Gülen, günümüzde müçtehitlik vazifesini bir kişinin yapamayacağını belirtikten sonra, ‘kolektif içtihat’ ve ‘içtihat heyetlerinden’ bahsetmektedir. ‘Usul-i fıkhın yeniden gözden geçirilmesi ve geçmiş müdevvenat bütünüyle taranarak alternatif bir usulün ortaya konulması şarttır’, diyen Gülen şöyle devam etmektedir:

Bir kere daha vurgulamada yarar var; bütün bu faaliyetlerin mutlaka bir heyet tarafından gerçekleştirilmesi şarttır. Bu fikri tam 25 yıldır savunuyorum… [Ö]zellikle günümüzde meseleler, o kadar girift ve iç içe bir hâl arz etmektedir ki, hayatın bütününe müteallik hususların birden değerlendirilmesi gerekli olan meselelerde, ne kadar uzman da olunsa, her hâlde, dar mânâda ’din’ âlimlerinin yeterli olamayacakları söylenebilir. Evet, bir din âliminin hem sosyolog, hem psikolog, hem iktisatçı vb. olamayacağına göre, o zaman bu işi ancak, uzman kişilerden oluşacak bir heyet halledebilir diye düşünüyorum. [1]

Gülen, içtihat heyetlerinin yanı sıra, aynı zamanda ‘tefsir heyetlerinden’ de bahsetmektedir. Günümüz insanının idrakine hitap eden ‘hakiki bir tefsir’in’ yazılmasını Gülen şu şartlara bağlamaktadır:

[…] bütün ilim sahalarında engin bilgiye sahip olan uzman kişilerden müteşekkil bir heyet oluşturulmalıdır. Bu heyet, meseleleri evvelâ kendi içinde müzakere etmeli, usûl-i tefsir ve usûlüddin kıstaslarına göre neyin doğru neyin yanlış olduğunu kritiğe tâbi tutmalı ve ancak böyle bir kolektif şuurun onayı alındıktan sonra ortaya konan tefsir ve yorumlar kayda geçirilmelidir. İşte hem İslâmî ilimlere hem de pozitif bilimlere vâkıf uzman kişilerden oluşan böyle bir heyet teşkil edilebildiği takdirde, Allah’ın izni ve inayetiyle, yapılan bu tefsir çalışmasında fantezi ve lükslere girilmeyecek, sunî ve calî yorumlara gidilmeyecektir. Ümidimiz ve beklentimiz odur ki, gönülleri imanla dopdolu çağımızın ilim adamları bütün birikimlerini bir araya getirerek beklenen tefsir adına denmesi gerekli olan şeyi desin ve böylece günümüz Müslümanları olarak yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’e karşı göstermemiz gereken sadakat ve vefa da bir nebze ortaya konulmuş olsun. [2]

Tariq Ramadan da benzer gerekçelerle içtihat ve tefsir heyetlerinin gerekliliğini savunuyor (Radical Reform, OUP 2009). Gülen ve Ramadan, müçtehit ve müfessirin, eskilerin ifadesiyle teşriî ile tekvini emir ve ilimlere vukufiyetlerinin gerekliliğini vurgular. Burada tekvini emirler, sadece pozitif ilimleri değil, aynı zamanda sosyal ve diğer bilim dalları ile beraber dönemin kültürel dokusunu da bilmeyi gerektirir. Ali Bulaç’a göre buna janahayn yani çift kanatlı olma denir. Ramadan ise bu çift kanatlı olma durumunu farklı bir terminoloji ile izah eder. Teşriî veya dini emir ve ilim yerine ‘text scholar’, yani ‘metin’ veya ‘konu’ uzmanı der. Tekvini emir ve ilim yerine ise ‘context scholar’, yani ‘konum’ veya ‘bağlam’ uzmanı der. [3] Buna göre, ‘metin/konu uzmanlığı’ dini ilimlere, ‘bağlam/konum uzmanlığı’ ise sosyal ve sayısal bilim dallarındaki her türlü uzmanlığa tekabül eder. Gülen ve Ramadan’a göre bir kişinin her iki sahada uzman olması artık imkânsızdır ve bundan dolayı içtihat ve tefsir vazifelerini artık bu iki sahada uzman olan kişilerden müteşekkil heyetler yerine getirmelidir.

Yani, Gülen’in ifadesiyle, bir sosyolog, psikolog veya iktisatçı, katıldığı böyle bir heyette yaptığı yorumlar, değerlendirmeler veya koyacağı şerhler ile [i] Allah’ın sözü olduğuna inandığımız bir ayetin anlaşılmasına, yani tefsirine ve [ii] İslam hukuku ve fıkhı ile alakalı ortaya konmuş veya konacak olan bir duruş veya oluşturulabilecek bir içtihadı, etkileyebilecektir. Bu yaklaşım birçok açıdan çok önemli ve kıymetli bir yaklaşımdır.

Şüphesiz söz konusu uzmanların dar anlamda sadece kendi uzmanlık konularına tekabül ettiği düşünülen ayet veya konularda yorum yapmalarını istemek çok mekanik ve zannımca talihsiz bir yaklaşım olur. Örneğin, antropolog, basit ve kabaca ‘insan uzmanı’ demektir. Böyle bir kişinin uzmanlığını hangi ayetle sınırlandırmamız mümkün olabilir? Yine böyle bir yaklaşım, hangi ayetin ne ile alakalı olduğunu baştan biliyor olduğumuz varsayımını beraberinde getirir. Halbuki böyle bir heyeti öneren Gülen, Kuran ayetlerindeki yeni ve gizli anlamlarının keşfedilmesinden bahsetmektedir. Henüz keşfedilmemiş anlamları baştan bilmek mümkün olmadığına göre her uzman her ayet ile alakalı heyetin asli bir ferdi olarak yorum yapabilmelidir. Kaldı ki bir konuda uzman olmak o alandaki bilgilerin ezberlenmesi değildir; aksine, ‘neden’ ve ‘niçin’ sorularını izah etmek için kullanılan metot, metodoloji ve argüman uzmanlığıdır aslında. Metotlara vukufiyet, kendi perspektifinden bakarak birçok konu ile alakalı yorum yapabilmeyi sağlar ve üzerinde mütalaa edilen husus ile alakalı çok daha zengin bir anlayışın ortaya çıkmasına yardımcı olur. Akademik alanda yeni bir buluş ortaya koyanların ve teori oluşturanların önemli bir bölümünün konulara ‘interdiscipilinary’ (‘çok disiplinli’) yaklaşanlar arasından çıkmasının sebebi tam olarak budur. Zaten Gülen’in bu heyetleri önerdiği konuşma ve yazılarına bakılacak olunursa bu pozitif ve sosyal bilim uzmanlarının heyetin asli katılımcıları olarak önerildiği fark edilecektir.

Fakat, Gülen’in ‘tefsir ve içtihat heyetlerinde’ asli bir unsur olarak yer açmayı teklif ettiği sosyal bilimcilere Hizmet Hareketi’nin ‘mekanik’ ve ‘organik’ stratejik karar alma heyet ve ortamlarında yer verilmemesini ne yapacağız? (Hizmet Hareketinin bütününü kapsayan merkezi bir karar alma mekanizması olduğunu ve olabileceğini düşünmüyorum. Buna rağmen, ‘mekanik’ten kastım bu amaçla kurulmuş ya da oluşturulmuş heyetlerdir. ‘Organik’ten kastım ise bu amaçla kurulmamış ama zaman içinde bu fonksiyonu yerine getirmeye başlayan tabii ortam ve oluşumlardır.) Allah’ın ayetlerini ve İslam fıkhını yorumlama hak ve yetkinliği verilen bu kişilere Hizmet’in metot ve stratejisini yorumlama hakkının ve fırsatının verilmemesi çok büyük bir çelişki değil midir?

Haklı olarak ‘verilmediğini nereden biliyorsun’ diye soranlar olacaktır. Bu noktada maalesef şunu söylemeliyim: Yirmi yıldır bir parçası olmaktan şeref duyduğum Hizmet Hareket’i içerisinde gerçekten böyle bir uygulama olmuş olsa idi bu süre zarfında sanırım bunun işaretini bir şekilde almış olurdum. Bu talebin karşılığı, ‘gerektiğinde onlara da soruyoruz’ cevabı, böyle bir ihtiyacın ne zaman gerekip gerekmediğinin önceden biliniyor olduğu varsayımına dayanıyor ki zaten sorun burada. Halbuki yukarıda da ifade ettiğim gibi bu kişilerin daimî ve asli olarak Hizmet’i doğrudan ilgilendiren en hayati konularda katkı sunabilmeleri gerekir. Bana göre Hizmet ile alakalı yapılabilecek en önemli ve somut eleştiri budur. Karar alma mekanizmalarımızdaki bu eksiklik bize sürekli arıza ve problem üretecektir.

Bunları ‘şu olmasaydı bu olmazdı’ şeklinde bir düşünceyle söylemiyorum. Zira olaylar arasında bu şekilde kurulacak bir nedensellik hadiselerin ortaya çıkmasını etkileyen diğer birçok faktör ve değişkeni göz ardı edeceği için yanıltıcı olacaktır. Benim dikkat çekmeye çalıştığım husus, ortaya çıkması muhtemel sonuçlardan ziyade izlenecek olan süreç ve bu süreçteki karar alma metotlarıdır. Diğer bir ifadeyle, başkasının ne yapacağından ya da muhtemel sonucun ne olacağından ziyade ‘benim’ ve ‘bizim’ ne yaptığımız ile alakalıdır. Kaldı ki ‘Hizmet’i uzmanlar yönetsin’ gibi komik bir teklifte de bulunmuyorum. Böyle bir öneriyi hem Hizmet pratiğimiz hem de sosyoloji ve yönetim bilimleri reddeder. Benim önerdiğim husus, Hizmet Hareket’i içerisinde yetişmiş, Hizmet içerisindeki tecrübelerinin yanı sıra farklı alanlarda uzmanlık kazanmış kişilerin de Hizmet’in her türlü karar alma mekanizma ve ortamlarında asli bir unsur olarak, zaten olagelen kişilerle beraber, yer alması gerektiğini vurgulamaktan ibaret.

İtaat ve istişare arasındaki dengeye dikkat çekerken Gülen, 

‘meşverette çoğunluk tarafından benimsenen hususlar bazen herkesin aklına yatmayabilir ve herkes tarafından kabul edilmeyebilir. Meşveret meclisinde bulunanlar da, Allah katında kendilerini sorumluluktan kurtarmak için, içtihat farklılıklarını dile getirebilir… ve alınan kararlara muhalefet şerhi düşebilirler.’ [4] Fakat bunu yapabilmeleri için bu kişilerin önce o meclislerde olabilmeleri gerekir.

Ironik ve üzücü olan ise, okumayan, eleştirel eğitim metoduna savaş açmış, dünyada en çok okul kapatmış, eğitim seviyesi yükseldikçe oy oranı düştüğü ifade edilen bir lider ve siyasi hareketin farklı uzmanlık dallarından sonuna kadar istifade etmesine karşın sürekli okuyan ve okumayı teşvik eden, eğitime bu kadar önem veren, yüz elli ülkede binlerce eğitim kurumu açan ve on binlerce mezun veren bir sosyal hareketin çeşitli alanlarda uzmanlık kazanmış kardeşlerinin fikir ve düşüncelerine bu kadar kapalı kalabilmesidir.

Geçmişte her dönem kendisinden beklenen refleksin çok ötesinde davranabilmesiyle varlığını, sebepler planında, devam ettirebilmiş Hizmet Hareketinin yine benzer bir şekilde, ‘şaşırtan’ çıkışlarına her zamandan çok ihtiyacımızın olduğu ortada. Yoksa oluşturduğu, Hizmet’in stratejik ve hayati konularının konuşulduğu meclislere, farklı alanlarda uzman kardeşlerinin daimî katılımcı olarak davet edilmesi böyle bir çıkış sayılır. Aksi takdirde, bugün Hizmet Hareketi’nin stratejilerine fikir verme hakkını vermediğimiz bu uzmanlara yarın tefsir ve içtihat konusunda fikir verme hakkını verebileceğimizi düşünmek oldukça iyimser bir beklenti olur.


  1. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla 4 (Izmir: Nil Yayınları, 2011) 167.[]
  2. Fethullah Gülen, ‘Kur’an ve İlmî Keşifler’, Özgur Herkül, 24/12/2012, accessed 04/03/2018, http://www.herkul.org/kirik-testi/kuran-ve-ilmi-kesifler/.[]
  3. Tariq Ramadan, Radical Reform: Islamic Ethics and Liberation (NY: OUP, 2009), 130-133.[]
  4. Fethullah Gülen, Prizma 2 (Izmir: Nil Yayınları, 2011) 50.[]

Kaynak: Özcan Keleş