İslâm dini, Hz. Âdem (a.s)’dan bu yana gelen bütün Peygamberlere ve gönderilen ilâhî mesaja (vahiy) inanmayı “iman esasları” arasına almıştır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerîm’de bildirilen peygamberlerden bir tanesini bile inkâr eden kişi, dinin sınırları dışına çıkar. Buna göre Hz. Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (a.s) ve diğerleri İslâm inancına göre birer peygamberdir ve onlara Yüce Allah’ın bildirdiği vahiy mesajı orijinal şekli bakımından doğrudur. Zaten her peygamber kendisinden sonra gelecek peygamberi haber verirken Hz. Muhammed (sallalahu aleyhi vesellem)’in son peygamber olduğu da Kur’an-ı Kerîm’de açıklanmıştır. Âyette şöyle buyurulur: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.” (Ahzâb, 33/40) Bu âyet Hz. Peygamber’in son peygamber olduğunu ve onun öğretisinin bütün zamanlar için geçerli bulunduğunu bildirmektedir.
Nitekim Hz. İsa da kendisinden sonra Ahmed adında bir peygamber geleceğini şöyle bildirmiştir: “Meryem oğlu İsa da; Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek olan Ahmed adında bir Peygamber’i müjdeleyici olarak (geldim).” demişti. Fakat o, apaçık deliller getirince: Bu, apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saf, 61/5-6)
Hz. Peygamber’in bir adı da Ahmed’tir. Ahmed ve Muhammed, “hamd” kökünden; övgüye lâyık ve çok övülmüş demektir. Hadiste şöyle buyurulur: “Benim çeşitli isimlerim vardır. Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im, ben toplayıcıyım…ben sonuncuyum.” (Buhârî, Tefsîru Sûre, 61/1, Menakıb, 17; Tirmizi, Edeb, 67; Dârimî, Rikak, 59: Muvatta’, Esmâü’n-Nebî, 1; A. İbn Hanbel, IV, 80, 81, 84)
Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. İsa tarafından önceden bildirildiğini belirttiği husus, İncil’deki şu rivayetle ilişkilidir: “(İsa şöyle dedi): Ben, Baba’ya dua edeceğim ve O size başka bir önder (imam) gönderecektir.” (bk. Yuhanna, XIV, 16) Hıristiyanların “tesellici” diye terceme ettikleri “parakletus” kelimesi aynı zamanda “önder-imam” anlamına gelir. Daha açık olarak Yuhanna XVI, 13’te şöyle denir: “Gerçeğin ruhu olan Önder (imam) gelince, o sizi yönetecektir. Çünkü o, kendiliğinden konuşmayacaktır.” Hıristiyan kökenli rivayetler daha bunun gibi İşaya’nın ağzından ve aynı gerekçeyle, Hz. İsa’dan kendisinden sonrasına ilişkin pek çok haber nakletmişlerdir. (bk. İşaya, VIII, 22, XLII, 1-4 Matta, IV, 15/16, VIII, 17; Kur’an, Âl-i İmrân, 3/81; M. Hamidullah, Aziz Kur’an, Saf, 61/6)
Hz. Peygamber hayatta iken Hıristiyanlarla üç kez diyalog sağlanmıştır. Aşağıda bu üç diyalogdan tarih sırasına göre söz etmek istiyoruz. Böylece günümüz misyoner faaliyetlerine karşı Müslümanın izlemesi gereken yöntem üzerinde de düşünmek fırsatı doğacaktır.
Bunlardan ilki Habeşistan Hicreti sırasında gerçekleşmiş ve Habeş Kıralı Necâşî’nin İslâm’a girmesi ile sonuçlanmıştır.
Mekke’de büyük bir baskıya uğrayan ilk Müslümanlar Hz. Peygamber’in (sallalahu aleyhi vesellem) izniyle Habeşistan’a hicret etmişti. Mekke Kureyş müşrik yönetimi, bu ilk muhacirlerin iâde edilmelerini Habeş Kralı’ndan istemişti. Habeş Kralı Necâşî, keşiş ve rahiplerle bir toplantı yaparak, Kureyş heyetini ve Müslümanları bu toplantıya çağırmıştı. Müslümanlara seslenerek: “Kitabınızda Hz. Meryem’den söz ediliyor mu?” diye sormuş, Ca’fer İbn Ebî Tâlib, “Evet, O’nun adına nisbet edilen Meryem Sûresi var.” demiş ve sûreyi baştan başlayarak, 34. âyet olan “İşte Meryem oğlu İsâ budur” âyetine kadar okumuş, arkasından Tâhâ sûresinin de baştan ilk dokuz âyetini okumuştur. Bunları dinleyen Necâşî göz yaşları içinde “yemin olsun ki İsa’ya gelenle, bunlar aynı kaynaktandır.” demiştir. Bundan sonra Necâşî Medine’ye Hz. Muhammed’e yetmiş kişilik bir grup göndermiş, Rasûlüllah (s.a.v.) onlara Yâsin sûresini okumuş, aynı şekilde onlar da göz yaşları içinde iman etmişlerdi. (Elmalılı, Azim baskısı, III, 328)
Rivâyete göre, aşağıdaki dört âyet Habeş Kıralı Necâşî ve arkadaşları hakkında inmiştir.
“İman edenlere karşı düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi olarak, Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun. Yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da; “Biz Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.”
“Peygambere indirileni dinledikleri zaman, hakkı tanıdıklarından dolayı, onların gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar şöyle derler: “Ey Rabb’imiz! İman ettik, bizi de şahitlerden yaz!”
“Biz, Rabb’imizin bizi sâlihler topluluğuna katmasını umarken, neden Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim?”
“Bu söylediklerinden dolayı Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli olarak kalacakları cennetler verdi. Güzel davrananların mükâfatı işte budur! (Mâide, 5/82-85)
Âyetlerin açık anlamı genel olduğundan, her dönemde kitap ehli ile ilgili benzer durumlar olabilir.
İkincisi Necran Hıristiyanları temsilcileri ile Allah elçisinin görüşmesi olayıdır.
Necran Hıristiyan topluluğu, Arabistan’ın güney kısmında yaşayan ve İstanbul (Kostantin) kilisesine bağlı olan bir topluluktu. İslâm’ın Hicaz bölgesi dışında yayıldığını görünce, Hz. Muhammed’le özel bir görüşme yapmak istediler. Aralarından seçtikleri 60 kişilik bir heyetle Medine’ye geldiler. Mescid-i Nebevî’de ikindi namazı kılınırken içeri girdiler. Mescidde Hz. Peygamber’in izni ile kendi namazlarını kıldılar ve üç kişilik temsilci heyeti bir kaç gün Medine’de kalarak Hz. Peygamber’le görüştü. Görüşme sırasında Hz. İsâ’dan söz ederken hâşâ “Allah”, “Allah’ın oğlu”, “Üçün üçüncüsü” gibi sözler söyleyince Hz. Peygamber kendilerini uyarmış, bu ifadelerin ve bu inancın yanlış olduğunu bildirmişti. Onları bu inanca iten delillerini sorunca da; Hz. İsa’nın çamurdan kuş şekli yapıp canlandırmasını, ölüleri diriltmesini, gözleri görmeyeni ve alacatenlik hastalığını iyileştirmesini, gaipten haber vermesini” delil getirmişlerdi. Hz. Peygamber bu söylediklerinin doğru olduğunu, fakat bunların bir ilâhlık belirtisi değil, Hz. İsa’nın elinde, Allah’ın izniyle gerçekleşen birer mucize olduğunu bildirdi ve bununla ilgili olarak aşağıdaki âyetleri okudu: “Allah o zaman şöyle diyecektir: “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Kutsal Ruh’la desteklemiştim! Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyor, içine üflüyordun da benim iznimle kuş oluyordu. Anadan doğma körü, alaca hastalığı olanı da yine benim iznimle iyileştiriyordun. Ölüleri iznimle kabirden çıkarıp diriltiyordun. İsrail oğullarını da senden savmıştım. Hani sen onlara açık deliller getirdiğin zaman, içlerinden inkâr edenler: Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir, demişti.” (Mâide, 5/110. Benzer âyet için bk. (Âl-i İmrân, 3/62)
Bu görüşmenin sonunda, gelen heyetten kimisi İslâm’a girmişse de, kimisi Kur’an’da yer alan “Hz. İsa’nın Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğu” nitelemesini, (bk. 3/39, 45; 4/171) kendi anlayışları yönünde yorumlayarak, Müslüman olmadılar ve özel statüde bir topluluk olarak varlıklarını sürdürdüler. İşte bu görüşme sonunda, Hz. Peygamber doğru olanı bulmak için, aşağıdaki âyette sözü edilen “lanetleşme” yi teklif etmiş, fakat Hıristiyanlar buna da cesaret edememişti.
“Artık sana bu bilgi geldikten sonra, kim bu konuda seninle tartışacak olursa de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim; Allah’ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.” (Âl-i Imran, 3/61)
Üçüncüsü Bizans İmparatoru Herakliyus’a Şam’da bulunduğu sırada, Dıhye İbn Ebî Halîfe (r.a)’ın elçi olarak gönderilmesidir.
Hz. Peygamber (sallalahu aleyhi vesellem ), Dıhye’ye verdiği mektuba şu âyeti yazdırmıştır: “De ki: Ey kitap ehli! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir söze gelin: Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi Rabler edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse deyin ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız.” (Âl-i Imran, 3/64)
Bu âyette bütün semâvî dinlerin ve peygamberlerin davet ettiği ortak ilkeler yer almıştır. (bk. Enbiyâ,210 25; Nahl, 16/36) Mektubun özeti şöyledir: “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allah’ın Elçisi Muhammed’ten Rum büyüğü Herakl’e. Doğru yola uyana selâm olsun. İslâm’a gir, kurtul. İslâm’a gir, Allah sana mükâfatını iki kat olarak verecektir. Eğer yüz çevirirsen, sana uyanların günahı da senin üzerindedir.” (bk. Kurtubî, İbn Kesîr) Ticaret için o sırada Şam’da bulunan Ebû Süfyan’ın da Hz. Peygamber hakkında güzel sözler söylemesi üzerine, Herakliyus inancını açıklamak üzere iken, üst düzey komutanlardan sesler yükselmesi üzerine, mektup amacına ulaşamamıştır.
Sonuç olarak İslâm, önceki bütün semâvî dinleri birleştiren, onların insan eliyle değiştirilen yerlerini açıklayan evrensel bir mesaja sahiptir. Hıristiyanlık ve Yahudilikle ilgili doğru bilgiler öz olarak Kur’an ve sünnette yer almıştır. Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde, kilise ve havralarla yüzleşmede, konuları müzâkere etmede, müminlerin elinde sağlam bir Kur’an mesajı ve Hz. Peygamber’in elimize ulaşan sünneti mihenk taşı vazîfesi görecektir. Elimizde değişikliğe uğramamış böyle ilâhî bir mesajın varlığı, misyonerlerin zayıf tezlerini çürütmeye yeterlidir. Allah, müminlerin dostu ve yardımcısıdır.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren
Altınoluk, Kasım 2005 sayısından alınmıştır