NeFeKa kelimesi sözlükte, Arap tavşanı, tarla faresi ve kertenkele gibi köstebekgiller familyasının yuvalarından bir diğerine hızlıca geçmesi, durmadan tünel kazması, kafasını hızlıca çıkarıp sokması, bir yerde sâbit durmaması’ gibi anlamlara geldiği gibi ‘eksilmek, tükenmek, yok olmak, gizlice geçip gitmek’ manalarıyla birlikte, ‘ikiyüzlülük, dedikoduculuk, geçimsizlik, yalan, hile, kandırma, riya, içindekinin zıddını söyleme, söylediğinin tersini gizleme” gibi anlamlara gelir.
Terim manası ise, kalbiyle inanmadığı halde inkârını saklayıp dili ile inandığını söyleyen, zâhiren Müslüman gibi gerçekte ise kâfir olan, olduğu gibi görünmeyen kimsedir. Köstebeğin gizli çıkış yerine nâfika denmesine kıyas edilerek ikiyüzlü olan bu tipe münâfık denmiştir. Münafığın bu davranışına nifak denir. Nifakın esası, kalben ve gizliden gizliye inanmaz iken, dil ile iman ikrarında bulunmaktır. Amel-söz uyuşmazlığı, nifakın en temel öğesidir.
Münafığın halini ifâde eden nifak kelimesi, “NeFeKa” fiilinin üçlü yapısından geldiği halde, münafık kelimesi “NeFeKa” fiilinin dörtlü yapısının mufâale kalıbından gelir. Bu son derece manidardır. Zîrâ bu kalıp müşâreket/isteşlik ifade eder. Bu kalıbın kullanılması, münafığın gerek kendine, gerek Allah’a gerekse başkalarına karşı net bir tavır sergilemeyip ikili bir pozisyonda olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koyar.
Nifakın Çeşitleri
Nifak, kalbte olursa küfür, amelde olursa suçtur. Bu yüzden münafıklardaki nifak hâli îtikâdî ve amelî olarak iki grupta toplanır.
İtikâdî Nifak: Bu çeşidi hâlis ve kısmî olmak üzere iki türlüdür. İnanmadığı halde inanmış görünmek hâlis nifaktır. Kısmî nifak ise, imân ile nifak arasında gidip gelmek, bocalayıp durmak, tereddütle birlikte sürekli çatışma halinde olmaktır.
Amelî Nifak: İtikadında nifak söz konusu olmayan bir Müslüman’ın bazı tutum ve davranışlarında amel yönüyle nifak içinde bulunma halidir.
Münafıkların Kur’ân’da Zemm Edilmesi
Kur’ân münafıkları birçok farklı şekillerde zemmetmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Müjdele” ifadesi tehekkümî (alaylı) bir üslûptur. “Korkut” kelimesi yerine alaylı bir tarzda “müjdele” denmiştir.
Küfürlerine bir de İslam’la alay etmeyi ekledikleri için cehennemin en derin yeri onlara ayrılmıştır.
Temsildeki ateşi yakan kimse, münafığa; çevrenin aydınlanması iman izharına, ateşin sönmesi iman etmiş görünerek elde ettiği faydaların kesilmesine işaret eter. Sahte de olsa imanlarını izhar ettikleri için, canlarını mallarını ve evlatlarını korudular. Üstüne bir de ganimet aldılar. Ayetteki “nur” ile ifade edilen bu dünya menfaatları olabilir. Münâfıkların beş duyu organları zahiren sağlamdır, ama hakikatte gerçek fonksiyonlarını icra etmez. Bu yüzden kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzükoyun haşredileceklerdir.
Burada açık istiare vardır. Bir şey alırken bir bedel ödenir. Akıllarıyla övünen münafıklar hidayeti verip, dalâleti satın aldılar. Dolayısıyla zararlı bir alışveriş yaptılar. Çünkü ticâri ilişkilerde hem sermayeyi koruma hem de kâr etme maksadı vardır. Bunlar ise her ikisinde de zarardadırlar. Hem iman sermayesini kaybetmişler hem de iman çekirdeğinin meyvesi cenneti yitirmişlerdir. Çiftli yüzlü münafıkların iki yönden de zararda oldukları ayetin son cümlesiyle vurgulanmıştır.
Bu ayette benzerlik yönü birden fazla olduğu için temsilî teşbih vardır. Münafıklar, Yahudileri Müslümanlara karşı savaşa kışkırtma hususunda “şeytan” gibidirler. Çünkü şeytan insanı devamlı küfre davet eder, Allah’a karşı isyana kışkırtır ve bunu yaparken Allah’tan korkmaz. İnsan küfredince de, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, der işin içinden sıyrılmak ister. Şeytanın bu sözü yalan ve riyâdır. Şayet Allah’tan gerçekten korksaydı, emrine uyar ve isyan etmezdi. Bu ayet ile Bakara suresindeki “Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında” ayeti arasında bağlantı olabilir. Orada kastedilen, Yahudiler burada ise münafıklardır. Demek ki her iki grup ve şeytan kötülükte birleşip şer üçgeni oluşturmuşlar. Münafıklardan en çok bahseden Tevbe ve Münâfikûn sûreleri vardır. Bu iki sureye çok kısa göz atalım.
Tevbe Sûresinde Zemm: Tevbe sûresine zemm açısından genel olarak baktığımızda, Münâfıkların şu hususlarda yerildiklerini görüyoruz.
Tevbe Sûresi 42-49 ayetleri Tebük savaşına katılanları övüyor, geri kalanları ise yeriyor. Bu yergiyi haber verme ve itnâb üslûbuyla yapıyor. İtnâpla açıkladığı hususlar, Münafıkların yalanları, kaplerindeki şüpheleri ve iman etmede kararsız olmalarıdır. Savaşa gitmemek için bahane uydurmaları yerilmiştir. Çünkü savaştan geri kalmak çok büyük bir ayıptır. Savaşa ancak, yaşlılar, sakatlar, çocuklar ve kadınlar gitmez. Yani, ne diye ödlek tavuklar gibi savaştan kaçıyorsunuz veya koca karılar gibi evde oturuyorsunuz. Zaten gitseniz de fitne çıkarmaktan başka bir iş yapmazsınız, denerek azarlanmışlardır.
Bu ayetler, münafıkların iyi amellerinden herhangi bir şeyin, Allah katında makbul olamayacağına delâlet etmektedir. Çünkü onlar, iman etmezler, ibadette gevşektirler ve isteyerek vermezler. Kâfir vasfına bedel fâsık sıfatı seçilmesinin sebebi, münafıkların imanı izhar edip küfrü gizlemeleridir. Fâsık olmaları te’kîd sanatıyla bildirilmiştir. Sonra bu hükmün sebepleri itnâp ve tezyîl sanatlarıyla açıklanmıştır. Bu ayetler münafıkların âhirete yönelik ümniyyelerini boşa çıkarmıştır. Dünyadaki mallarının ve evlatlarının da imrenilecek yanı olmadığı belirtilerek dünyaya yönelik umutları da suya düşürülmüştür. Daha sonra da menfaat için yalan yere yemin etmeleri ve tamahkârlıkları yerilmiştir.
Burada benzeme yönü hazfedildiği için teşbih-i beliğ sanatı vardır. Yani o, her gelen sesi ayırt etmeden içine alan bir kulak gibidir. Münafıkların “kulak” sözünden kastettikleri şudur: “O peygamberin zekâsı yoktur, anlayışı kıttır, kalbi saf ve duyduğu her şeye hemen inanır!” şeklindeki bir hakarettir. Oysaki Rasûlullah onların menfaati için kulaktı. İyi niyeti sû-i istimal eden münâfıklar Allah’a ve Rasûlune düşmanlık ettikleri için azarı hak ettiler. Allah onlar hakkında sûre ve pek çok ayet indirerek yüzlerindeki iman maskesini düşürdü.
Görüldüğü gibi, âyetler münafıklar için “dost” tabirini kullanmıyor ve sadece birbirlerinden olduklarını haber veriyor. Çünkü münafıklar arasında hiç kimseye karşı dostluk söz konusu değildir. Onları birbirine bağlayan tek bağ sadece menfaattir. Münafıklar, menfaatları icabı Müslümanlardan olduklarına dair yemin ederler, ama aslında onlar birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan hâinlerdir. Fiilleri Mu’minlere zıttır; ele geçirdikleri propaganda vasıtalarıyla iyiliği engelleyip kötülüğün yayılması için çalışırlar. Allah’a itaat etmeyi unutup fâsık olmaya devam ettikleri için Allah da onları lânetlemiştir. Allah’ın lânetinden daha kötü başka ne olabilir ki!
Nifaka devam edip kendinize yazık etmeyin, denerek onların davranışları kınanmış, akıllarını başlarına toplamaları için ültimatom verilmiştir.
Allah Teâlâ münafıklardan, birtakım çirkin sıfatlarını bırakmalarını istedi ve onlara zaman tanıdı. Fakat onlar bu zamanı daha fazla fitne çıkarmak için kullandılar. Allah da onları çeşitli cezalarla tehdit etti ve münafıklara daha sert davranılmasını emretti.
Ayette belirtildiği gibi münafıklar kendilerini gizlemek için mescit yaptılar. Asıl niyetleri kaos çıkarmak için planlama merkezi yapmaktı. Hâlis niyetle yapılmayan bu mescidi Allah zemmedince, Rasûlullah da yıkılması emretti.
Bu sûrede anlatılan Münâfıklara yapılan yergiler, akîdevi ve amelî olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. Akîdevî zemm, çift yüzlü olmaları ve Rasûlullah’a hakâret etmeleri kınanmıştır. Allah da onların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmış ve onları rezîlü rüsvâ etmiştir. Amelî zemm ise, mâli destek vermeyi vaad ederek cihattan kaçan münâfıklar, bozguncu ve samimiyetsiz oldukları için yerilmiştir. Şerrin odak noktasında oturan münafıklara hem dünyada hem de ahirette büyük azap hazırlanmıştır.
Münâfikûn Sûresinde Zemm
Bu sûreye zemm açısından genel olarak baktığımızda, münafıklara yapılan yergiyi akîdevî, amelî ve ahlâkî olarak üçe ayırabiliriz.
Allah Teâla, münâfıkların riyâlarını, yalanlarını ve yemini kendilerine siper edinmelerini yermiştir. Zâhiri imanlarından içlerindeki küfre döndükleri için kalplerini mühürlemiştir.
Allah, verilen haberde asla şüphe olmadığını vurgulamak için “yemin, inne edatı ve te’kit lâmı” kullanmıştır. Münafıkların Hz. Peygambere dedikleri “Sen Allah’ın peygamberisin” sözünün aslında doğru olduğunu, ancak söylediklerine inanmadıkları için yalancı olduklarını ifade etmek üzere getirilmiştir. Ayetteki “kalkan” kelimesi istiaredir. Kalkan nasıl insanı kılıç darbelerinden koruyorsa, onlar da yemini, Müslüman görünerek mallarını ve canlarını korumak için kullanmışlardır. Birbirine zıt olan iman ile küfür aynı cümlede zikredildiği için tıbâk sanatı vardır. Kalbe mührün vurulmasında kinaye vardır. Onların kalpleri ağzı kapatılıp mühürlenen bir kap gibidir. Artık içine bir şey girmez.
Münâfıkların cüsseleri alımlıdır, ama içleri koftur. Dilleri ve bedenleri övülüyor gibi yapılıp yerilmiş ve duvara dayalı keresteye benzetilmişleridir. Allah’a ve Rasûlune isyankârlıkları ve fettanlıkları yerilmiştir
Bu âyet-i kerimede münafıkların iki belirgin vasıflarından bahsedilmiştir. Birincisi, cismaniyet ve beden itibarıyla dikkat çekici olmaları, görenlere tesir edecek ölçüde şık giyimli ve göz alıcı olmalarıdır. İkincisi, dili güzel kullanma konusunda fasih ve edebî bir üslûba sahip olmaları, konuşurken veya yazarken çevrelerindeki insanları âdeta büyülemeleri ve konuştuklarında sözlerini dinlettirmeleridir. Münâfıklar bütün bu güzel özelliklerine rağmen ayette teşbih sanatıyla kerestelere benzetilmişlerdir. Kerestenin dış görünüşü güzeldir, ama ruhu ve meyvesi yoktur. Münafıkların da kılık kıyafetleri ve konuşmaları düzgündür, ama imanları ve sâlih amelleri yoktur. Onlar kütük gibi kaskatı ve serttirler ve kalpleri mühürlenmiştir. Hak ve hakikat adına hiçbir şey anlamazlar. İçlerinde iyilik namına hiç bir şey yoktur.
Bu ayetteki cümleler birbirine atfedilip bağlandığı için vasl sanatı yapılmıştır. Münafıkların kalıplarının ve sözlerinin hoş olması ilk bakışta sanki güzel iki vasıfmış gibi görünüyor. Ancak, bu onları methetmez bilakis zemmeder. Çünkü kemâlât dışta değil içtedir. Dışları gibi içleri de hoş olsaydı her patırtıyı kendi aleyhlerine sanmazlardı. İkiyüzlü oldukları için alabildiğine korkaktırlar; zira gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasından sürekli endişe duyarlar. Onların şahsiyetleri de yoktur; bukalemun gibi şekilden şekle girer dururlar. Dışarıdan hoş gibi görünen bedenleri, içi boş kütüğe benzer ve cehenneme odun olmaktan başka bir şeye yaramaz.
Münafıkların davranışlarına yansıyan kibirleri; bir türlü bırakamadıkları fıskları; Müslümanlara duydukları hasetlikleri; câhillikleri yüzünden izzetin ve şerefin mal ve evlatta olduğunu zannetmeleri
kınanmıştır.
Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy b. Selûl, “kuvvetli olan zayıf olanı Medine’den çıkaracak” derken Rasûlullah’ı kasdetmesi sebebiyle af dilemesi istendiğinde kibirlenip yüz çevirdi. Allah’a ve Rasûlune itaat etmeyip fâsık kalmayı tercih etti. Bu adam münâfıklığı karakterize eden canlı bir misaldir. Onlar fâsık oldukları için Allah onları hidayete erdirmez. Münâfıklar kıt akıllıdırlar. Malın ve evladın çokluğunda izzet olduğunu sanarlar. Oysaki izzet ve şeref sadece ve sadece Allah’a, Resûlüne ve mü’minlere mahsustur. Zillet ve meskenet ise şeytan ve onun avâneleri olan, kâfir, müşrik ve münâfıklara hastır.
Özet olarak, akîdevî zemm, münâfıkların Allah’a ve Rasûlüne yalan söylemelerini, inandık diyerek güya aldatacaklarını sanmalarını kapsar. Bozuk akideyi fasit ameller takip etmiştir. Zâhiri imanlarından tekrar küfre dönmeleri sebebiyle fasık olmuşlar ve kalpleri mühürlenmiştir. Akıllarıyla övünen münâfıklar kendi akıbetlerini anlamayacak kadar cahildirler. Amelî zemmin içersinde, dışları hoş, içleri kof olmasını görebiliriz. Bu sebeple duvara dayanarak terkedilmiş keresteye benzetilmişlerdir. Fitne kazanını kaynatmaktan başka işe yaramazlar. Dalâlette inat ettikleri için Allah onları kahretmiştir. Ahlâki zemme gelince, yalancılık, hâinlik, bozgunculuk, fâsıklık, câhillik ve kibir gibi bütün kötü sıfatlar münâfıklarda vardır. Bütün bu ahlaksızlıkların sebebi, imansızlıktır. Münâfıklar iman etmemekle kalmayıp bir de imanla dalga geçmişler ve günahlarını iki kat çıkarmışlardır. Neticede felâha yanaşmayan münafıklar gürûhu topluca zemmedilmiş ve onlar için cehennemin en alt tabakası hazırlanmıştır.
Sonuç
Yaptığımız bu çalışmada, Arapça’da zemm için kullanılan “bi’se”nin Kur’ân’da kırk beş kez, “sae”nin yirmi üç kez geçtiği, “lâ habbezâ”nın ise hiç yer almadığı görülmüştür. Kur’an’da zemm üslûbunun kıyâsî ve siyâkî olmak üzere ikiye ayrılabileceği tespit edilmiştir. Kur’ân’da çek geniş yer kaplayan münâfıkların zemm edilme konusunun itikâdî, amelî ve ahlâkî eksen etrafında döndüğü sonucuna varılmıştır.
Kur’ân, insanı ismine göre değil sıfatına göre değerlendirir. Müslüman görünen münafıkları nifak sıfatları sebebiyle yermekte ve Müslümanları da amelde münafıklığa karşı uyarmaktadır. Kur’ân, münafıklara, müşriklere ve Müslümanlara sanki şöyle seslenmektedir:
Ey münafıklar, siz Allah’ı ve mu’minleri aldatmaya çalışırken kendinizi kandırıyorsunuz, ama bunu bile anlamayacak kadar cahilsiniz. Planladığınız komploların bir gün ortaya çıkacağını bilin, ayağınızı denk alın ve imana gelin, aksi halde cehennemin en alt tabası sizi bekliyor.
Ey müşrikler, suç ortağınız münafıkların hallerine bir bakın, Allah onların maskesini indirerek nasıl rezil etti. Onların akıbetlerinden ibret alın ve onlarla ortaklık yapmaktan vazgeçip tevhide gelin.
Ey Müslümanlar, bilin ki en kötü düşmanız içinizdeki nefsiniz ve sizinle beraber yaşayan sinsi münafıklardır. Hârici düşmanlara karşı birleşip onları def edebilirsiniz, ama dâhili düşmanlarınıza karşı aynı vahdeti sağlamakta güçlük çekebilirsiniz. İçinizdeki münâfıkları bilseniz bile gıybetlerini yapıp kâfirlerin eline malzeme vermeyin. Onların kusurlarını araştırıp teşhir etmek için değil, İslamın güzelliklerini onlara da neşretmek için çalışın. Bunu yaparken sakın ola ki “Ümmetim hakkında en çok korktuğum; ağzı güzel laf yapan münafıklardır” hadisini unutmayın ve münâfıkların dış görünüşlerine ve sözlerine aldanmayın, masum gibi durmalarına bakmayın, onlar yılan ruhlu düşmanlarınızdır, yılan sokmayınca rahat edemez, bunları bilin devamlı tetikte bekleyin, gerektiğinde yılanın başını ezmekten çekinmeyin, etrafınızdakilere karşı yumuşak huylu olun, ama boynunuzu çektirmeyin. Münafıkların her sıfatından, yılandan çıyandan kaçar gibi kaçın ve asla nifak çukuruna düşmeyin. Ben düşmem deyip akıbetinizden emin olmayın, son nefesinize kadar emri bi’l-ma’rûf nehyi ani’l-münker yapmaya devam edin.
Osman Ertuğrul, Fatih Ünv. İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi, Uşak Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi 2014, 7(1), 115-133
]]>