1. Yâ-Sîn.
2. Baştan sona hikmet yüklü Kur’ân’a andolsun ki,
3. Sen elbette (Allah’ın Mesajı’nı tebliğ için) gönderilmiş (peygamber)lerdensin;
4. Dosdoğru bir yol üzerinde.
5. O, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Rahîm (bilhassa mü’minlere karşı hususî rahmeti bol) olan Zât’ın kısım kısım indirdiği Kitap’tır.
6. (Yakın) ataları uyarılmamış, dolayısıyla bütün bütün gaflet içinde kalmış bir topluluğu uyarman için.
7. İnsanların çoğu hakkında Allah’ın (“Cehennem’i cinlerle ve insanlarla dolduracağım”) sözünün doğruluğu ve haklılığı ortadadır.1 Bu çoğunluk, iman etmiyor ve etmeyecek.
8. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik; çenelerine dayanan o halkalar sebebiyle başları yukarı doğru çivilenmiş gibidir.2
9. Ayrıca, önlerine bir set ve arkalarına bir set koyduk, böylece onları her taraftan kuşattık; dolayısıyla hiçbir şey görememektedirler.3
10. Böylelerini uyarsan da uyarmasan da onlar için farketmez; onlar, iman etmeyeceklerdir.4
11. Sen, (etkili ve yararlı bir biçimde) ancak öyle insanı uyarabilirsin ki, (ön yargısızdır ve dolayısıyla irşada açıktır,) Zikr’i (Kur’ân) tasdikle ona tâbi olur ve görmediği halde Rahmân karşısında saygıyla ürperir. İşte böyle olanı (sürpriz karşılıklarla dolu bir) bağışlanma ve pek bol, artıp eksilmeyen, hiç zararsız ve bütünüyle hayır bir mükâfatla müjdele.
12. Ölüleri diriltecek olan Biziz ve insanların ölünceye kadar işleyip Âhiret hayatları için gönderdikleri (sevap ve günahları) da, (öldükten sonra) arkalarında kalan (ama Kıyamet’e kadar hesaplarına işlenmeye devam edecek) iyilik ve kötülüklerini de yazıyoruz. Biz, esasen her şeyi Apaçık bir Öncü Kitap’ta tek tek kaydetmiş bulunuyoruz.5
13. Onlara o memleket halkının halini bir misal olarak anlat: O halka da (Allah’ın Mesajı’nı tebliğ için) elçiler gelmişti.6
14. Önce onlara iki elçi gönderdik, fakat onlar ikisini de yalanlayınca, kendilerini bir üçüncüsüyle takviye ettik. “Biz,” dediler, “size gönderilmiş elçileriz.”
15. “Siz de,” diye (tepki verdi o topluluk), “tıpkı bizim gibi birer beşersiniz (yiyip-içen ölümlü birer insansınız). Sonra Rahmân, herhangi bir şey indirmiş de değildir. Siz, başka değil, sadece yalan söylüyorsunuz.”
16. Elçiler, “Rabbimiz biliyor ki,” diye (karşılık verdiler), “biz, hiç kuşkusuz size gönderilmiş elçileriz.
17. “Bize düşen de ancak Allah’ın Mesajı’nı tam olarak ve apaçık, anlaşılır bir şekilde size ulaştırmaktır.”
18. Diğerleri tehdit etti: “Biz, sizde bir uğursuzluk görüyoruz; sizin yüzünüzden başımıza gelecekler var. Eğer (bu tebliğ işinize) bir son vermezseniz, bilin ki sizi taşa tutarız ve bizim elimizden size acı mı acı bir azap dokunur.”
19. Elçiler, “Uğursuzluk dediğiniz şey, size ancak sizden gelir. Gerçek size hatırlatıldı ve uyarıldınız diye mi böyle tepki gösteriyorsunuz? Siz, sınır tanımaz ve Allah’ın verdiği duygu, meleke ve kabiliyetleri boşa sarfeden bir topluluksunuz.”
20. Derken, şehrin en uzak öte noktasından bir adam koşarak geldi7 ve “Ey halkım,” dedi, “gelin bu elçilere tâbi olun!
21. “Tâbi olun, yaptıkları karşısında sizden hiçbir ücret talep etmeyen ve bizzat kendileri doğru yolda yürümeyi tabiatları haline getirmiş bu insanlara.
22. “Beni bana has keyfiyette ve yapıda yoktan var eden ve sizin de bir gün huzuruna çıkacağınız Zât’a ben niye ibadet etmeyeyim ki?!
23. “O’ndan başka ilâhlar mı edinecekmişim ben? Eğer Rahmân hakkımda bir zarar dileyecek olsa, o sözde ilâhların şefaati (aracılığı) bana hiç fayda vermeyeceği gibi, onlar beni hiçbir şekilde o zarardan kurtaramazlar da.
24. “Kaldı ki, (eğer başka ilâhlar edinecek olsam), o takdirde apaçık bir sapıklığın içine yuvarlanmış olurum.
25. “Dolayısıyla ben, (sizi de yaratan ve hayatta tutan) Rabbinize iman ettim, öyleyse sözlerimi iyi belleyin!”
26. Nihayet ona, “Buyur Cennet’e!” denildi.8 O ise, “Keşke,” dedi, “keşke halkım bilseydi;
27. “Bilseydi Rabbimin beni bağışladığını ve beni hususî ikramına mazhar kullarından kıldığını.”
28. O’nun (şehadetinin) ardından halkının üzerine (onları helâk etmek için) gökten bir ordu göndermedik, zaten böyle yapmak yolumuz da değildir.
29. Ancak tek bir patlama oldu, tek bir çığlık koptu. Derhal cansız yere düşüp, silinip gittiler.9
30. Vah o kullara! Ne zaman kendilerine bir rasûl gelse, onunla mutlaka alay ederlerdi.
31. Görmezler miydi ki, kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettik ve onlar (berikilerin yanına, dünya hayatına) bir daha geri dönmüyorlar.
32. Bilâkis hiç kimse hariç kalmamak üzere hepsi, (hesapları görülmek üzere) huzurumuzda toplanacaklar.10
33. (Allah’ın mutlak birliği, Rubûbiyeti ve ölüleri diriltmesi adına) onlar için bir delil de şudur ki, ölmüş olan yeryüzünü diriltiyor ve oradan ekinler çıkarıyoruz; onlar da o ekinlerden yiyecek elde etmektedirler.
34. Yine o yerde hurmalıklar ve üzüm bağları var ediyor ve su kaynakları fışkırtıyoruz;
35. Bütün bu var ettiğimiz ürünlerin meyvelerinden yiyeceklerini temin etsinler diye; –bunları onlar kendi
elleriyle yapmadılar. Böyleyken halâ şükretmeyecekler mi?
36. (Her türlü eksiklikten, kusurdan, dolayısıyla eşi, benzeri, ortağı olmaktan) münezzehtir o Allah ki, yerin bitirdiği her şeyi, bizzat kendilerini ve karakter özelliklerini, ayrıca bilmedikleri daha nice şeyleri çift yaratmıştır.11
37. Onlar için bir diğer delil de gecedir: Gündüzü ondan sıyırıp soyduğumuzda birden karanlığa gömülüverirler.
38. Güneş de, kendisi için takdir edilmiş bir yörüngede, sisteminin istikrarı adına, kendisi için tayin edilmiş bir sona ve durma noktasına doğru akıp gitmektedir.12 Bu, Azîz (mutlak izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip) ve Alîm (her şeyi hakkıyla bilen Allah)’ın takdiridir.
39. Ay için de menziller (safhalar, duraklar) takdir ettik; o, (bu menzillerden geçe geçe) eski kuru, kavisli hurma salkımı çöpünü andırır haline döner.
40. Ne güneş için aya yetişmek vardır, ne de gecenin gündüzü geçmesi söz konusudur. (Onlar gibi, gezegenlerin) her biri, kendine has bir yörüngede akar durur.
41. İnsanlar için bir başka delil, onların nesillerini (yükleriyle birlikte) dolu gemilerde (batmadan) taşımamızdır.
42. Gemiler gibi, üzerlerine binip seyahat ettikleri daha nice binekler yarattık onlar için.13
43. Eğer dilesek hepsini boğarız da, ne feryatlarına koşan bir kimse bulunur, ne de bir yolunu bulup boğulmaktan kurtulabilirler.
44. Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve irademizin belli bir süreye kadar hayatta kalmaları şeklinde tecelli etmiş olmasıyla (kurtulabilirler).14
45. Onlara, “Sizi önünüzden ve arkanızdan kuşatan (günahlar ve onların hem dünya hem Âhiret açısından gelecek hayatınızda yol açacağı sonuçlar) karşısında takva ile Allah’ın koruması altına girin ki, (dünyada faziletli bir hayat sürme, Âhiret’te ebedî saadete ulaşma adına) merhamete lâyık olasınız.” dendiğinde, (bundan hiç hoşlanmaz ve yüzlerini dönerler).
46. Ve ne zaman kendilerine Rabbilerinin âyetlerinden bir âyet gelse, hoşnutsuzluk içinde ondan da yüz çevirirler.
47. Onlara, “Allah size her ne rızık lütfetmişse onun bir miktarını (geçimlik olarak Allah rızası için muhtaçlara) verin!” çağrısı yapıldığında, küfürde inat edenler, mü’minlere “Dilediği takdirde Allah’ın rızıklandırıp doyuracağı kişileri şimdi biz mi doyuracağız? Siz başka değil, açık bir sapkınlık içindesiniz doğrusu!” derler.
48. Bir de (alaylı alaylı), “Eğer iddianızda doğru ve samimi iseniz, bizi kendisiyle tehdit edip durduğunuz bu Kıyamet ne zaman?” diye soruyorlar.
49. Onların beklediği, (dünyevî meseleler ve şahsî menfaatleri üzerinde) çekişip dururlarken kendilerini apansız ve kıskıvrak yakalayıverecek tek bir çığlıktan, bir patlamadan başka bir şey değil.15
50. O zaman bir vasiyette bile bulunmaya imkânları olmayacağı gibi, (çığlığa dışarıda yakalananlar da) ailelerine dönemeyeceklerdir.
51. Sûr’a üfürülür ve işte mezarlarından çıkmış, Rabbilerinin huzuruna doğru akın akın koşmaktadırlar.
52. “Eyvah bize!” derler, “bizi uyuduğumuz bu yerden kim kaldırdı?16 Meğer bu, Rahmân’ın mutlaka olacak dediği hadiseymiş; meğer rasûller doğruyu söylermiş!”
53. Her şey bir çığlıktan ibarettir. Hepsi, (o büyük duruşma için) huzurumuzda toplanmışlardır.
54. O gün kimseye en küçük bir haksızlıkta bulunulmaz ve (dünyada iken) ne yapmışlarsa, onun karşılığını görürler.
55. Cennet ehli, o gün tatlı meşguliyetler içinde Cennet’in nimetlerinden yiyip içerler.
56. Kendileri ve eşleri, gölgelerde koltuklara yaslanırlar.
57. Orada (dünyada yaptıklarının karşılığı olarak) bütün nimetler hazırdır onlar için ve daha ne isterlerse bulunur.17
58. (Mü’minlere karşı) hususî rahmeti pek bol bir Rab’den (asla tevbih, takbih değil, sadece) “selâm” sesi alırlar.
59. Ve siz, hayatları günah hasadıyla geçmiş ey suçlular! Bugün şöyle bir kenara çekilin bakalım!
60. Ben sizlerle şu sözleşmede bulunmamış mıydım? “Ey Âdem’in çocukları! Şeytan’a tapmayın.18 O, sizin için apaçık bir düşmandır;
61. “Fakat sadece Bana ibadet edin; doğru olan yol budur.”
62. Ne var ki o, içinizden nice nesilleri saptırdı. Düşünüp akletmeli (ve ona göre davranmalı) değil miydiniz?
63. İşte, kendisiyle sürekli ikaz ve tehdit edildiğiniz Cehennem!19
64. Küfür içinde yaşayıp küfür içinde öldüğünüz için, yanıp kavrulmak üzere girin bugün oraya!
65. O gün onların ağızlarına mühür vururuz da, Bize elleri konuşur ve işleyip hesaplarına geçirdikleri günahlara ayakları şahitlik eder.20
66. Eğer dileseydik, gözlerini dümdüz silme kör ederdik de, yollarını bulabilmek için yalpalayıp dururlardı. O takdirde nasıl görebilirlerdi ki?21
67. Eğer dileseydik, onların mahiyet ve şekillerini değiştirir, kendilerini bulundukları yerde çivileyiverirdik de, ne bir adım ileri gidebilir (ve herhangi bir arzularını gerçekleştirebilir), ne de önceki hallerine (ve ayrıldıkları evlerine geri) dönebilirlerdi.
68. Kime uzun bir ömür verirsek, onun tabiatında da (kuvvetten sonra zaaf, bilgiden sonra cahillik, öğrendikten sonra unutkanlık ve bunama gibi) tersyüz olmalar meydana getirebiliriz. Halâ düşünüp akletmiyecekler mi?
69. Biz Rasûl’e şiir öğretmedik; kaldı ki bu, O’na yaraşmaz da.22 Bir ders, irşad ve öğüt kitabıdır; maksatları belli, gerçeği açıklayan ve okunan bir Kitap (bir Kur’ân)dır O’na indirdiğimiz:
70. Mânen canlı, (düşünüp akledebilen, gerçeği hem duyup hem görebilen) her kim varsa onu uyarsın, kâfirler hakkında ise deliller tamamlansın, İlâhî hüküm kesinleşsin diye.
71. Şunu da görmezler mi ki, bizzat Ellerimizle yaptıklarımıza dahil olarak onlar için ehli büyükbaş, küçükbaş hayvanlar yarattık da, o hayvanlara mâlik bulunmakta (ve onları diledikleri gibi kullanabilmektedirler)?
72. O hayvanları emirlerine âmâde kıldık; böylece bazılarından binek vasıtası olarak yararlanmakta ve onlardan yiyecek de temin etmektedirler.
73. Onlarda daha nice menfaatleri vardır ve bu arada onlardan (süt gibi) içecek de elde etmektedirler. Halâ şükretmeyecekler mi?
74. Ama onlar, yardım beklentisi içinde Allah’tan başka ilâhlar edindiler.
75. Oysa (ilâh edindikleri) o şeyler, onlara hiçbir şekilde yardım edemez; kaldı ki, (o müşriklerin bizzat) kendileri, sözde ilâhlarının etrafında onların hizmetini gören hazır bir ordu olup,23 Kıyamet Günü hep birlikte azap için getirileceklerdir.
76. O halde (ey Rasûlüm), onların sözleri seni üzmesin. Biz, içlerinde neleri gizliyorlar, neleri dışa vuruyorlar hepsini biliyoruz.
77. İnsan hiç dikkat edip düşünmez mi ki, Biz onu (erkekten ve kadından gelip birleşen) birkaç damla sıvıdan yarattık; ama böyleyken o, Bize karşı yaman bir hasım kesiliverir.
78. Kendi yaratılışını unutur da, Bizim için temsil getirmeye kalkar: “Çürümüş gitmiş kemiklere kim hayat verecekmiş ki?” der.
79. De ki: “Onları baştan kim meydana getirmişse, onlara yine O hayat verecektir. O, her türlü yaratmayı ve yarattığı her şeyi bütünüyle bilir.”24
80. O ki, yeşil ağaçtan sizin için ateş var etmektedir ve siz de, o ateşi tutuşturup durmaktasınız.25
81. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerini (çürümüş kemiklerinden insanları yeniden) yaratamaz mı? Elbette yaratabilir, çünkü O, mükemmel Yaratan’dır, her şeyi hakkıyla Bilen’dir.26
82. O bir şeyi murad buyurduğu zaman O’nun yaptığı iş, sadece ona “Ol” demekten ibarettir, o şey de hemen oluverir.
83. (Her türlü eksiklikten, herhangi bir şeyi yapamamaktan) mutlak münezzehtir O Allah ki, her şeyin mutlak hakimiyeti O’nun Elindedir ve hepiniz O’na döndürülmektesiniz.27
——————————————————————————————————————————–
]]>
Miladi yedinci asrın birinci çeyreğinde Mekke’de doğan İslâm güneşi, mü’minlere yepyeni bir rûh ve aşk zerketti. Bu aşkla her tehlikeyi fütursuzca göğüsleyen bu yeni imanın sahipleri az zamanda o günün eğilmez zannedilen nice başlarını eğdiler ve İran ile Bizans gibi iki büyük imparatorluğa kendilerini kabul ettirdiler.
İslâm’a düşmanlıkta en ileri gidenler Yahudilerdi. Çünkü onlar kendi kuruntularına göre Allah’ın seçkin bir kavmidirler. Bazı Ruhban ve Ahbarıları -özellikle mağlup duruma düştükten sonra- arzularına kavuşmak yolunda hileden başka çıkar yol bulamadılar. Bunlar zahiren müslüman görünüp din ve itikadlarını içlerinde gizlediler.
Bu sinsi düşman grupların gayretiyle İslâm’a yabancı olan bazı şeyler zamanla müslümanlar arasında yayıldı ve bunlardan tefsire girme fırsatı bulanlar bile oldu.
Kur’ân’ın kısaca, temas ettiği hususlar, Tevrat ve İncil’de bulunan veya bunlara inanan çevrelerde şifahi olarak yaşayan mufassal bilgiler ve hurafelerle aydınlatılmaya çalışıldı.
Cami ve benzeri yerlerde halka hikaye anlatan kişiler (kassaslar) Kur’an müfessiri olarak ortaya çıktılar. Buldukları malumata, hayalhanelerinden birçok şey ilave ettiler. Kur’an ve hadislerle yetinmediler, küçük çapta da olsa sahâbe asrında İsrailiyat muhtelif yollarla İslami çevrelere girdi. Bu rivayetler tabi’iler devrinde daha da arttı.
Asırlar boyunca İslâm alimlerinin büyük bir ekseriyeti, tefsirlerde buldukları İsrailiyyatı cemaat ve talebelerine meclislerinin müdavimlerine göz yaşları içinde ve büyük bir aşkla anlattılar.
GİRİŞ
A- KUR’ÂN-I KERİM’İN DİĞER MUKADDES KİTAPLAR ARASINDAKİ YERİ
Kur’an-ı Kerim dışında kalan ilahi kitaplardan Tevrat ve İncilden başka hiçbiri zamanımıza kadar gelmemiştir.
Kur’an-ı Kerim kendinden önce indirilmiş olan ilahı kitapları tasdik eden bur mucizedir. Onların tahrif edildiklerini beyan eder. Kur’andan başkasına güvenilmez. Kur’an hiçbir konuda, tahrif edilmiş Tevrat ve İncil’e muhtaç değildir. Ne Kur’an-ın izah ve tefsiri ve nede diğer İslami talimatın açıklanması sadedinde bu kitaplar müracaat kaynağı olmazlar.
B- 1. İSRALİYATININ MANÂSI
“İsrailiyyat” israiliyye kelimesinin çoğuludur. Kelime İsraili bir kaynaktan aktarılan kıssa veya hadise manasındadır. İsrail, rivayetlere göre Hz. Ya’kûb (as)’un ismi veya lâkabıdır.
İslâm’a ve özellikle tefsire girmiş olan Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlere ait kültür kalıntılarıyla, dinin gerek lehine ve gerekse aleyhine uydurulup Hz. Peygamber’e (sav) ve sahâbe ve müteakip nesillere izafe edilen her türlü haber, israiliyyat kelimesinin manası içine girer.
Sened Yönünden:
– Buna misal olarak hadis kitaplarında yer almış olan haberleri gösterebiliriz.
– Örnek: İbnû Cerir et-Teberi’nin rivayet ettiği ve “Arş”ı taşıyan meleklerin tavsifi ile ilgili olan haberdir.
– Örnek: Huzeyfe İbn el-Yeman’dan rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle demiştir: İsrail oğulları azıp taşkınlıkları başlayınca… Allah (cc) onlara Fars hükümdârı Bahtûnnassar’ı gönderdi. Allah (cc) Bahtünnassar’u 7800 yıl hükümdarlık nasip etti.
Bu haber tamamıyla uydurma olan bir İsrailiyyattır.
Konusu Yönünden
İslâm’a Uyup Uymaması Bakımından:
İslâm’a uygun lan İsrailiyyattan maksat, sahih sened ve metinlerle muteber hadis kitaplarımızda yer almış olan haberlerdir. Hz. Peygamber’in (sav) veya sahabenin ve sonra gelen nesillerin eski milletlerin -yahudi ve hıristiyanlar başta olmaz üzere- daha ziyade dini kültürlerine ait olarak haber verdikleri ve anlattıkları şeylerdir. Yani, bunlar hadistir.
– Örnek: Fatıma Bint-i Kays’ın rivayet ettiği Cesâse kıssası…
Bu kısma giren, -hangi konuya ait olursa olsun- İslâm’ın esasları ile tenakuz halindedir. Bunları aklen ve naklen tasvibe imkan yoktur.
– Örnek: Hz. Süleyman (as) yüzüğünü şeytanın çalması ve onun yerine geçip insanlara hükmetmesi ve Hz. Süleyman’ın (as) şeytanı etkisiz hale getirmesini anlatan hikaye…
Bu tür israiliyyat -belki de tasdik veya tekzib edilemeyişinden dolayı- İslami olan eserlerde ve özellikle tefsirlerde geniş yer tutmuştur. Hemen şunu belirtelim ki, tasdik veya tekzib edilemeyen bu tür israilayyata da asla müslümanların ihtiyacı yoktur. Lüzumsuz söz kalabalığından ve hayal mahsulü efsanelerden ibarettir.
C- İSRAİLİYYAT RİVAYET ETMENİN HÜKMÜ
Hz. Peygamber (sav)’ın ve O’nun muasırları olan sahabenin sözleri muhteliftir. Bazı sözleri israiliyyatın naklini tecviz eder gibi görünürken, diğer bazıları da şiddetle yasak etmektedir.
Hz. Peygamber (sav) “Kur’an’dan başka benden hiçbir şey yazmayın Kur’an’dan gayri benden birşey yazmış olan varsa onu imha etsin” buyurmuştur. Kimi zamanda, “Benim sözümü dinleyip belleyen, sonra da onu bellediği gibi başkalarına aktaran kişinin Allah (cc) yüzünü ağartsın” buyurmuştur.
Buradan anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber (sav) ve ashabı Tevrat ve İncil gibi muharref kitapların şerhi mahiyetindeki efsanelerin okunmasını ve anlatılmasını hoş görmezlerdi.
İsrailiyyatın Naklini Tecviz Eden Haberler
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir ayet dahi olsa benden (işittiklerinizi) başkalarına ulaştırın. Ve sizler, Benû İsrâil’den de nakledin: bunda beis yoktur. Kim bana kasten yalan (söz) isnad ederse o, cehennemdeki yerini hazırlasın (hazırlansın).
Bu tek örneğin dışında Benû İsrail’den haber nakline dâir elimizde hiçbir vesika yoktu.
Bazı müellifler, Yahudi ve Hıristiyanlara müracaatı dile getiren ayetlere dikkatimizi çekerek israiliyyatının naklini tecvize meyletmişlerdir. Oysa bu yanlış seçilmiş bir yoldur.
Bazı Özel Durumlar
Hz. Peygamber (sav)’in arkadaşlarından bazısına has olan durumlarda, israiliyyatın nakli için delil olarak kullanılmak istenmiştir.
a- Mühtedi Abdullah ibn Selâm: “Resulullah bana bir gece Kur’an-ı bir gece de Tevrat-ı oku, diye emretti” demiştir.
b- Ka’bü’l Ahbar: “Tevrat-ı okumayanlar içinde, Ebu Hureyre kadar ona aşina olanını görmedim” demiştir.
c- Bir rivayette Abdullah ibn Amr, Tevrat’ı ezberlemiştir.
d- Ebu’l-Cel el-Cevri, yedi günde Kur’an-ı altı günde de Tevrat’ı hatmederdi.
Peygamberimizin (sav) yukarıdaki hadisi söylemesinin hikmetlerinden bazıları şöyledir:
1- Evvela müslümanlara, Benü İsrâil’den nakil husussunda bir genişlik tanımıştı. Sahabeler bu işi farz gibi telakki ettiler.
2- Ehl-i Kitabtan (sadece) Kur’an ve hadisin ruhuna uyan haberleri naklediniz, uymayanları değil.
İSLAMDAN ÖNCE ARAB-YAHUDİ MÜNASEBETLERİ
Arab yarımadasında Yahudi cemaatlerinin, ne zaman teşekkül ettiği bilinmiyor. Mekke şehrinde, hemen hemen hiç yahudi yoktu; fakat onlara bölgenin yıllık panayırlarında bilhassa Ukaz’da rastlıyoruz.
ARAB-HIRİSTİYAN MÜNASEBETLERİ
Arabistan yarımadasının kuzey kısmını ve buradaki mahsun kabile ve beyliklere hakim olan Bizans İmparatorluğu malumdur. Bu imparatorluğun nüfuzu altında bulunan Gassan, Dümetü’l-Cenden ve Toy kabilelerinin de Arapları İslâm’dan önce ve sonra ticari ve siyasi sayısız münasebetleri vardır.
D- İSRAİLİYYATTIN İSLÂM KÜLTÜRÜYLE KARIŞMASI VE TEFSİRLERE GEÇİŞİ
Hz. Peygamber bir vesile ile: “Ben ümmi olan bir olan bir kavme gönderildim” buyurmuştur.
Ekseriyeti ümmi ve saf olan bu yeni imanın sahipleri merak ettikleri bazı şeyleri, evvelce kendilerinden daha üstün tanıdıkları Ehl-i kitap ve bilhassa yahudilere sormaya başladılar.
Yahudi menşeli mühtediler müslümanlar arasında büyük bir mevki kazandılar. Bazılarının ismi olduğundan fazla propaganda edildi. Anlatılanların kabulünde bu durumun büyük rolü vardır.
İsrailiyyatın Sirayetini Kolaylaştıran Mühim Bazı Faktörler
İslâm’ın iman temellerinden biri “kitaplara” diğeri de “peygamberlere” saygı ve onları tasdiktir.
Kur’an-ı Kerim ehl-i kitaba iyi muamelede bulunmalarını emretmiş, onlara karşı girişilecek bir cidal ve münakaşada dahi iyi muamele sınırlarını aşmamak emredilmiştir.
Hz. Peygamber’in ve sahabeden bazılarının yahudi ve hıristiyan hizmetçileri vardı. Ve tabiatıyla bu hizmetçiler en yüksek seviyede insani muamele görüyorlardı. Hz. Peygamber ayrıca hasta olan gayr-i müslimleri de “iyâdet” hasta ziyareti) eder, onların hal ve hatırını sorar müsait zemin bulunca da İslâm’ı telkin ederdi.
İslâm’ı kabul eden kimseler, herhangi bir kasıtları olmaksızın eski akide ve dini görüşlerinden bazılarını yeni girdikleri dine ve bunun mensuplarına naklediyorlardı.
E- İSRAİLİYYATI RİVAYET EDENLERDEN BAZILARI
1- Sahabeden Olanlar
Tarihen sabittir ki sahabe, ilim öğrenmeye ve Resulullah’tan zabta büyük önem vermiştir. Fakat sahabeler akıllarına gelen her konuyu mühtedilere sormadılar her cevabı da olduğu gibi kabul etmediler.
Hz. Peygamberin amcasının oğludur: İbnü Abbas Mühtedi, yahudi ve hıristiyanlara bazı konularda sorular sormuş ve onlara müracaat etmiştir.
İsmi Abdurrahman ibn Sahr’dır. Hz. Peygamberle kısa bir süre bulunmasına rağmen sahabeden en çok hadis rivayet eden zattır. Ebu Hureyrenin hadis aldığı kimseler arasında yaşlı pek çok sahabenin yanı sıra mühtedilerden Abdullah ibn Selam ve Ka’bül Ahbar’da vardır.
Abadile’den olan ve babasından önce müslüman olmuş seçkin bir sahabidir.
Geniş bir kültüre sahipti ayrıca Yermük’te iki deve yükü tutarında ehl-i kitaba ait eserler ele geçirmişti.
Aslen Benû Kaynükalı bir mûsevidir: Asıl adı “el-Husyn” dır. Hz. Peygamberin medineye hicretinde müslüman olmuş ve Abdullah adını almıştır.
Bu sahâbe Tevratı iyi bilen bir zâttı ve O’nu okurdu.
Aslen Yemenli bir hıristiyan aileye mensup olan Temim hicretin 9. yılında müslüman olmuştur.
Güzel kıssa anlatan ve zeki bir adam olan Temim’den müslüman Camiaya bilhassa hıristiyanlara ait israiliyyatın geçtiği muhakkaktır.
2- Tâbi’îlerden Olanlar
Sahabe dünyayı terk edince tabî’iler Kur’an tefsiri hususunda sahabeden edindikleri bilginin yanısıra Şiirden, gramerden, tarihten geçmiş ümmetlerin haberlerinden ve israiliyattan da istifade ettiler.
Burada Kur’an tefsiri hüviyetinde bazı hikayelere şahit oluruz. İşte bu hengamede, sahabe devrinde başladığına işaret ettiğimiz israili sızmalar, daha da arttı ve yabancı unsurlar tefsire bolca girdi.
Aslen yemen yahudilerinden olan Ka’b’ın künyesi Ebû İshâk’tır. Hz. Ebû Bekr veya Ömer devrinde müslüman olmuştur.
Bazı siyasi olaylar ve Hz. Ömer’in şehadetinde parmağı olduğu iddia edilen Ka’b vasıtasıyla, tefsire pek çok israiliyat ve efsane girmiştir.
Aslen İranlı bir aileye mensup olan Vehb, hicri 34 yılında Yemen’de doğdu. İsraili rivayetlerin en önemli kaynaklarından bir addedilen bu şahıs Ehl-i kitabın rivayetlerini çok iyi biliyordu.
Vehb için, “kezzap”, “dessas” ve “hain” gibi sıfatlar kullanmayacağız ama, onun vasıtasıyla israili rivayetlerden bir çoğunun İslâm’a girdiğini söyleyebiliriz.
F- KUR’AN’DAKİ KISSALARDAN MAKSAD NEDİR?
Geçmiş peygamberler ve milletlere ait kıssaların anlaşılmasından maksat, onların tarihlerini nakletmek değildir. Belki muhtelif milletlerin tarihlerindeki bir takım özellikleri belirtmek, diğer peygamberlerin hayatlarında Hz. Muhammed (sav)’in hayatında karşılaştığı olaylara benzeyen olayları açıklamak, Hak ve hakikatin bir zaman üstün geldiğini göstermek, insanlara teselli vermektir.
Kur’ân’da geçen kıssalarda, anlatılan olaylarda zaman ve yer tayin edilmiş olsaydı bundan, bir Allah inancı üzerine müesses (monoteist) olarak İslam dini büyük zararlar görebilirdi.
BİRİNCİ BÖLÜM
YARATILIŞA AİT HABERLERDEKİ İSRAİLİYAT
A- Allah Önce Neyi Yarattı?
Eğer bizzat Allah veya onu elçisi Hz. Muhammed (sav) bildirmemişse hiç kimse neyin önce, neyin sonra yaratıldığını; yaratılışta nasıl bir sarının izlendiğini bilemez.
B- Nur Ne Gün Yaratıldı?
Bu konuda Hz. Peygamberin sözü olmadığı olan bir sözünde Ka’bü’l-Ahban ve benzerlerinden duyularak nakledilmiş ve O’na izafe edilmiştir bu konudaki haberler israiliyattır.
C- Âlem ve Sayısı
D- Deniz Hakkında
E- Rüzgar Hakkında
F- Arş Hakkında
G- Dünya Neyin Üzerinde Duruyor?
Müfessirler bu konudaki ayetin bilhassa ayetteki “kaya içindeki” tabirinin bunun ötesinde bir manasına işaret etmemişlerdir.
H- Yer ve Göklerin Yaratılması
1- yer ve Göklerin Altı Günde Yaratılması
“O (Allah), gökleri ve yeri, aralarında olan şeyleri altı günde yaratan, sonra (emri) Arş üzerinde hükümran olandır. Rahmandır. Bunu (O’nun sıfatlarından) haberdar olana sor.” (El-Furkan)
Hal böyleyken bir kısım müfessirler yer ve gökleri ve bunların arasındaki eşyanın yaratılışı ile ilgili olan ve değişik kanallardan gelen rivayetleri, eserlerine devretmişlerdir. Tedkik edildiği zaman görüleceği gibi bunların büyük kısmı İslâmî rivayetler değildir. Ehl-i kitab ismi verilen yahudi ve hıristiyanların menkulatından ibarettir yani israiliyattır.
2- Arzın Tabakaları ve Altında Üstünde Bulunanlar
3- Göklerin Bir Meleğin Üstünde Dönmesi.
4- Şemaları ve Gökleri Bir Lokmada Yutan Melek
I- Güneş, Ay ve Aya Vurulan Şamar Hakkında
Biz gece ile gündüzü (kudretimize delalet eden) iki ayet kıldık da gece ayetini Silip (giderip) yerine eşyayı gösterici gündüz ayetini getirdik (El-isra) gayetinde geçen silmek ifadesiyle ilgili bir takım israiliyat kitaplarda yer almıştır. Şöyle ki:
Hadisi bu tarzda rivayet eden salebi’nin senedin de Nûh ibn Ebi Meryem vardır. Bu zat meşhur yalancılardandır.
İ- Allah Atı Neden Yarattı?
Allah atı cenûb (güney) rüzgarından yaratmıştır.
Bu beyanın gerçekte ve islami esaslarla hiçbir ilgisi yoktur ve tipik bir israiliyat numunesidir.
J- Melekler Hakkında
Maalesef İslâmî kaynaklarda -tefsir vs eserlerde bu konuda da bir çok aslı esası olmayan haber yer almıştır. Bir meleğin bütün detaylarıyla kanatlarından, yüzlerinden, dillerinden okuduğu tesbih ve duadan bahseden rivayetler bu cinstendir.
1- Dördüncü Kat Semada Bulunan Melek
Dördüncü kat semada bulunduğu bildirilen ve herşeyden büyük olduğu söylenen bu melekle ilgili rivayet, “garib” dir ve bu rivayeti kabul etmek bir hayli zordur.
2- Beytü’l Makdisteki Melek
K- Yıldırım ve Gök Gürlemesi Hakkında
İKİNCİ BÖLÜM
GEÇMİŞMİLLETLERE AİT HABERLERDEKİ İSRAİLİYAT
A- YER YÜZÜNÜN ADEMDENÖNCEKİ SAKİNLERİ
Bunlar hemen tamamiyle Ehl-i Kitab ismi verilen yahudi ve hıristiyan çevrelerden duyulmuş ve aktarılmış şeylerdir böyle şeyler olurda olmaz da efendimizin tavsiyesinde olduğu gibi biz bunları ne tasdik ne de tekzib ederiz.
B- AD KAVMİ HAKKINDA
C- BENÜ İSRAİL VE FİR’AVN HANEDANI HAKKINDA
1- Hz. Musa’nın Aman etmesi şartıyla Firavuna yaptığı vaatler:
Bu haberde Hz. Musa’nın Firavuna yaptığı teklifler arasında ikisi bilhassa üzerinde durulmağa değer. (Şarap tatma, içme kudreti iade edilmek: cinsi kudreti geri verilmek…) Bir Allah elçisi kudreti, kuvveti içtimai mevkiyi ne olursa olsun bir kafire iman mukabilinde şarap vaad etmez; ahlaki yönden bir düşkünlük ifade eden cinsi münasebet kudretinin geri verilmesinden bahsedemez.
D- ASHAB-I RESS
Kur’an-ı Kerim’in iki yerinde Ashab-ı Ress’e atıf vardır. Peygamberleri yalanlanmış ve helak edilmiş kavimler meyanında sadece Ashab-ı Ress’in ismi geçer.
“Er-Ressü” örülmedik kuyu demektir. Azerbaycanda bir kuyudur.
Ashab-ı Ress’e bu isim peygamberlerini kuyuya atıp gömdükleri örülmedik bir kuyu etrafında yurt tuttukları için verilmiştir.
İbnü İshak’ın Muhammed ibn Ka’b’dan naklettiği bir habere göre Hz. Peygamber şöyle demiştir.
“Kıyamet gününde insanlardan ilk kez cennete girecek olan siyahi bir kuldur.”
RİVAYETLERLE İLGİLİ BAZI KONULAR
1- El-isrâ ayetinde bahis konusu edilen birinci fesad zamanında israiloğulları Peygamberlerden kimi öldürmüşlerdi.
a- Zekeriyya’yı b- Şa’ya’yı öldürdüler
2- Zekeriyya (as)’ı öldürmelerinin sebebi ne idi?
İsrailoğulları Hz. Meryemin hamileliğini Zekeriyyadan bildiler ve Meryem ondan hamile kalmıştır dediler.
3- Zekeriyya (as)’ın oğlu Yahya (as)’ı niçin öldürdüklerinde de iki görüş vardır.
a- İsrailoğullarından bir hükümdar Şer’an kendisine helal olmayan bir kadınla elenmek istedi.
b- Bir gün hükümdarın karısı, son derece güzel olan Yahya’yı gördü ve kadın Yahya’dan bir istekte bulundu Yahyada bunu reddetti
4- Acaba Allah azgınlıklarından sonra İsrail oğullarını te’dip için kimi gönderdi. Sâbur Zü’l Ektaf’ı (İranlı hükümdar)
E- HÂRUT VE MARUT
Kur’ân-ı Kerimin en uzun süresi olan El-Bakara’nın 102. Ayetinde Babil ülkesine indirilmiş Harut ve Marut isimli iki melekten bahsedilir. Bu ayette aynı zamanda peygamber Süleyman (as)’a ve Sihre de atıf vardır. Son derece kısa sayılabilecek olan bu ayet sebebiyle, tefsirlere onlarca sayfalık bilgi dercedilmiştir. Neticede görüleceği gibi haberlerin hiçbirini, sahih yollarla Hz. Peygamber’e ulaşmıyor. Ve hemen tamamıyla verilen bilgiler İsrailiyata müncer oluyor.
1- Ayetin Nüzul Sebebi
Yahudiler Hz. Süleymanın gömülü olan ve için de her türlü sihir ve buna ait formüller bulunan kitabı bulmuşlar ve Hz. Süleyman ancak bu sayede yaptığını yaptı diyerek sihri yaymışlardır.
Hz. Peygamber Allah tarafından kendisine indirilen vahiylerde Hz. Süleymandan bahsedip onun peygamberlerden olduğunu söyleyince Medinedeki yahudiler buna karşı çıkarak yukarıdaki kitabı göstererek onun sihirbaz olduğunu söylediler bunun üzerine ayet nâzil oldu.
2- Olay Nerede Geçti?
3- Olay Kimin Zamanında Geçti?
Rivayetlere bakılacak olursa olay İdris (as) zamanında geçmiştir ancak bunlar zandan ibarettir.
El-Bakara Suresi 102. Ayetten başka Kur’an’da hakkında hiçbir açıklama bulunmayan ve sahih yollarla Hz. Peygambere ulaşan bir hadiste mevcut olmayan Harut ve Marut meselesi, kitaplarımızda bir hayli yer tutmuştur. Haberleri dirayet ve/veya dirayet yönünden tetkik edenler ise oldukça azdır.
F- ASHAB-I KEHF
Kur’an-ı Kerim’in 17. suresi olan el-Kehf’de benzerlerine nisbetle tafsilatlı sayılabilecek bir kıssa vardır bunun adı “Ashâb-ı Kehf” kıssasıdır ve sure ismini bu kıssadan almıştır.
1- Ashab-ı Kehfin Macerası
Kuran-ı Kerimin kıssalarından maksad bizlere ibret dersi vermektir. Kur’an’ın hedef aldığı ibret derside kıssanın bünyesinde mevcuttur. Onun için ayrıca Hz. Peygamberden bir açıklama gelmemiştir. Buna rağmen tefsirlere sahifeler dolusu malumat dercedilmiştir. Şüphesiz bu konuya ait verilen bilgilerin içine pek çok lüzumsuz şeyler ve israiliyat karışmıştır. Bunlar da şunlardır.
a- Raviler, Ashab-ı Kehf’in nasıl bir araya geldiklerine ve şehirden nasıl çıkıp uzaklaştıklarına dair birçok şeyler ortaya atmışlardır.
b- Ashab-ı Kehf’e ait verilen uzun ve detaylı bilgiler için “muzdarip rivayetler” tabiride kullanılmıştır.
2- Ashab-ı Kehf’in isimleri
Ashab-ı Kehf’i oluşturan gençlerin isimleri ‘cemidir. Herhangi bir şekil ve nokta ile zapt ve tespit hayli müşkildir. Bu konuda ki isimler israiliyattır.
3- Köpeğin Adı, Rengi ve Cinsi
Kur’an’da ve hadislerde asla geçmeyen bu konu da israiliyattır.
4- Mağaranın Yeri
Bu konudaki çalışmalar ve rivayetlerle gerçeği bulmak imkansızdır. Abesle iştigaldir.
5- Ashab-ı Kehf’in Sayısı:
“Rabbin onların sayısını en iyi bilendir” ayetine rağmen islam alimleri konuyu deşmekten geri durmamışlardır.
6- Ashab-ı Kehf Hangi Dine Mensup İdiler
Ashab-ı Kehf’e ait soruyu Kureyş müşrikleri medinedeki hahamlardan öğrenmişlerdir bu da onların Yahudi kitaplarında geçtiğini ve hristiyanlıktan önce olduğunu gösterir.
G- TÂLÛT VE CÂLÛT’A AİT HABERLER
Tâlût’la birlikte Sebât edip düşman karşısına çıkanların sayısı ile ilgili kısa bir hadis hariç bu konudaki rivayetlerin tamamı israiliyattır.
Rivayetlere birkaç örnek:
1- Tâlût’un Dâvûd’u Öldüreceğini Kim İhbar Etti?
Bu kişinin “Zü’l-Ayneyn” diye bir şahıs olduğu kaynaklarda geçer. Fakat bu konudaki rivayetlerden birinde Dâvûd’un şarap içtiğinde bahsedilmiştir. Bugün elde bulunan Tevrat’ta bir peygamberin içki kullandığı ve iki kızıyla zina edip çocuklarının meydana geldiği kayıtlıdır. İşte bu gibi birçok tahrif ve iftirayı içeren bilgileri İslâmî muhit ve kaynaklara aktırırken çok dikkatli davranmalıdır.
2- Dâvûd’un Câlût’u Sapanla Öldürmesi konusundaki rivayetler de tamamen israiliyattır.
H- TÂBÛT VE SEKÎNE
Tâlût ile Câlût arasında geçen savaş dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinde “Tâbût”, “Sekine” ve “Bakıyye” den bahsedilir. Tâlût’un hükümdarlığını kabul etmeyenlere Tâbût bir alamet olarak gelmiştir. Ve içlerinde rab’lerinden bir sekinet ve… bir bakıyye vardır. Tamamı 7-8 kelimelik bir cümle olan bu ayet içindeki 3 isim etrafında bir sürü rivayetler ortaya atılmıştır. Lüzumsuz tafsilata girilmiştir. Bunların hemen tamamı Ehl-i Kitab’dan nakledilmiştir.
Tâbût, sekine ve bakıyye ile ilgili olan rivayetler ve tefsirlere geçmiş tafsilatları hakkında Kur’an-ı Kerimde hiçbir bilgi yoktur. Bu konuda biz hadis olarak ta birşey ulaşmamıştır. Bize bu konuda ulaşanların kaynağı israiliyattır.
I- İREM HAKKINDA
Kur’an-ı Kerim yeri geldikçe insanların ibret almaları için geçmiş kavimlerden ve bunların çarptırıldıkları ilahi cezalardan da bahseder. Bazen çok kısa bir şekilde değinilen bu bilgiler hakkında bir çok uydurma haberler uydurulmuştur. İrem hakkındaki durumda bunlardandır.
İlgili ayetin meali “Görmedin mi Rabbin nice yaptı Âd’e; (yani) o direk sahibi irem’e ki o, şehirlerde bir benzeri yaratılmayandı” (el-Fecr 89/-8)
İ- KARUN HAKKINDA
Karun ismi Kur’an’da 8 yerde geçer (el-Kassas 28/76/62, el-Ankebut 29/39, Gâfir 40/24) Son iki ayette Karun Haman ile birlikte, Fir’avn’nın israiloğullarına zulmeden müşrik bir nazırı olarak anlatılır. Hz. Musaya karşı mütekeb bigane davranır ve onun sihirbaz olduğunu söyler el-Kassas’da ise Karun Hz. Musa’nın kavmine kibirle muamele eder ve buna sebep de edindiği muazzam servettir.
Karun ve onun malı, mülkü ile ilgili olarak tefsirlere giren malumat ve tafsilata ait Kur’an’da ve hadislerde en ufak bir bilgiye rastlanılmaz bunlar tamamıyla israili haber ve rivayetlerdir.
K- ASHAB-I UHDUD
Kur’an-ı Kerimin bir ayetinde (el-Büruc 85/4) Ashab-ı uhdud’dan bahsedilir. Bunlar bizce tarihin meçhul bir devrinde yaşamış ve inanmışlara işkence etmiş bir kavimdir. Sonra da Allah, bu zalimlere cezalarını vermiştir.
Ashab-ı Uhdudun kimler oldukları, hangi devirde yaşadıkları, sayıları, hangi dine mensup oldukları hakkında ondan fazla rivayet vardır. Fakat bu konudan sayfalar dolusu söylenenlerin doğruluğunu ispatlayıcı elimizde her hangi bir delil yoktur.
L- BEL’AM HAKKINDA
Aslında Arapçadan başka bir lisana ait olan bu isim, arapçada Bel’am ibn Bâ’ûra (Bâ’ur) şekline girmiştir. Bu ismin etrafında meydana gelen hikayelerin bütün detaylarıyla müfessirlerin kitaplarına girmesinin medeni el-A’raf 7/175 de geçmesidir.
Bu adam önce ilgili ayetin ruhuna uygun olarak Salih bir zat sonrada sapıtmış, azıtmış ve kendisine bahşedilen nimetlere nankörce davranan biri olarak tasvir edilmiştir. Fakat ayette dile getirilen kişinin Bel’am olduğu yolundaki rivayeti ve anlatılan kıssayı doğrulayacak elimizde hiçbir eser yoktur. Keza Bel’am’ın ayetin nüzuluna sebep teşkil etmesi de doğru değildir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
PEYGAMBERLERLE İLGİLİ HABERLERDEKİ İSRAİLİYAT
A- Hz. Adem’in Yaratılışı
Hz. Adem (as) ilk insan ve ilk peygamberdir Kur’an’ın bir çok ayetlerinde ve bir çok hadiste Hz. Ademin çeşitli durumlarından bahsedilir. Yaratılışı, cennete girişi, cennetten indirilişi, tevbesi, iblis ile arasında geçenler, zevcesi vs gibi Kuran-ı Kerim’in öz olarak anlatıp dile getirdiği ve sadece ibret gayesine matuf olan bu konulara pek çok yabancı kaynaklı haberler karışmıştır.
Hz. Ademin yaratılışı ile ilgili ayetlerde herhangi bir tafsilat yoktur bu konuda belli bir hadiste yoktur. O halde bu konuda tek kaynak tevrat ve şerhleri ve israiliyat kaynağı belli şahıslardır ki bunların verdiği bilgilerin sağlığı bellidir.
B- Hz. Adem’e Secde Etmekten Kaçınan Meleklerin Yakılması
Bu haber şüphesiz İslâm’ın melek telakkisine, akla ve an’aneye aykırıdır; kabulü mümkün değildir. Allah bir çok ayetlerde meleklerin emir alır-almaz derhal secde ettiklerini bildirmiştir. Bu haber ayetlerle açık bir tezat halindedir.
C- Havva’nın Yaratılması
Havva Hz. Ademin eşinin adıdır. Allah K. Kerim de Havva’nın sadece Adem’den yaratılmış olduğunu bildirir ve bunun ötesinde herhangi bir tafsilat vermez. Buna rağmen İslami eserlerde konu ile ilgili bir sürü tafsilat vardır ve bunların çoğu israiliyattır.
D- İblisin Cennete Girmesi
Kur’an’da, Cennet’de oturan ve orada diledikleri gibi gezip tozan Adem’le eşinin şeytan tarafından iğva edildiği ve nimet dolu bu güzel yurttan çıkarıldığı anlatılır.
E- Memnu’ Ağaç
Memnu Ağacın Cinsi: Allah cennette bulanan Hz. Adem ve eşine “Şu ağaca yaklaşmayın” emri verdi (el-Bakara 2/35)
1- Hz. Adem’e memnu Ağaçtan kim yedirdi? Bu konudaki rivayetlerin çoğu Havvanın yedirdiği konusunda birleşir fakat rivayetlerin menşei gayr-i İslâmidir.
2- Hz. Adem ve Eşinin Elbiseleri: Muhtelif eserlerde cennette giydikleri elbiseler konusunda rivayetler vardır. Fakat bunu ispatı imkan yoktur.
3- Adem’le Eşi Açılan Yerlerini Ne ile Örttüler? Bu konuda çeşitli rivayetler vardır. Fakat bunları kanıtlamak imkansızdır.
F- Adem, Havva, Yılan Ve İblis’in Yeryüzüne İndirilmeleri
1- Adem (as)’in indirildiği yer:
Allah Hz. Adem’i gökten yere indirdi onu Hind toprağına, Hind toprağında da Dehnâ ya da Bûz dağına veya Serendib adasına veya Serendib yakınındaki Nud’a indirildiği söylenir.
2- Havva’nın indirildiği yer:
Havva Cidde’ye indirildi.
3- Yılanın indirildiği yer:
Yılan da ısfahana indirildi.
4- İblisin indirildiği yer ise Meysandır.
G- Havvayla Yılana Verilen Ceza
Tefsirlerde, Hz. Havva’ya ve Yılana verilen ceza hakkında epeyce malumat vardır. Ancak bunlar tümüyle hıristiyan ve yahudilerden nakledilmiştir.
H- Hz. Adem’in Tevbesi
Hz. Adem yaptıklarına son derece pişman oldu. Afv, için Allah’a yalvarıp yakardı. Bu konuyu dile getiren ayet şu me’aldedir “Derken Adem Rabbinden bir takım kelimeler telakki etti. O da tevbesini kabul etti (el-Bakara 2/37). Ademin tevbe ettiği zaman Allah’tan alıp bellediği kelimeler şunlardır tarzında yüzde yüz katiyet ifade eden deliller yoktur.
1- ADEM’İN İKİ OĞLU HABİL VE KABİL’İN KISSASI
Kur’an’ın kısaca temas ettiği bu kıssa hakkında, pek çoğu Ehl-i Kitab çevrelerinden derlenmiş uzun rivayetler oraya çıkmıştır. Bu uzun rivayetleri tasdik için elimizde ne ayet vardır. Ne de sahih hadis
İDRİS (AS)
İdris ismi Kur’anda iki kere geçer. Hemen bütün tefsir, tarih ve enbiya kıssalarından bahseden eserler İdris (as)’i ulum ve fünuna vakıf olarak gösterirler ilk defa kalem kullanan elbise dikip giyen odur; rivayete göre ondan evvel insanlar hayvan derileri giymekle iktifa ediyorlardı. Terzilerin hamisi ve piri İdris (as) dır. Tıp ve Astronomi sahasında da maharetlerinden bahsedilir. Allah yolunda cihada girişen ilk kişide odur.
NUH (AS)
Nuh (as) Kur’an ve hadislerde mühim yer işgal eder. Kur’an’da 43 kez geçer. Tufan hadisesi sebebiyle insanlığın 2. babası kabul edilir.
Nuh (as)’un ismi etrafında pek çok esatir meydana gelmiş ve bunlar islami eserlere de sızmıştır. Nuh (as) hakkında bize Kur’anın ayetleri ve bu konudaki sahih hadisler kafidir.
Nuh’la ilgili o kadar çok şey vardır ki bunların hemen tamamı Tevrata dayanır.
İBRAHİM (AS)
Hz. İbrahim’in K. Kerim’de isminden ve isminden ve muhtelif kıssalarından çokça bahsedilir. İslami eserlerde önemli yer tutar K: Kerimin uzunca bir suresinin ismini almıştır: K. Kerimde ismi 68 kez geçer. Ayrıca hadislerde de muhtelif vesilelerle yüzlerce yerde Hz. İbrahimden ve onun sünnetlerinden detaylarıyla bahsedilir. Hz. İbrahimin dini hanif olarak belirtilir. Hz. Peygamber (sav)’in bu dine uyması emredilir. (Nahl 16/123) ayrıca Hz. İbrahimin ismine sıkça tefsir, tarih, edebiyat ve Enbiya kıssalarında da rastlanır.
Bunlardan da anlaşılacağı üzere Hz. İbrahimin ismi etrafında ciltler dolusu bilgiyi ihtiva eden pek çok rivayetler meydana gelmiştir bu rivayetlerden cüz-i bir miktarı İslami olmaktan uzaktır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
AHİRET VE DİĞER MÜTEFERRİK KONULARA AİT HABERLERDEKİ İSRAİLİYYAT
A- AHİRETE MÜTEALLİK HABERLERDEKİ İSRAİLİYAT
1- Duhan Hakkında
Türkçemize duman manasına gelen bu kelime Kur’an’da iki yerde geçer. Hadis olarak ise şöyle geçmiştir. Huzeyfe (ra) yâ Rasulullah o duhan nedir diye sordu. Hz. Peygamberde Duhan suresinin 10 ayetini okudu ve: “(Bu duman) doğu ile batı arasını dolduracak 40 gün 40 gece duracak; mü’min nezleye tutulmuş gibi olacak; kafir sarhoş gibi olacak kafirin burnu, kulakları ve aşağısından çıkacak” buyurdu.
Muhtelif tefsir kitaplarında yer alan bu hadis uydurulmuştur. Ve Peygamberimize atfedilmiştir.
2- İyi ve Kötü Amelin Ahirette Sahibini Karşılaması
Mü’min kabrinden çıktığı zaman amelinin kendisini en güzel koku ve en güzel biçimde karşılayacağı kafirininkinin ise bunun tam tersi olacağı sözü sahih değildir.
3- Rahmet Kapısı
“O gün erkek ve kadın münafıklar iman etmiş olanlara ‘bizi bekleyin. Nurunuzdan bir parça ışık alalım diyeceklerdir. gün onlara istihza suretiyle) “dönün arkanıza da bir nûr arayın” denilecek. Nihayet onlar (la iman etmişler)’ın arasına kapılı bir duvar çekilecektir. Onun içinde rahmet dış yanında da azap vardır.
Bu ayette açıkça kıyamet gününün bir sahnesi canlandırılmaktadır. Ayette bahis konusu edilen Kap ve Sur ifadelerinin dünya hiçbir ilgisi yoktur.
4- Kıyamet Gününde Allah’ın İnmesi
Bu haber Abdullah b. Amr’ın Yermuk’de elde ettiği Ehl-i Kitaba ait eserlerden naklettiği tipik bir israiliyattır.
İSRAİLİYATIN ZARARLARI VE SONUÇ
Hz. Peygamberin çok açık yasağına rağmen, bazı müfessirler Ehl-i Kitapta buldukları şeyleri, sıhhatlerini kontrol etmeden eserlerine almışlardır. Ehl-i kitabı izlemede belirlenecek yol bellidir İslâmî esaslarla çatışan şeyleri reddetmek doğruluğunu ya da yanlışlığını bilmediklerimizi de ne tasdik ne de tekzip etmektir.
Herhangi bir eserde İslâmî yönde küçük veya büyük hataların bulunması bazı insanlar, hiç de uygun olmayan bir kanaate sevk ediyor, o da bu eserlerin tamamen terkedilmesidir oysaki bu eserlerin yi yönlerinden istifade edilip eksikleri tesbit edilerek edep ve terbiye dairesinde ilme akla ve kaynaklara istinaden hataları gösterilebilir ki bu da çok yararlı bir yol olur.
İslâm son ekmel dindir, Kur’an ve hadislerde mevcut şeyler müslümanlara bilgi olarak kafidir dini Yönde Ehl-i Kitaba asla ihtiyaç yoktur. Gerek İslâm’a zıt ve gerekse meskutun anh olan İsrailiyyata müslümanlar asla muhtaç değildir. Müslümanları bu İsrailiyyat belasından kurtarmak için ise İsrailiyyatın ne olduğunu anlatmak ve nelerin İsrailiyyat olduğunu göstermek gerekir.
Doç. Dr. Abdullah AYDEMİR, Beyan Yayınları
]]>
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Yaratan Rabbinin adıyla oku!(1) O, insanı bir kan pıhtısından (embriyodan) yarattı.(2) Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.(3) O, kalemle (yazı yazmayı) öğretti. (4) İnsana bilmediği şeyleri öğretti.(5) (Alak Suresi : 1-5)
“Risale-i Nur, yalnız bir cüz’i tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki külli bir tahribatı ve İslamiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarük ve teraküm edilen müfsid aletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumi ve efkar-ı ammeyi ve umumun bahusus avam-ı mü’mininin istinadgahları olan İslami esaslar ve cereyanlar ve şeairler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumiyi, Kur’an’ın icazıyla, o geniş yaralarını, Kur’an’ın ve imanın ilaçları ile tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle külli ve dehşetli rahnelere ve yaralara, hakkalyakin derecesinde ve dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasiyetinde mücerreb ilaçlar, hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki, bu zamanda, Kur’an-ı Mucizü’l Beyanın i’caz-ı manevisinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.”(Sikke-i Tasdik-i Gaybî )
RİSALE-İ NUR NEDİR VE NASIL BİR TEFSİRDİR?
Risale-İ Nur Külliyatı, dili ve muhtevasıyla olduğu kadar, telif tarzı ve tertibiyle de orijinal bir eserdir. Ekseriyetle dağlarda, kırlarda, yahut zindanların amansız şartları altında telif edilen bu eser, telif şartlarından hiç beklenmeyecek bir şekilde, en ağır, en derin, en muğlâk ilmî meseleleri incelemekte, en çetin soruları ele almakta, yüzyıllar boyunca tartışma konusu teşkil edegelmiş problemler için çözümler ortaya koymakta, çağın tereddütlerine cevap getirmekte, üstelik bütün bunları, tamamen kendisine has bir üslûp ve metod içerisinde gerçekleştirmektedir.
Risale-i Nur, yaygın bir şekilde, “çağdaş bir tefsir” olarak tarif edilegelmiştir. Doğrudan doğruya Kur’ân’a dayanması ve bilhassa imana dair bir kısım âyet-i kerimeleri geniş şekilde açıklaması sebebiyle, bu tarif bir hakikati aksettirmektedir. Ancak, gerek tertip itibarıyla, gerekse açıklama tarzıyla Risale-i Nur alışılagelen tefsirlerden ayrıldığı gibi, Külliyatın bazı parçaları (On Dokuzuncu Mektup, Yirmi Dokuzuncu Lem’a, On Dokuzuncu Söz, umumiyetle lâhikalar ve müdafaalar gibi) daha başka ilim dalları içinde mütalâa edilebilecek eserleri teşkil etmektedir. Meselâ İşârâtü’l-İ’câz ile Sünuhat’ın aynı tasnif içine girecek eserler olmadığı, ilk bakışta kolayca anlaşılacaktır.
Risale-i Nur’un en az tefsir kadar önem taşıyan bir diğer cephesi, kelâm ilmiyle ilgilidir. Belki de Külliyatın ekseriyetini kelâm ilmi içinde mütalâa etmek daha doğru olacaktır. Başta lâhikalar olmak üzere geri kalan bölümlerde ise, hizmet metodları ile ilgili bahisler önemli bir ağırlık teşkil etmektedir.
Kelâm tarihi ve klâsik kelâm eserleri ile mukayese edildiğinde, Risale-i Nur’un bu sahada yep yeni bir tarz geliştirdiğini, hattâ bir çığır açmış olduğunu görmek hiç de zor olmayacaktır. Zaten Risale-i Nur Müellifi, eserlerinin çeşitli yerlerinde bu hususu açıkça dile getirmektedir.
Risale-i Nur, konuları ele alış tarzı, muhtevasındaki derinliği ve kapsamlılığı birçok kesimin yoğun ilgisini çekmiştir. Bir yandan yurt içinde ve dışında çeşitli halk kesimleri tarafından okunmakta ve diğer yandan hakkında uluslararası sempozyumlar düzenlenmekte ve birçok akademik makale ve tezlere konu olmaktadır.
Meselâ bunlar arasında çağdaş düşünürlerden Faslı Prof. Dr. Taha Abdurrahman, Risale-i Nur’un düşünce dünyasında yaptığı büyük devrimden söz ederken, onun diğer yönlerinin yanında bu yönünün de kayda değer olduğuna dikkat çekmektedir:
“Bazı Batılı filozoflar, her şeyin merkezine aklı aldılar ve sadece aklın ürünü olan hususlara itibar ettiler. Hattâ bu hususta öyle ileri gittiler ki, İncil ve Kur’ân gibi semâvî kitapları ve temsil ettikleri dinleri de aklın etrafında dönen diğer eşya arasına katarak, aklî sistem içinde onlara bir tanım getirdiler. Yani, tıpkı eski insanların dünyayı sabit sanıp güneşin de onun etrafında döndüğünü tevehhüm ettikleri gibi, aklı sabit kabul ederek semavî kitap ve dinleri onun etrafında gezdirdiler.
“İşte Bediüzzaman, Risale-i Nur’la düşünce dünyasındaki bu gidişatı olması gereken mecraya çevirdi-tıpkı ilim dünyasında Kopernik’in yaptığı gibi. Nasıl ki Kopernik, ‘Dünyanın sabit, güneşin onun etrafında döndüğü şeklindeki eski görüşü ortadan kaldırıp; onun yerine, dünyanın hem kendi etrafında, hem güneşin etrafında döndüğünü’ ispat etti; Bediüzzaman da Risale-i Nur’la düşünce dünyasında buna benzer bir inkılâp gerçekleştirdi: ‘İnsanın düşünce dünyası sabit olamaz. Düşünce dünyası hem kendi ekseni etrafında döner, hem de vahiy güneşinin etrafında döner’ diyerek insan düşüncesinin olması gereken asıl yerini tespit etmiş, aklı yalnızlık ve karanlıktan kurtararak aydınlatmış ve rahatlatmıştır.”
Ayrıca Risale-i Nur, bir Kur’ân tefsiri olması itibariyle, aklın yanı sıra, kalb, ruh ve diğer bütün duygulara da hitap etmektedir. Ahlâkın bütün boyutlarına ışık tutmakta ve bir çok sosyal probleme çözümler sunmaktadır. Ancak onun bu ve benzeri daha bir çok meziyetini en iyi şekilde anlamanın yolu her halde onu açıp bizatihi okumak ve yaşamakla olur.
Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?
Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını açıklar, izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle açıklar, isbat ve izah ederler. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Birinci kısım tefsirler, bu ikinci kısmı bazan özet bir tarzda ele alıyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, benzersiz bir şekilde inatçı filozofları susturan bir mânevî tefsirdir.
Risale-i Nur, her asırda milyonlarca insanın rehberi olan mukaddes kitabımız Kur’ân’ın hakikatlerini subjektif nazariye ve mütâlaalardan uzak olarak, rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır.
Risale-i Nur, Kur’ân âyetlerinin nurlu bir tefsiridir. Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhendir. En avamdan en havassa kadar her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış ve müsbet ilimlerle mücehhezdir.
Risale-i Nur, asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir. Aklı ve kalbi tatmin eder. Vesveseli şübhecileri ikna eder. Hattâ en inatçı filozofları dahi teslime mecbur eder.
Risale-i Nur, akla gelen bütün istifhamları bertaraf eder. Zerrelerden güneşlere kadar îman mertebelerini açıklar. Vahdâniyet-i İlâhiyeyi ve nübüvvetin hakikatini ispat eder.
Risale-i Nur, yer ve göklerin tabakalarından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatinden, haşir ve âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mâhiyetinden; ebedî saadet ve şekavetin kaynağına kadar, akla gelebilecek bütün imanî meseleleri en kat’î delillerle aklen, ilmen ve mantıken ispat eder… Pozitif ilimleri teşvik eder. Kesin delillerle aklı ve kalbi ikna eder ve merakları izale eder.
Büyük şâirimiz merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ meclisinde, “Viktor Hügolar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman’ın bir talebesi olabilirler” demişti.
Bediüzzaman, Risale-i Nur’la beşeri sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkib etmez. Gayr-ı meşru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterir, hissi mağlûb eder, kalb ve ruhu hissiyata mağlûb olmaktan korur. Küfür ve dalâlette de, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduğunu, dünyada dahi Cehennem azabları çektirdiğini; buna mukabil îmanda, İslâmiyet ve ibâdette leziz lezzetler ve zevkler bulunduğunu ve Cennet çekirdeği ve meyveleri gibi dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediğini isbat eder.
Kur’ân-ı Azîmüşşan bütün zamanlarda gelip geçen nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Arş-ı A’lâdan irad edilen İlahî ve şümullü bir nutuk ve umumî, Rabbanî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamana ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi’dir.
Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’ân-ı Azîmüşşana tefsir olamaz. Çünki Kur’ân’ın hitabına muhatap olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi’ bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hâlî olamaz ki, hakaik-i Kur’âniyeyi görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.
Binaenaleyh Kur’ân’ın ince mânâlarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlarının tesbitiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ulemadan yüksek bir heyetin tedkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin; ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.
Evet Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nâfiz bir içtihada mâlik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından âzâde olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı mânevî tefsir edebilir.
İşte büyük ulemâ-i İslâm ve meşâyih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki: Bediüzzaman ne söylerse hakikattır. Bediüzzaman’ın eserleri, sünuhât-ı kalbîye olup, cumhur-u ulemânın tasdik ve takdîrine mazhardır.
Risale-i Nur, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyânın bu asırda bir mu’cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhların sultanı, akılların muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir.
İşte Bediüzzaman Said Nursî; Kur’an-ı Kerîm’deki bu asrın muhtaç olduğu hakikatleri keşfedip, Nur risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceği bir tarzda tefsir ve îzah etmek muvaffakıyetine mazhar olmuştur. Bunun içindir ki: Risale-i Nur, emsali görülmemiş bir şâheserdir kanaatına varılmıştır.
www.bediuzzaman.net adresinden alınmıştır.
]]>Esed, sekiz sayfalık önsözünde Kur’an tefsiri hakkındaki görüşlerini bildirmiş, metodunu özlü bir biçimde ifade etmiştir. Sıradan bir tercüme veya tefsir yapmamış, yirminci yüzyılın kültürüyle yetişmiş bir insanın Kur’an’a bakışını, ondan istifadeye çalışmasını, ona sorular sorup ondan gelecek cevapları arayışını ortaya koymuştur. O, Kur’an’ın insanlık tarihinde gerçekleştirdiği inkılaba değinip onun Batı’da layıkıyla değerlendirilememesinin sebeplerini tahlil eder. Batılılarca yapılan Kur’an tercümelerinin “kasıtlı olarak saptırıldığı” şeklindeki kolaycı iddiaya yer vermeyip meselenin temelindeki zihniyet farkını bulmaya çalışır. Yaşı otuza yaklaştığı bir sırada Müslüman olduktan sonra altmış beş yıl kadar daha süren bereketli bir hayat geçirmiş olan müellifimiz tefsirini ömrünün son döneminde kaleme almıştır. Arapçayı çok iyi derecede öğrenmiş, önsözünde listesini verdiği kaynaklardan yararlanmakla beraber kendi bilimsel şahsiyetini devamlı surette muhafaza ettiğini yaptığı açıklamalarla hep göstermiştir. Bu eserin entelektüel beklentileri tatmin eden meziyetini, hatta bazan tefsir ilmine faydalı katkılar sağlayabilecek açıklamalar yaptığını bizzat gözlemlediğimi açıkça belirtiyor ve onun bu faziletini kabul ediyorum. Fakat bunun yanında, Sünnî müfessirlerin tefsirlerine aykırı olan hatalı bulduğumuz yorumlarına temas etmeyi de bir sorumluluk olarak görüyorum.
Şunu da tasrih edeyim ki yazarın sonradan Müslüman olması sebebiyle içimde en ufak bir şüphe bulunmuyor. Aksine böyle olmasını İslam kültürüne faydalı bir katkı saydığım gibi onun sağlam bir Müslüman olduğuna dair tam bir hüsnüzan içinde bulunuyorum. Fakat kendisi, diğer müfessirlerden, bilinçli tercihi ile ayrılırken “Onların yorumlarından ayrıldığım zaman bile, gerçeği bulma yolunda bana güç katan bilgilerini takdirle karşıladım” dediği gibi, biz de kendisinin hatalı bulduğumuz yorumlarından ayrıldığımızı belirtmek istiyoruz. Böylece meziyetini bir asıl olarak toptan ifade ederken, az ve arızi olan yanlış bulduğumuz taraflarına dikkat çekmek istiyoruz. Burada toplumumuzda ortaya çıkan bir tezahüre de –yorumsuz olarak– yer vermek istiyoruz: Otuz yıl kadar önce, büyük bir alimin bir tarih kitabında sadece miraç konusundaki bir yorumu senelerce süren tepkilere yol açtığı halde, şimdi bir Kur’an tefsirinde onun onlarca misli olan teviller, sayısı hayli artmış olan ilim ehlinin kalemlerini harekete geçirmiyor. Dahası, bu tefsir kitabı, dindar çevreler tarafından yayılıyor. Doğrusu düşünmeye değer.
Merhum yazarımızın dikkat çeken özelliklerinden biri, bazı gaybi ve mucizevi meseleleri rasyonalist açıdan yorumlamaya çalışmasıdır. Bazı örnekler verelim: Ona göre miraç, fiziksel (bedenle) olmayıp rüyanın ötesinde ruhi bir tecrübedir. Bunun böyle olduğunu, İbn Kayyim el–Cevziyye’ye de dayandırmaya çalışarak, modern psikoloji verileriyle açıklamaya yönelir. A’raf, 166 ayetinde, zulüm ve azgınlıkları sebebiyle maymuna çevrildikleri bildirilenler hakkında, “Onların yalnız kalpleri maymuna dönüştürüldü, yani ruhen maymunlaştılar, bedenen değil. Bu, Allah’ın, onların durumunu tasvir etmek için irad ettiği bir meselden, bir benzetmeden başka bir şey değildir.” der.
Bakara Sûresi’nin 102. ayetinde Harut ile Marut’un öğretip bazı insanların da onlardan öğrendikleri nesne, müfessirlerce “sihir” şeklinde tefsir edilir. M. Esed’e göre ise sihir diye bir şey yoktur, burada öğrendikleri nesne, “karı ile koca arasında huzursuzluğun hangi yolla çıkarılacağıdır”. Aynı konuda Felak Sûresi’nin tefsirinde Zemahşeri, M. Abduh ve Reşid Rıza’ya dayanarak sihrin gerçekliğini reddeder ve “Açıkça akıl dışı bulunmalarına rağmen, müminin bu tür uygulamalardan Allah’a sığınmasının emredilmesinin sebebi, –Zemahşeri’ye göre– bu tür meşguliyetlerin günah oluşunda ve bununla uğraşanlar için zihinsel bir tehlike taşımasında yatmaktadır”. Nas Sûresi’nde sözü edilen cinler hakkında şöyle der: “Yukarıdaki bağlamda terim, muhtemelen insan bünyesinin karşı karşıya bulunduğu ve doğru ile eğri arasında ayrım yapmamızı zaman zaman güçleştiren görünmez, esrarlı tabiat güçlerini göstermektedir. Ancak Kur’an’ın son sûresinin bu son ayeti ışığında bakıldığında, kendilerinden Allah’a sığınmamız emr edilen ‘görünmez güçler’in, kendi kalplerimizin körlüğünden, ihtirasımızdan ve atalarımızdan bize geçen sakat anlayış ve batıl değerlerden kaynaklanan şeytanî eğilimler olduğu sonucuna varırız”. Bakara 14 ayetindeki “şeytanlar”ı, “Ama şeytani dürtüleriyle baş başa kaldıklarında ‘Aslında biz sizin yanınızdayız, onlarla sadece eğleniyoruz’ derler.” diyerek “şeytanî dürtüler” şeklinde açıklar. Fakat ayet, muhatapların “dürtüler” değil de “şeytanlar” olduğunu tasrih ettiğinden, buradaki yorum boşlukta kalmaktadır.
Müfessir, bu kadarla yetinmeyip rasyonalist yorumlamada daha ileri giderek bazı mucizeleri tevil eder. Bu cümleden olarak, Hz. Musa (as)’ın İsrailoğulları ile denizden geçmesi konusuna bakalım. O bu mucizeye değinen Bakara 50 ve Taha 77–78 ayetlerini yorumlamayıp Şuara Sûresi’nin tefsirinde bu konuyu ele alır ve şöyle der: “Tevrat’taki muhtelif atıflara bakılacak olursa (özellikle Çıkış, xıv,2 ve 9), Kızıl Deniz’i geçme mucizesi, bu denizin bugün Süveyş Kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Kıssanın geçtiği çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Deniz’inin ana kıtayla Firisan adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi; yüksek cezir (geri çekilme) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte; ama bu durumdayken, ani ve şiddetli bir med dalgasıyla bütünüyle sulara gömülmektedir”.
Kamer Sûresi’nin 1. ayetinde bildirilen “Ay’ın yarılması”nın kıyamet öncesinde olacağını, Hz. Peygamber (sas)’in hayatında Mekke’de iken bu yarılmanın gerçekleştiğine dair hadislerin “sübjektif gerçekliğinin” olabileceğini, muhtemelen alışılmamış kısmi bir ay tutulmasının söz konusu olabileceğini iddia eder .
Hz. İsa (as)’ın dünyaya geldiği sırada beşikte konuştuğunu bildiren: “Derken bebek: “Ben Allah’ın kuluyum” dedi. O, bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi” “Nerede olursam olayım beni kutlu kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı farz kıldı.” Meryem 30–32 ayetlerinde bildirilen sözlerini, Hz. İsa (as)’ın büyüdükten sonra söylemiş olacağını öne sürer: “Kur’an her ne kadar 3 (Âl–i İmran) 46’da, Hz. İsa’nın daha beşikte iken insanlarla konuştuğunu, yani daha erken çocukluk çağlarında hikmetle donatıldığını ifade ediyor ise de, 30–32. ayetler, gelecekte gerçekleşecek bir şeyi ifade için, tekid amacıyla, geçmiş zaman kipini kullanarak olacak şeylerin tasavvurunu sağlayan bir mecaz özelliği gösterir gibidir.” der. Doğrusu, Hz. İsa’nın bu ayette geçen konuşmasını olgunluk çağında yaptığını iddia etmek, Kur’an’ın sarahatine aykırı düşmekte ve o takdirde, ayette geçen “bebek” ve “beşik” kelimelerinin, keza Hz. Meryem’in bebeğe işaret ederek “onunla konuşun!” iması üzerine onun muhataplarının “Daha beşikteki bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz ki!” sözlerinin hiçbir manası kalmamaktadır.
Yusuf Sûresi’nin 93. ayetinin bildirdiği üzere Hz. Yusuf (as), kardeşlerine: “Şimdi gidin ve benim bu gömleğimi de yanınıza alın; onu babamın yüzüne sürün, o zaman tekrar görmeye başlayacaktır.” demiş, onlar da böyle yapınca o, görmeye başlamıştır. Fakat M. Esed, onun gözlerinin körelmediğini, ağlamadan ötürü, gözlerine bulanıklık ve zayıflık arız olduğunu, gömleğin yüze sürülmesinin söz konusu olmayıp, bu kelimenin “önüne koyma” manasına da gelebileceğini, böylece hayatta olduğunu anlaması üzerine gözyaşını kesince görmesinin netleştiğini söyler. Ona göre ortada mucizevi bir durum yoktur. Oysa müfessirlerin hemen hepsi bu gömleğin yüzüne sürülmesiyle Hz. Yakub (as)’ın gözlerinin açıldığını söylerler.
Makalemiz yeterince uzadığından artık son vermemiz gerekmektedir. Şöyle diyerek bitirelim: Bu tür rasyonalist teviller, M. Esed’den yüz sene kadar önce S. Ahmed Han, M. Abduh, Ferid Vecdi gibi bazı zatlar tarafından yapıldığında bile Müslümanlar onları yadırgamışlardı. Onların döneminde pozitivizm med halinde olduğundan, belki bir mazeretleri olabilirdi. Ama yirminci asrın ikinci yarısında pozitivizm ve rasyonalizmin oldukça zayıfladığı bir dönemde yazılan bu tefsir, böylesi kaba rasyonalist yorumlara hiç de tenezzül etmeyebilirdi. Bilakis bu dönemdeki bilimsel gelişmeler mucizeleri anlamamızı kolaylaştıran keşifler gerçekleştirdiğinden, onlardan yararlanması bile mümkündü. Keşke tefsirini bu zaaflardan korumuş olsaydı. Cenab–ı Allah sa’yini meşkur kılıp taksiratını affetsin.
(**) Makaleyi teslim ettikten sonra İsmail Çalışkan’ın 1998’de Cumhuriyet Üniv. İ. Fak. dergisindeki makalesinden haberdar oldum.
Prof. Dr., Suat Yıldırım, Marmara Üniv. Öğretim Üyesi
Zaman Gazetesi, 03.07.2002
Notlar:
1–M. Esed, Kur’an Mesajı (Meal–Tefsir), çev. Cahit Koytak–Ahmet Ertürk, İstanbul, İşaret Yay., 1996, c.ı–ııı.
2– M. Esed, Kur’an Mesajı, Önsöz, xxvıı.
3– Eserin sonunda, ek:iv, s.1337–1339.
4–Kur’an mesajı, A’raf 166 tefsirinde, not: 133.
5– Age. Bakara 102 tefsirinde not: 84.
6– Age., Felak Sûresi’nin tefsirinde, not: 3.
7–Age. Nas Sûresi’nin tefsirinde, not: 2.
8– Age. Bakara 14 ayetinin tefsirinde, not: 10.
9–M. Esed, Kur’an Mesajı, Şuara 66 ayetinin tefsirinde not: 35.
10– Age., Kamer 1 ayetinin tefsirinde, not: 1.
11– Age. Meryem Sûresi 30 ayetine dair not: 23 ve 24.
12–Meryem 29.
13–Age. Yusuf 93 ayetinin tefsirinde not: 93
]]>