Ortodoks bir tarihçi ve şarkiyatçı olarak büyük Türk İslâm iiahiyatçı-düşünürü, şair ve yazarı, Müslümanlar ve tüm dünya dinleri otoriteleri tarafından kabul gören gerçek bir âlim, kutsal kitap Kur’an’ın ve hadislerin, fıkhın ve sûfi bilgeliğin ince yorumcusu Muhammed Fethullah Gülen’in, inançsızlıkla ve adaletsizlikle dolu bu dünyaya gelişini çok anlamlı buluyorum.
Atalarımın inancı ve bilim adamlarının analitik düşünceden uzaklaştırılmış olmaları, Müslüman bir âlim olan -aynı zamanda benim de yaşıtım- “Mevlana” Gülen’in parlak ve derin inanç yolundan gitmeme imkân vermemektedir. Ancak ne var ki, yarım yüzyıldır Türkiye, İslâm ve Doğu dünyası ile ilgili çalışmalar yapan bir Türkolog olarak ulvi çağdaşımızın yolunun ilahi biçimde önceden tayin edilmiş olduğundan ve arkasında Tanrı’nın gücünü hissettiğim sözlerinin ve amelinin genel insanlık düzeyinde bir anlama sahip olduğundan kesin olarak eminim.
Kendisi ikinci Dünya Savaşı’nın alevlerinin yükseldiği bir zamanda bu dünyaya gelmiştir. Binlerce yıldır çeşitli dünya medeniyetlerinin birbiriyle kaynaştığı Doğu Anadolu’da doğmuştur. Doğu Anadolu’da yüzyıllar boyunca oluşmuş geleneklerin etkisiyle, yüz yıl önce Doğu’yla Batı’yı birleştiren genç ve dinamik Türk insanı gelişmeye devam etmektedir. Bu halk, globalleşen karmaşık dünyamızda sağlam bir inancın sistemli faktörü olabilecektir.
Bu parçalanmış ve ezilmiş dünyamıza, Mevlana Gülen düzeyinde müminler ve filozoflar geldiğinde, ne bunların ortaya çıktıkları yer, ne de zaman tesadüfi olmayacaktır. Fethullah Gülen’in İslâm bilincinin ve temel inançlarının oluştuğu Erzurum’da (büyük Rus şairi ve sûfi Aleksandr Sergeyevich Puşkin can-ı gönülden sevdiği bu şehri “Arzrum” olarak adlandırmıştır) geçen yılları kendisinin dünya görüşünün oluşmasının önemli bir dönemini kapsamaktadır.
Bu bölgede Türk halkının ailevi, geleneksel ve ulusal değerleri her zaman güçlü olmuştur. Bununla beraber Erzurum, dinlerarası ve uluslararası temasın önemli bir kesişme alanı ve Cumhuriyetçi demokratik Türkiye’nin kurulmasında önemli bir unsur olmuştur; olmaya da devam etmektedir.
İbrahimi dinlerin diyarı olan Doğu Anadolu’nun ve buraya komşu Batı ve Güney Kafkasya topraklarının, şimdiki Gürcistan, Ermenistan ve tabii ki Rusya’nın, genç Fethullah Gülen’in maneviyatında engin bir bakış açısı kazandırdığına ve hoşgörülü olması konusunda en uygun şartlara sahip olduğuna şüphe yoktur. Kutsal Kur’an’da bu şöyle ifade edilmiştir:
“… Allah’ın arzu etmediğini siz de arzu etmeyin…” (76:30),
“…Allah istediğinin yolunu şaşırtır, istediğinin yolunu düz eyler…” (74:34).
Mevlana Gülen’in doğduğu yerlere ve atalarının hatıralarına yaklaşımı bende derin bir saygı ve alâka doğurmaktadır. Zaman ve mekân tanımayan sosyo-kültürel hafızaya inanç ancak Yüce Yaratıcı’nın egemenliği altında şekillenmektedir. Bana göre, bir filozof ve şair olarak Gülen’in en güçlü taraflarından biri budur. Puşkin’in ölümsüz ecdadımızın mezarlarına olan muhabbetini hatırlayalım.
Puşkin’den Gülen’e
Birbirinden tamamen farklı, ancak Tanrı’nın bahşettiği ortak yeteneklere sahip Puşkin ve Fethullah Gülen’in etik ideallerinin ve kalıcı ahlâki değerlerinin oluşmasında derin inanca sahip yaşlı kadınların önemli rolü olmuştur. Birinde dadı Arina Rodionovna, diğerinde ise nine Mûnise Hanım. Fani dünyada karşılaşma ihtimalleri bulunmayan bu Rus ve Türk hanımları, manevi çocuklarını iyilik ve adalet yolunda yetiştirmişlerdir.
Şimdi ABD’de yaşamakta olan Gülen’in evinde, Türkiye’nin her köşesinden getirilmiş toprak, elliden fazla kap içinde muhafaza edilmektedir. Bunlar bu kişinin yurduyla olan ayrılmaz bağını sembolize etmektedir. Bu ne yüce bir şeydir.
Milyonlarca yurttaşımız ülke toprakları içinde ve dışında göçe zorlanmış; yaşam biçimi, görüş ve inanışlarında değişiklikler meydana gelmiştir. Rusların sosyo-kültürel kökleri, kimliklerinin temel öğeleri olarak dinleri, inanç ve maneviyatları 20. yüzyılın devrimci fırtınalarında tahrip olmuştur. Çoğumuz için atalarımızın topraklarını ziyaret imkânsız hale gelmiş, yıllarca canlı tutulan zaman ve nesil bağı kopmuştur. İnançlar, çok dinli ve çok milletli ortak vatanımızın Hıristiyanlık, İslâm, Budizm ve diğer dinleri siyasetin pragmatik ve resmî dogmaları ile yer değiştirmiştir.
21.yüzyılın başında bulunduğumuz şu günlerde Rusya’da maneviyatın yeniden doğuşu ve pekişmesi süreçleri güç kazanmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’de ve dünya çapında bir hareket adamı olarak Fethullah Gülen’in yolu gerçekten de paha biçilemeyecek bir değerdedir. Dinî ve siyasi inançları ayırt etmeden tekrarlamak istiyorum. Gerçekten de bu satırların yazarı Rusya ve Türkiye’de yayınlanan kimi yayınlarda (Bilim ve Din, Çağın Kavşakları, jeopolitik ve Güvenlik, jeomilitarizm, Yeni Sınırlar vb.) bir tarihçi ve tabiat bilimleri akademisyeni olarak insanı çevreleyen dünyayı olduğu gibi “akla sahip insan”ı da yaratan Yüce Yaratan’ın insanı genetik olarak dinî verilerle yarattığı fikrini savunma olanağı bulmuştur. Kutsal Kitap “Şu bir gerçek ki, göklerin ve yerin yaradılışında, geceyle gündüzün birbiri ardından gelişinde, aklını ve gönlünü işletenler için çok ibretler vardır” demektedir (3:187).
İstisnai zerafete sahip bir filozof ve teolog olan Mevlana Gülen, sadeliği ve ulaşılabilirliği ile ışıltılı paradigmalarını öylesine güzel kurar ki, onun eserleri ve vaazları ile karşılaşan hiç kimse ona karşı kayıtsız kalamaz.
İnançlarını (geçici olarak) kaybetmiş veya kazanmamış insanlar Fethullah Gülen’in sözlerinde dinî bir retorik bulabilirler. Maalesef çağımızın Mevlana’sının hayat yolu, öylesine siyasetçilerle kesişmiştir ki, bunlar Fethullah Gülen’in ne sağlığına, ne de mutluluğuna yararlı olmuştur Tanrı onları yargılayacaktır, üstelik bu kişiler başka ülkelerin siyasetçileridirler.
Hıristiyan, Müslüman ve tek tanrılı diğer dinlerden insanlar ise Fethullah Gülen’i benzer şekilde insani ve sosyo-kültürel değerlerin koruyucusu olarak algılamaktadırlar. O diyor ki: “Ben yalnızca yarın olacak olanı değil, sonsuz (italikler bana ait V.Ş.) olanı amaçlayan bir insanım. Ülkemizin geleceği hakkında düşünüyor ve onun için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ben hiç bir zaman ne eserlerimde, ne konuşmalarımda, ne de davranışlarımda ülkemin geri kalmasına yönelik girişimlerde bulunmadım. Ancak hiç kimse Allah’a inancımızı, ibadetimizi, insanın özünün ve onun varoluşunun zaman sınırına sahip olmayan ahlâki değerlerini irtica olarak adlandıramaz.
Geçmişe dönmek imkânsızdır ancak geçmişin kültürünü içinde özümsemek Fethullah Gülen’in takip ettiği ve insanları takibe çağırdığı sabırlı bilgelik yoludur.
Büyük bir güvenle, bizim Doğu-Hıristiyan ve Slav dünya görüşündeki kökler kavramının, Arapça köklerine dönme anlamındaki irtica kavramı ile çok yakın, hatta eşanlamlı olduğu söylenebilir. Bu anlamda Türk Müslüman teorisyeni ve pratisyeninin sosyo-kültürel değerler konusunda söylediklerinin, örneğin yıllardır üzerinde çalıştığımız RDBA (Rusya Doğal Bilimler Akademisi) Sosyo- Kültürel Problemler Bölümü’nün söyledikleriyle (Bkz. Çağların Kesişme Noktası Almanağı, cilt 1-4, M., 1996- 2004; Kaynaklara Giriş, cilt 1-6. M.Vologda, 1999-2005 ve bölüm üyelerinin diğer çalışmaları) bir âhenk içerisinde olduğu söylenebilir.
Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar (İzmir, 1998), Asrın Getirdiği Tereddütler (bu satırların yazarının Önsözüyle yayınlanan), cilt 1-2 (M., 2005) ve bir diğer kısım çalışmasında şöyle der: “Eğer gereken dikkati gösterdiğimiz şeylere (sosyo-kültürel değerlere; V.Ş.’nin notu) günün birinde ulaşırsak, başlıca amaçlarımızdan birine ulaşmış oluruz.”
Eğitim ve öğretimin kesintisiz olması düşüncesi uzun yıllardır mevcut. Mevlana Gülen’in düşüncesinin evrenselliği dinin politik amaçlar için kullanılmasının reddedilmesinde ve buna bağlı olarak da eğitimin politize edilmesinden kaçınılmasında yatmaktadır. Fethullah Gülen’in aşağıdaki postulatı, ders kitaplarının çok fazla olduğu (özellikle sosyal bilimlerde) ve çok sayıda eğitim şemasının bulunduğu günümüz Rusya gerçeğinde incelenmeye değer:
Kuznetsov-Giilen benzerliği
Toplumun eğitim gören kesiminin yüksek ahlâklılık ve maneviyatıyla kesintisiz bir şekilde birleştirilmiş bilimsel ve dinî bilgilerin yer aldığı eğitim sistemi çok iyi perspektife sahiptir, insanın yüreği inancın ışığı ile aydınlatılmalı, aklı ise doğal bilimlerle silahlandırılmalıdır. Ancak Fethullah Gülen’in de katılımcısı olduğu İslâm’ın Terör ve İntihar Eylemcilerinin Eylemleri adlı kitaba önsöz yazan RDBA başkanı Oleg L.Kuznetsov tarafından yönetilen Uluslararası “Insan-Doğa-Toplum” Üniversitesindeki eğitim konsepti probleminin Fethullah Gülen’e özgü bakış açısıyla hemen hemen benzer olması tesadüften öte bir şey değildir. Öz, rasyonel, bilimsel, duygulardan arınmış, sezgisel ve İlahî esinlenme arasındaki kopukluğun giderilmesinde, İnsanî ahlâkî-etik normlar ve içinde yaşadığı zamanın sosyo-ekonomik ve politik gerçekleri konusunda tüm temel tahayyüllere sahip, uyumlu ve eğitimli bir şahsiyetin yetiştirilmesi yatmaktadır (Bkz. “Fethullah Gülen Dinlerarası Diyalogun Gerekliliği”, Turkish Doily News, 2000, jan. 11-12; O. L. Kuznetsov, “Doğa-Toplum-Insan Sistemi”, İstikrarlı Gelişim, M., 2000).
Örnek bir öğretmen modeli
Onun iradesini sosyal pedagoji dahil, bilimin en yeni metotlarında gerçekleştiren ve en temel günlük yaşam prensiplerini izleyen Fethullah Gülen örnek bir öğretmen modeli oluşturmaktadır, tabii ki köktendincilerin ortaya koyduğu ulusal ve dinsel sınırlar haricinde. Köktendinciler maalesef her ülkede fazlasıyla var ve ancak Fethullah Gülen ya da Kuznetsov düzeyindeki kişilerden ahlâk ve sabır dersleri almış insanlar köktendincilığe karşı koyabilirler.
Müslümanların prensiplerinde olan hoşgörü, sabır ve ahlu kitar’, yani “diğerleriyle” olan değişmez diyaloga hazır olma, Mevlana Fethullah Gülen’in çalışmalarını, Rusya’daki birkaç milyonluk Müslüman ümmeti için ve diğer inançlara sahip insanımız için faydalı kılmaktadır.
Mevlana Gülen’in temel akidelerinden biri de şudur: “Allah’tan başka Tanrı yoktur”. İslâm inancının teyit edilmesi “mevcut dinlerin yandaşlarının kendi görüş ayrılıklarına son verebilmeleri için bir şeylerden imtina etmeye davettir.
“Bizler ve sosyal bilimlerle uğraşan Türk meslektaşlarımız (başta da Fethullah Gülen, V.S.) birbirimizden ayrı olarak insanlığın istikrarlı bir şekilde gelişmesi için doğanın evrensel yasalarına uymak gerektiği sonucuna vardık”. Bu sözler dünyanın önde gelen jeofizikçisi, globalizm koşullarında kâinatın istikrarlı gelişimi teorisinin yaratıcısı, RDBA başkanı,Prof. Dr. Oleg L.Kuznetsov tarafından H. 1425 yılının zilkaâde ayında, yani Ocak 2005’te, Kutlu Doğum’un arifesinde İslâmî ve diğer her türlü terörizme tek bir vücut halinde karşı çıkan Türk bilim adamları ve ilahiyatçılarının birlikte yazdıkları eser nedeniyle yaptığı konuşmada söylenmiştir.
Mevlana Gülen’in bizim gerçekliğimiz için sosyo-kültürel pozisyonlarının önemi konusundaki asıl soruya özünde cevap verdiğimi ümit ediyorum. Fethullah Gülen’in iman direğinin değişen zamanın etkilerine ve toplumun sosyal ve politik örgütlenme şeklinin değişimine maruz bırakılmaması konusundaki fikri bir dünya medeniyetleri tarihçisi olarak benim de kabul ettiğim bir düşüncedir.
Mevlana Gülen Mart 2004’te Zaman gazetesine verdiğj röportajda “geçmişte kavgaların nedeni olmuş problemleri yeni kavgalara vesile kılmamak için günümüze taşımamak gerekmektedir” demiştir.
Sağlık (aynen kendisi gibi şeker ve kalp hastası olan ben onu çok iyi anlıyorum, V.S.) ve kendisinden kaynaklanmayan diğer nedenlerden dolayı 1998 yılından bu yana atalarının ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kalan bu insan “…Türkiye’ye olan özlemimi yüreğimde saklıyorum” der. Kendisinin çalışmalarında Osmanlı geçmişini savunan, imparatorlukla ilgili nostaljik öykünmelere, bundan da öte benim en sevdiğim kahraman Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkiye’den kaldırılmış halifelik düşüncesine rastlamadım. Ancak İslâm’la, Türkiye’nin tarihi ve kültürüyle ilgili konularla, reprospektif olarak dinler ve uluslararasındaki karşılıklı ilişkilerle uğraşan hiçbir bilim adamı Büyük Osmanlı imparatorluğu (1299_1923) tarihine başvurmadan yapamaz.
tweet