır.
Elmas gibi ruhların, kömür tıynetli kimselerden ayrılması imtihana bağlıdır. İmtihanın olmadığı bir yerde, altını taştan, topraktan; elması da kömürden tefrik etmeye imkân yoktur. Ve yine imtihanın olmadığı bir yerde, en uğursuz ruhlar en yüce kametlerle iç içedir. İmtihanla, melekler gibi sâfi ruhlar, habis ruhlardan ayrılır ve kendileri için mukadder zirvelere ulaşırlar.
Bunun böyle olduğunu bilen hakikate âşina bir gönül için her imtihan, insanı gökler ötesi âlemlere uçuran bir kanat ve imtihanda görülen her sıkıntı da ona güç ve canlılık kazandıran bir iksirdir. Böyle birinin nazarında ateşlere atılmak, Yaratıcı’nın dostluğuna doğru atılmış en güçlü bir adım; çarmıhlara gerilmek de O’na yükselmenin yüce birer vesilesi sayılır.
Evet, gönlünü en yüce ideallerle donatmış birisi için, her yeni imtihan onun azmine indirilmiş bir kamçı, iradesini şahlandıran bir efsun ve gönül kadranını aydınlatan bir ışıktır. O gördüğü her imtihanla kristaller gibi berraklaşır; yay gibi gerilime geçer ve adım adım, gönlünde kurduğu Cennet’lere doğru yükselir.
Kahrı-lütfu bir bilmeyen mürde gönüller[1] varsın bundan bir şey anlamasınlar. Geçen hakikatin mealine gönül vermiş idealistler, bu uğurda çekilen ızdıraplardan daha zevkli bir şey tanımayacaklardır. Ocaklar gibi yansalar dahi, âh u efgân edip ağyâra dert yanmayacaklardır. Ne dostların vefasızlığı ne de düşmanın insafsızlığı onları millet ve vatan yolunda hizmetten alıkoyamayacaktır. Ve işte, ahd ü peymânları30 da şöyle olacaktır:
“Felek esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin,
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetten.”
Ruhun şâd olsun N. Kemâl!
Yazar: Fethullah Gülen, Sızıntı, Temmuz 1982, Cilt 4, Sayı 42
Hizmet etme kadar, yaptığımız hizmetin isabetli olması, Allah ve Rasulü’nün (sallahu aleyhi vesselam) rızası doğrultusunda olması çok önemlidir. Hizmet etmenin yüzlerce yolu vardır; kimi uzun, kimi kısa, ama çağının çocuğu (ibn’üz-zaman) olan zatın ortaya koyduğu yol ve yöntemin peşinden gitmek nasip ve seçilmişlik işidir. Bunun bir kıymet olduğunu bilip ona göre hareket etmelidir.
Bu öyle gayretlerin neticesinde elde edilecek şeylerden değildir. Neden mi; bir misal: Bir delikanlı, yeni okulunu bitirmiş, içi kıpır kıpır hedefi istikametinde yurtdışında hizmete koşmalıyım deyip yola çıkar. Adını bilse de yerini haritada gösteremeyeceği o yere giderken, kendisini karşılayacak bir aşina yüzün olmadığını da bilerek çıkar yola. Kendisini havaalanında başka bir misafiri karşılamaya gelen fakat misafir gelmediğinden geri dönmekte olan kişi ile tanışıp o ülkede okul açma niyetinden bahsedince karşısında buna müzahir birini bulur. Şimdi soralım ve Hocaefendi’nin deyimi ile söyleyelim; öyle bir gemide yol alıyoruz ki, geminin ne yelkeni var, ne de havada rüzgâr var. Ama gemi hedefine doğru tam istikamet gitmektedir. Biz buna bu iş ancak Allah’ın işidir demekten başka ne diyebiliriz.
Yüzlerce örneğinin gösterileceği ve Uzakdoğu’dan, Yakındoğu’ya, oradan Amerika ve Afrika’ya yedi kıtada farklı coğrafya ve kültürlere uzanan bu fikir ve aksiyon insanları neticesi itibariyle bu dava “Allah’ın davası” demekten başka bir itirafları olamayacaktır. Bizlerin bu hizmette istihdam olunma şerefi ise baş-göz üstüne.
Şöyle dönüp bakmalı kırk yıldır izinden gidilen bu hizmete Allah’ın nasip ettiği, Sahabeden sonra kimseye bu ölçüde nasip olmadı. Dünyanın bugün itibariyle 160 ülkesine sevgi ve barış köprüsü kurmak, bir ayağını manevi noktaya güçlü bir şekilde sabitleyen bu hareketin fikir yapıcısının ve ona inanan yoldaşlarının nasibi.. Ama “ bu yol uzundur, geçidi çoktur, derin sular var ” misali imtihanı olan bir yol. “Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır…” (Tevbe.111) ayetiyle hedefin çok yüce olduğunu ifade ettiği bir yol.
O devrin siyasileri İmam-ı Azam’a, İmam-ı Rabbani’ye zulmettiler hapsettiler sürgünde ölmesini sağladılar. Niyaz-i Mısri’ye zulmeden o devrin padişahları sürgüne gönderip etrafını dağıtmak istediler. Mevlânâ Halid-i Bağdadî’ de yine kendi devrinde ciddi istintaka tabi tutulup bazı dinî ve idarî çevrelerin iftira ve baskıları ile öldürülme teşebbüslerine maruz kalmıştır. Bediüzzaman Hazretleri ömrü boyunca sıkıntılardan, esaretlerden, memleket hapishanelerinden bir an dur kalmamıştır.
Bütün bu misaller bu yolun sıkıntılarla dolu olduğunu, ama cennete giden bir yol olduğunu göstermektedir. Rıza-i İlahi yolunda Yunusvari;
Ya gonca gül, yahut diken, Ya hayattır, yahut kefen. Nârın da hoş, nurun da hoş, Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Diyebilmek eastır. Ama lütufların sağnak sağnak yağdığı dönemde bunu demek yanında kahır döneminde de diyebilmek ve kendimize çekidüzen vermektir babayiğitlik.
]]>