قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittiba edilecek. Ittiba edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittiba intaç eder.”( Al-i İmran 3/31) Ayet-i kerimesini kendine rehber yapan Said Nursi, bu çağın insanının anlayışına uygun bir Kuran tefsiri olan Risale-i Nur eseri ile aile hayatını iman çerçevesinde ele almıştır.
Said Nursi’de Ailenin Önemi
Fertlerin sağlıklı, huzurlu ve başarılı bir hayat sürmesi ancak iman çerçevesinde mümkün olabilmektedir. Dolaysıyla fertlerin saadetiyle ancak iyi bir toplum meydana gelir. Said Nursi ailenin önemini Asa-yı Musa adlı eserinde şöyle ifade etmektedir:
“Her insanın küçük bir dünyası belki bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı ahiret o hanenin saadetine hükmetmezse, o aile efradı, her biri şefkat ve muhabbet ve alakadarlığı derecesinde elim(acı veren) endişeler ve azaplar çeker. O cenneti, cehenneme döner. Veyahut çeşitli eğlenceler ve sefahatlerle aklını meşgul edip uyutur. Başını gaflete sokar, ta ölüm ve zeval(yok olma) ve firak(hiçlik) onu görmesin. Divanece (delice), muvakkat (yardımcı), iptali his nevinden bir çare bulur.
Bu dağdağalı kararsız hayati dünyevide o mesut zannedilen aile hayatı çok cihetlerle saadetini kaybeder ve kısacık bir hayattaki münasebet ve karabet(sevgi) dahi hakki sadakati ve samimi ihlâsı ve garazsız bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlak o nispette küçülür, belki sukut eder. Eğer ahirete iman o haneye girse birden ışıklandıracak, ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karabet ve muhabbet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki darı ahirette saadeti ebediyete dahi o münasebetlerin devamı ölçüsüyle samimi hürmet eder, sever, şefkat eder, kusurlarına bakmaz. Hakiki insaniyet saadeti o hanede inkişafa başlar”
Said’i Nursi’nin ifade ettiği üzere aile hayatının huzurunda iman çok önemli yer tutmaktadır. İmanla beraber aile huzurunun temeli küçük yaşta çocukların eğitimi ile mümkün olacaktır. Küçük yaşta merhametli olmayı, dürüstlüğü, zayıfı korumayı, adaleti, sabrı, hoşgörüyü öğrenen bir fert ileriki yaşlarda bu öğrendiklerini kendi hayatında uygulamaya başlar. Örneğin anne ve babasının yardımseverliğine şahit olan bir çocuk, yardıma ihtiyacı olan birini gördüğünde ilk olarak anne ve babasının bu tavrını hatırlar. Ya da ailesinin çıkarlarıyla çatışsa bile her zaman doğruyu söylemesine alışkın olan bir çocuk, mutlaka ahlakı kendisi de uygulamaya başlar.
Bir de bunun tam aksini düşünelim. Hayatta en güvendiği insanlar olan anne ve babasının yalan söylediğine, çıkarları için insanları kandırdığına, öfkelendiğinde saldırganlaştığına, bencil ve egoist olduklarına şahit olan bir çocuk için, bu yaşam tarzı örnek modeldir. Bu nedenle büyük bir ihtimalle ileriki hayatında ailesinden gördüğü bu davranış tarzını uygulamakta bir sakınca görmeyecektir. Ailenin bir insanın hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu Said Nursi Sözler adlı esrinde şu şekilde dile getirmiştir:
“Nev’-i beşerin hayat-ı dünyeviye sinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâhı(dayanağı) aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarane(fedakârca) hürmet ve hakikî ve şefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise; ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedi bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederane, kardeşane, arkadaşane münasebetlerin bulunmak fikriyle, akidesiyle olabilir. Meselâ der: “Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refıka-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünkü ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için her bir fedakârlığı ve merhameti yaparım.” diyerek o ihtiyara karısına, güzel bir huri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kısacık bir-iki saat surî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık; elbette gayet surî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat¬i cinsiye manasında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi; başka menfaatler ve sair galip hisler, o hürmet ve merhameti mağlup edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.”
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, yaşadığı zamanın hem toplumsal hayatından hem bireysel tercihlerinden kendini sorumlu bilen Said Nursi, ailenin insan üzerindeki temel etkisini gördüğünden aile yaşamının manevi yanına, huzur eksenli ortamına vurgu yaparak modern insanın temel handikap olan stresten ve huzursuzluktan çıkış yollarını göstermektedir.
Said Nursi’de Kadın
İslam dini kadına vermiş olduğu değerin yanında kadına büyük görev ve sorumluluklar da yüklemiştir.
Kadının tarihsel sürecine göz atarken hümanist düşünceyle yola çıkan komünizm, sosyalizm vb. sistemlerde kadını özgürleştirme çabasında Allah inancını saf dışı bırakma çabası hep ön planda olmuştur.
Cihan Aktaş’ın deyimiyle; Kadın hiçbir dönemde, Batı uygarlığının şimdiki zamanda olduğu kadar çok boyutlu sömürüye uğratılmadı ve saygınlığını yetirmedi. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar kadınların kendi isteğiyle ve adeta birbirleriyle yarışarak köle, fuhuş sermayesi, güzellik kraliçesi, tüketim aracı ve hedefi oluşlarına tanık olmamıştır. Güçlünün zayıf olanları bilimsel yönlerle ezme hakkı kazandığı bu dönemde kadın, zayıfın da zayıfı olarak çok yönlü sömürüye uğratılıyor. Zulmü çeşitlendiren materyalist sistemler insanlığı kadar cinselliğini de dönüştürmeye uğratıyorlar. Kadının kişiliği sistemin belirlediği uygun yöntemlerle parçalanıyor, çeşitleniyor ve bin bir karakter kazanıyor.
Said Nursi, bu tehlikeli durumu kendisiyle görüşmeye gelen talebeleri ve dostlarıyla aile hayatını konuşurken işittiği şikâyetler onu bu konuda düşünmeye sevk etmiştir. Aile hayatını ortadan kaldıran emperyalist güçlerin kadınları nasıl kullandığını kendisi şöyle ifade etmektedir:
“Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaiyeden (sosyal hayattan) çekildiğim halde bazı nurcu kardeşlerimin ve hemşirelerimin(kız kardeşlerimin) hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. “Eyvah!” dedim. İnsanın husussan Müslüman’ın tahassüngâhı (dayanağı) ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmağa başlamış dedim. Sebebini aradım. Bildim ki: Nasıl, İslâmiyet’in hayat-ı içtimaiyesine (sosyal hayatına) ve dolayısıyla din-i İslâm’a zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahate sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; bîçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâm’a bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.”
Said Nursi’nin de “komite” olarak bahsettiği o dönemde Rusya’daki Kominizim anlayışı ile birlikte maalesef dini inanç ciddi sarsılmalar yaşanmıştır. Buda bayanların dini ritüelleri bir kenara atarak açık saçıklığa yöneldiğini görmekteyiz.
Yukarıda belirttiğimiz gibi İslam’ın özünde kadına bu kadar değer verildiği halde nasıl oluyor da günümüzde kadının İslam’daki imajı bu kadar bozulabiliyor ve kadın bugün örtbas edilmeyecek kadar kötü muamelelere maruz kalıyor. Bunun nedenini Niyazi Akyüz ve İhsan Çobanoğlu şöyle ifade etmektedir.
Günümüz Müslüman kadınların düşük toplumsal konumu iki temel nedene bağlanabilir:
Birincisi; her şeyden önce İslam’ın kadınlara verdiği hakların Hz. Peygamber’den sonraki dönemlerde kesintiye uğradığı genellikle kabul edilen bir husustur. Buhari’de geçen bir aktarımda Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın “Biz Hz. Muhammed(s.a.s) döneminde hakkımızda ayet iner endişesiyle kadınlarımıza bir şey diyemez olmuştuk; ama onun vefatından sonra kendimizi daha serbest hissetmeye başladık” sözü belirgin bir kanıttır. İkinci olarak ise; İslam’ın getirdiği yenilik ve düzenlemelerine, daha sonraki dönemlerde çağın gereklerine göre yorumlanarak açılım kazandırılmamış olmasıdır.
Peki, kadınlara yönelik bu kötü imajın sebebi bu iki nedene bağlanabilir mi? Şüphesiz ki sadece bu nedenlerle açıklamak yetersiz gelecektir. Çünkü İslam Dini Hz. Muhammed dönemindeki gibi kadına verilen değer kadar olmasa da dini zamanın ihtiyacına göre yeni yorumlar getiren Said Nursi gibi birçok âlim gelmiştir. Bu kötü imajda kadınlarında yaptığı birçok yanlış söz konusudur.
Said Nursi’nin birçok yerde değindiği kadınlarımızın değerini yücelten, imanın kalplerden uzak olması ve Allah’a kulluk vazifelerimizin göstergesi olan namaz, oruç, sadaka, zekât, tesettür gibi kavramlardan uzak kalması ve kendisini bilerek ya da bilmeyerek meta haline getirmesi, kadına reva görülen imajda en önemli faktörlerdendir. Said Nursi, bu konuyla ilgili bayanlara hem uyarıları hem de tasfiye bağlamında şöyle seslenmektedir:
“Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan manevî evlatlarıma kat’iyyen beyan ediyorum ki: Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâm’da ki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir. Şimdi aile hayatında en mühim nokta budur ki; kadın, kocasında fenalık ve sadakatsızlık görse, o da kocasının inadına kadının vazife-i ailevîsi olan sadakat ve emniyeti bozsa; aynen askerîdeki itaatin bozulması gibi, o aile hayatının fabrikası zir ü zeber(darmadağın) olur. Belki o kadın, elinden geldiği kadar kocasının kusurunu ıslaha çalışmalıdır ki, ebedî arkadaşını kurtarsın. Yoksa o da, kendini açıklık ve saçıklıkla başkalarına göstermeğe ve sevdirmeğe çalışsa, her cihetle zarar eder. Çünkü hakikî sadakati bırakan, dünyada da cezasını görür. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mesut bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlûkturlar. Bu mübarekleri ifsat eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmin. Hemşirelerim! Mahremce bu sözümü size söylüyorum: Maişet derdi için; serseri, ahlâksız, firenkmeşreb(yabancı eksenli) bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisat ve kanaatle, köylü masum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nevi’nden kendinizi idareye çalışınız, satmağa çalışmayınız”.
Aile küçük bir toplumdur. Bu küçük tolumun huzur içinde yaşayabilmesi için bir düzene ve disipline ihtiyacı vardır. Düzen ve disiplinin olması için de insanlar, Allah’ın buyruğuna baş eğmesini bilmelidir. İyi bir kadında Allah’ın emirlerine baş eğmeli ve Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde kocasına itaat etmelidir. Ona karşı görevlerini yerine getirmelidir. Bu konuda ayet-i kerime şöyle ifade etmektedir: “Allah Teâlâ’nın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması ve bunların ötekilere mallarından harcama yapması sebebiyle, erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için iyi kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık onlarda kocalarının haklarına saygı gösterirler ve namuslarını korurlar.”
Bu konuda Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”
Said Nursi ise kadınlara bu konuda şöyle tavsiyede bulunmaktadır: “Şayet size münasip olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. İnşallah rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz! ”
Orhan Kuşut, “Said Nursi’de Aile Sosyolojisi Ve Sosyal Ahlak” adlı Y. Lisans tezinden alınmıştır.