Bu kavramsallaştırma yanlıştır. Zira aslında İslam toplumu tarihsel ve entelektüel olarak “havass ve avam” olmak üzere iki ana gruba ayrılmaktadır, İslam toplumunda inanç aynıdır, seçkinlerin veya okumuşlarla, ümmi halk kitlelerin inançları temelde farklılaşmaz. Farklılaşan dil, anlatım ve söylem düzeyleridir. Ancak nasıl Divan edebiyatının en seçkin ismi Baki ile halk şairi Karacaoğlan veya Mevlana Celaleddin Rumi ile Yunus Emre arasında farklı inançlar söz konusu değilse, Müslüman dünyanın “havass’ı ile avam’ı” arasında da iman, amel, dünyaya bakış ve hayatın anlamıyla ilgili temel farklılıklar yoktur. Şu halde eğer söz, anlatım ve söylem farkı esas alınacak bir ayırım yapılacaksa Müslümanların okumuş kesimlerine “kitabi İslam”, okumamış kesimlerine “ümmi İslâm” demek daha doğru olacaktır. Şu var ki, “ümmi” demek büsbütün cahil demek değildir. İslâm toplumu “ümmi”, ama “arif” insanlarla doludur.
Geleneksel önderlik doğrudan kitabi İslâm’ı referans alan ulemada veya ümmi İslâm’ın çok itibar ettiği mürşid’te toplanmıştı. Modernlikle birlikte ve modern devletlerin desteğinde “ulema ve mürşid”in yerini merkezi iktidar seçkinleriyle organik işbirliği içinde olan “aydın” aldı. Ancak şimdi ikisinin karışımı olan yeni bir önderlik profilinin doğuşuna şahit olmaktayız: “ulema-aydın”.
Formel eğitimden geçmemiş bulunan, ancak modern eğitime büyük önem verip okul sistemini dünyanın her yanına yayan Fethullah Gülen Hocaefendi bu “ulema-aydın” tipinin en belirgin temsilcilerinden biridir. 20. yüzyılda Pakistan’da Ebu’l A’la Mevdudi bunun ilk örneği sayılır. Gerçekten Mevdudi, İslâm dünyasında âlimlerin yanında aydınların da etkin bir rol oynamak üzere kamusal alana çıkan ve Pakistan’ın fikrî ve politik hayatında derin etkisi olan ilginç bir şahsiyettir. Rahmetli Seyyid Kutup’u da bazı yönleriyle bu kategoride ele almak mümkün görünmektedir. Ancak bu iki zatla çağdaş ve belki biraz daha öncesinden Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursî “cenaheyn” kavramıyla bu yeni önderlik profiline işaret etmişti.
Aydın, Aydınlanma felsefesinin bir ürünüdür, referanslarını, Aydınlanmanın temel varsayımlardan, bu arada ağırlıklı olarak rasyonalizmden ve insanın aşkın olan karşısındaki bağımsızlık düşüncesinden alır. Aydın aynı zamanda toplumu dönüştürmek ister. Buna karşılık aydının kendisi “yaratıcı” bir zekâya sahip değildir, yeni düşünceler geliştiremez, bu yüzden tutucudur ve konumu gereği entelektüel olmadığı için bir önceki dönemde seçkin zihinler tarafından üretilmiş düşünceleri topluma aktarmaya ve benimsetmeye çalışır. Bu yüzden toplumla, halkın kültürü, inançları ve tarihiyle başı derttedir ve doğal olarak son tahlilde tercihini devletten, politik toplumdan yana koyar.
Türkiye’de Müslüman yazarlar, aydına bu özelliklerinden dolayı itiraz edip kendilerinin böyle bir kategoride ele alınmasından hoşlanmazlar. Ama ulema geleneğinden de gelmiyorlar en azından iyi veya kötü Batılı bir eğitimden geçmişlerdir; kökenleri mühendis, iktisatçı, hukukçu, sosyolog, edebiyatçı, gazeteci, tıp vb. şeylerdir. İslâmî ilimlere vukufiyetleri yeterli değildir. Kur’an ve sünnet‘ten kolayca bir referans getiremezler, fıkıh usulünü hemen hemen hiç bilmezler; İslâm tarihini dolduran kelam, felsefe, düşünce ve tasavvufla ilgili bilgileri ders kitaplarında yazılan bilgilerden fazla sayılmaz.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin birkaç yönü vardır: İslâmî ilimlere vukûfiyeti, sözgelimi hadis’te rical ilmindeki derinliği, geniş usul bilgisi ve irfani yönü. Bunlar neredeyse aynı ağırlıkta öne çıkmaktadırlar. “Kalbin Zümrüt Tepeleri” adlı çalışması tasavvuf ve irfan geleneği açısından son derece önemli bir eserdir.
Herhangi bir konuyu ele aldığında geleneksel usule uygun olarak önce bir Kur’an ayetine, sonra bir peygamber hadisine dayandırır. Bununla yetinmez ayetin geçmişte nasıl anlaşıldığını, hadisin senet ve metin kritiği açısından değerini de verir, sonra kendi anlayışını ortaya koyar. Fethullah Hoca’nın en önemli yanı geleneksel usulün dışına çıkmaması, geleneksel tefsir, hadis ve fıkıh usulünün imkânlarını kullanarak modern çok sayıda meseleyi açıklaması, çözüm getirmesidir.
Fethullah Hocaefendi, İslâmî ilimlerden kolayca referanslar vermesi, belli bir usûl bilgisine sahip olması, İslâm tarihinin düşünce, ilim ve sanat mirasını bilmesi büyük bir avantajdır. Çünkü usul koruyucu çerçevedir. Son zamanlarda terör eylemlerine katılanların profiline baktığımız zaman, bunların esaslı bir İslâmi eğitimden geçmediklerini, İslâm adına fetva verirken usul takip etmediklerini, yalınkat düşündüklerini, genellikle üniversitede okurken Marksist veya milliyetçi ideolojileri bırakıp İslâmî hareketlere katıldıktan ve ağırlıklı olarak mühendis, avukat, doktor, öğretmen vb. mesleklere sahip oldukları görülüyor.
Bunun yanında Fethullah Hoca bir aksiyon adamı ve toplumsallaştırıcı bir öncüdür de. Türkiye’de sosyoloji yapacak herhangi bir kişi Fethullah Gülen gerçeğini görmezlikten gelip sosyoloji yapamaz. Bunun yanında öncülük ettiği okullar ve dünya ölçeğindeki eğitim faaliyetiyle belki de Türkiye’nin küresel sürece ve küreselleşmeye sağladığı tek katkıdır.
Ufuk Kitap, “Küresel Barışa Katkılarıyla Gülen Hareketi” adlı kitaptan alınmıştır.
tweet