Bir dildeki pek çok kelimenin başka dildeki karşılıkları, o kelimeleri bütün çağrışımları ve onları kullananlarda meydana getirdiği tesirleriyle asla yansıtamaz. Meselâ, Kur’ân kelimesi her ne kadar Kur’ân için bir özel isimse de, sözcük anlamı itibariyle “okumak” demektir. Bu manâda o, cins isim bile olsa, kendinden türediği masdarı itibariyle dahi başka bir dilde aynen ifade edilemez. Ne Türkçe’de ‘okuma, okuyuş’ gibi masdar çeşitleri, ne, meselâ İngilizce’de ‘reading’ veya ‘recitation’ gibi kelimeler, ne de herhangi bir dilde ‘okuma’ manâsında kullanılan herhangi bir kelime, Kur’ân’ı karşılamaz. Dil, ölü bir vakıa değil, onu kullanan milletin tarihiyle birlikte değişiklikler ve adaptasyonlar geçiren canlı bir vakıadır.
İkinci olarak, Arapça, gramatik bir dildir; kaideleri bellidir, yerleşmiştir. Bilhassa kelime türetme açısından dünyanın en zengin dilidir.
Meselâ, Arapça’da 35 tane masdar kalıbı vardır; yani, bir fiilin 35 farklı masdarı yapılır ve bunlardan her biri, şekil, tür, biçim gibi pek çok bakımdan diğerlerinden farklı anlam ve çağrışım ifade eder.
Bunlardan ayrı olarak, “masdar bina-i merre”, “masdar bina-i nev’” gibi, apayrı masdar türleri de vardır. Yine, bir dildeki “geçmiş zaman, geniş zaman, gelecek zaman”, diğer dildekilerin her zaman için aynısı değildir. Meselâ, Kur’ân- ı Kerim, bilhassa Âhiret’le alâkalı vak’a ve vakıalardan bahsederken çok defa “geçmiş zaman” kipi kullanır. Oysa Âhiret, insan tarihi açısından bir gelecektir. Kur’ân’daki bu kullanışın, Arapça’da “geçmiş zaman” kipinin kesinlik ifade etmesi dışında, daha pek çok sebepleri ve ifade ettiği anlamları söz konusudur.
Yine, Arapça’daki “muzarî” kipi de, hiçbir zaman ne Türkçe’deki “geniş zaman”la, ne de İngilizce’deki “simple present tense- ”le tam olarak karşılanabilir. Çünkü “fiil-i muzarî”, Türkçe’deki “şimdiki zaman” kipini de içine almasının yanısıra, “tekrar, teceddüt (yenilenme)” gibi, ifade ettiği daha başka manâlarla da belli bir zenginliğe sahiptir. Ayrıca, meselâ İngilizce’deki “present perfect tense”i bir başka dilde, en azından Türkçe ve Arapça’da bulmak zor olduğu gibi, bu “tense”, aynı İngilizce olsa da, kullanma açısından Amerikan ve İngiliz İngilizcelerinde birbirinin tıpatıp aynısı değildir.
Bir başka dil özelliği olarak, Arapça’da yalnızca “tekil ve çoğul” değil, “tekil, ikil (tesniye) ve çoğul” olduğu ve bunların her biri için isimler, sıfatlar ve fiiller ayrı kalıplar istediği halde, meselâ, ne Türkçe’de, ne de İngilizce’de “ikil” olmadığı gibi, Türkçe’de sıfatlar, İngilizce’de fiiller ve sıfatlar için ayrı bir çoğul şekli yoktur. Ayrıca, Arapça’da isim çoğullar da pek çok şekillerde yapılır.
“Erkek (eril)” isimler için ayrı, “dişi” isimler için ayrı kural ve kalıplar olduğu gibi, bilhassa isimler için farklı ve her biri ayrı anlam farklılığı ihtiva eden çoğul şekilleri ve bu çoğul şekillerinin kelimeye kattığı kendilerine has anlam farklılıkları vardır. Meselâ, kırık çoğul denilen çoğul şekli azlık ifade ederken, kurallı çoğulda bu yoktur.
Yine bir başka farklılık olarak, Arapça’da ‘lâm-ı tarif ’ denilen belirlilik takısı Türkçe’de bulunmaz ve bu takı, belirlilik dışında, ihtiva ettiği ‘lâm’ harfiyle, başına geldiği kelimeye pek çok anlamlar katar. Sözgelimi, “en-nâs” dendiği zaman, bazen ‘istiğrak’la bütün insanlar, bazen ‘ahd’ ifadesiyle, kendilerinden bahsedilen hususî bir grup kastedilir.
Kur’ân’ın asla bir başka dile tercümesi mümkün olmayan bir diğer özelliği daha vardır ki, o da şudur: Kur’ân, kullandığı pek çok kelimeyi kavramlaştırmıştır. Kur’ân kelimesi gibi, Kur’ân’da ve İslâm’da çok önemli yeri olan rab, ilâh, melik, kitab, vahiy, din, millet, şeriat, ibadet, takva, ihsan, ihlâs, velî, nur, nebî, rasûl, islâm, iman gibi onlarca, hattâ kelime, isim gibi daha pek çok kelimeleri, ayrıca, Kur’ân İlimleri adı altında geniş bir ilmin doğmasına yol açan muhkem, müteşâbih, tefsir, te’vil, nâsih, mensuh gibi kavramları hiç bir dile aynen tercüme etmek mümkün değildir.
Kur’ân’ın bir başka dile aynen tercümesinin mümkün olamayacağının sebepleri elbette yalnızca bunlardan ibaret olamaz. Burada, aynen tercümesi mümkün bulunmayan İlâhî bir kitabın güya bir başka dildeki tercümesinin onun yerine geçmeyeceğini söylemenin ve Kur’ân okumanın farz olduğu namaz gibi ibadetlerde okunup okunamayacağını sormanın ne kadar manâsız ve saçma olacağını ifade etmeliyiz.
Ali ÜNAL’ ın “Din Etrafında” adlı kitabından