La İlahe İlla Hû…
Bütün zerreleri, hücreleri, bütün erkânı ve âzâları zikreden birer lisandır, o gür sesle beraber derler ki:
La İlahe İlla Hû…
O dillerde çeşitlilik, o seslerde mertebeler var. Fakat bir noktada toplar onun zikri, onun sesi ki:
La İlahe İlla Hû…
Bu bir insan-ı ekberdir, yüksek sesle zikreder; bütün kısımları, zerreleri, duyulmayan sesleriyle, o yüksek sesle beraber der ki:
La İlahe İlla Hû…
Şu âlem zikir halkası içinde okuyor aşrı, şu Kur’an onun güneşi. Bütün canlılar tefekkür eder ki:
La İlahe İlla Hû…
Bu şanlı, yüce Furkan, o tevhidi söyleyen burhan, bütün ayetler sadık birer lisan. Şuâlar berk-i iman. Beraberce derler ki:
La İlahe İlla Hû…
Kulağını yapıştırsan şu Furkan’ın sinesine, derinden derine, açıkça işitirsin semavî bir sedâ, der ki:
La İlahe İlla Hû…
O sestir ki, gayet ulvî, nihayet derece ciddi, hakiki, pek samimi, hem nihayetsiz munis, ikna edici ve delillerle donanmıştır. Tekrar tekrar der ki:
Lâ İlahe İlla Hû…
Şu nurlu delilin altı yönü de şeffaf: Üstünde nakışlı, çiçeklerle bezenmiş mucizelik mührü. İçinde parlayan hidayet nuru der ki:
Lâ İlahe İlla Hû…
Evet, altında işlenmiş ince mantık ve delil, sağında aklı konuşturmak; mürefref her taraf, zihinler “Sadakte” der ki:
Lâ İlahe İlla Hû…
Sağ tarafında vicdanı şahit tutar. Önünde hayrın güzelliği, hedefinde saadet var. Onun anahtarıdır her dem ki:
Lâ İlahe İlla Hû…
Önünde ve arkasında dayanağı semavîdir: Doğrudan doğruya Allah’tan gelen vahiy. Bu altı yön ışık verir, burçlarında tecelli eder ki:
Lâ İlahe İlla Hû…
Evet, hırsız vesvese, vehimler ve hırsız şüphe, ne haddi var ki o dinsiz, girebilsin bu parıltılı köşke. Hem öyle parlar ki, surları olan sûreler yüce, konuşan birer melektir her kelime:
Lâ İlahe İlla Hû…
Kur’an-ı Azîmüşşan nasıl bir tevhid denizidir. Bir tek damlası, misal için yalnız İhlâs sûresi, sayısız işaretlerinden kısa bir tek işaret.
Her türlü şirki reddeder, hem de yedi tevhid mertebesini ispat eder; üçü menfî, üçü müspet.
Şu altı cümlede birden:
Birinci cümle: قُلْ هُوَ delilsiz işarettir. Demek, umumi bir tayindir. O tayinde taayyün var ki,
Lâ Hüve İlla Hû…
Şu görülen tevhide bir işarettir. Hakikati gören göz tevhidle kendinden geçse der ki:
Lâ Meşhude İlla Hû…
İkinci cümle: اللهُ أَحَدٌ dır, ulûhiyetin birliğini açıklar. Hakikat ve hak lisanı der ki:
La Mabude İlla Hû…
Üçüncü cümle: اللهُ الصَّمَدُ dir. İki tevhid cevherine bir inci kabuğudur. İlk incisi: Rubûbiyetin birliği. Evet, kâinattaki düzenin lisanı der ki:
Lâ Hâlika İlla Hû…
İkinci inci: Kayyûmiyetteki birlik. Evet, kâinatta baştanbaşa, hem varlıkta hem bekâda, bir yaratıcıya ihtiyacın lisanı der ki:
Lâ Kayyume İlla Hû…
Dördüncü: لَمْ يَلِدْ dir. O’nda Celâl’in birliği gizlidir; her türlü şirki reddeder, küfrü keser atar şüphesiz.
Yani değişen, çoğalan ya da kısımlara ayrılan elbette ne hâlık olabilir, ne kayyum, ne de ilah…
O’nun doğmuş ve doğurmuş olduğunu iddia eden küfrü reddeder, keser atar. Şu şirk yüzünden insanlığın büyük kısmı yolunu şaşırmıştır…
Ki ya İsa’nın (aleyhisselam) ya Üzeyr’in ya meleklerin veya akılların O’nun evladı olduğu şirki yer buluyor insanlıkta zaman zaman…
Beşincisi: وَلَمْ يُولَدْ Daimî bir tevhidin işareti şöyledir: Vacip, kadim ve ezelî olmazsa ilah olamaz…
Yani: Zaman bakımından sonradan olmuş veya maddeden doğmuş ise ya da bir aslın parçası ise elbette olamaz şu kâinata dayanak…
Sebeplere, yıldızlara, putlara, tabiata tapmak şirkin birer türüdür; birer sapkınlık kuyusu…
Altıncı: وَلَمْ يَكُنْ Kuşatıcı bir tevhiddir. Ne Zât’ında eşi, ne icraatında ortağı, ne de sıfatlarında benzeri bulunduğu hakikati, kelimesine bakar…
Şu altı cümle manen birbirinin hem neticesi hem delilidir. Silsile halindedir deliller, bağlıdır neticeler, şu sûrede karargâh…
Demek İhlâs sûresinde kendi miktarı ölçüsünde, silsile halinde birbirine bağlı otuz sûre saklıdır; bu sûre onlara sehergâh…
Kimse gaybı bilemez, gaybı yalnız Allah bilir.
Ufuk Yayınları, Bediüzzaman Said Nursi Sözler, Lemaât dan alınmıştır.