YORUM | AHMET KURUCAN
Hz. Peygamber’in ümmiliğini ele aldığımız bu yazı dizisinde sıra Hudeybiye anlaşmasında “Muhammedün Resulullah” kaydını silmesi için Hz. Ali’ye o cümlenin yerini göstermesini istediği rivayete geldi. Hadise Hudeybiye’de Mekke müşrikleri ile yapılan anlaşmanın kayda alınması esnasında geçer. Hz. Ali anlaşma metnini kaleme alan kişidir. Metnin başlangıcında yer alan giriş cümlelerinden ikisine müşrikler itiraz ederler. İlki “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” cümlesinin silinip cahiliye döneminde bilinen şekliyle “bismikellahumme” diye yazılmasını istemeleridir. Efendimiz mana ve muhteva açısından Müslümanların inanç ve akidelerine muhalif olmayan bu itirazı kabullenerek “besmele” yerine “bismikellahumme” yazılmasını ister.
İkinci itiraz; “Allah’ın elçisi, resulü, peygamberi” anlamındaki “Muhammedün Resulullah” kısmına yapılan itirazdır. Müşrikler itirazlarını “Allah’ın Resulü olduğunu kabul etseydik, sana tabii olurduk. Bunun yerine Muhammed b. Abdullah” yazılsın demişlerdir. Hz. Peygamberin kabul ettiği bu itirazı anlaşma katibi Hz. Ali uygulamaya koymaz ve açıkça ibareyi silmeyi kabul etmediğini beyan eder. Ne müşriklerin iki noktadaki itirazlarını ne de Hz. Ali’nin “Muhammedün Resullullah kaydını silmem” demesini problem etmeyen Peygamber Efendimiz Hz. Ali’ye “bana onun yerini göster” der ve kendi eliyle “Muhammedün Resulullah” ibaresini silip yerine “Muhammed b. Abdullah”…
Cümleyi kasten yarım bıraktım. Cümlenin devamı birkaç şekilde olabilir. Bir: “Muhammed b. Abdullah yazmıştır.” İki: “Muhammed b Abdullah yazılmıştır.” Üç: anlaşma katibi Hz. Ali itirazına rağmen Muhammed b. Abdullah yazmıştır. Üçüncüsünden başlayalım; Hz. Ali müşriklerin itirazlarını kabul etmeyip “Muhammedün Resulullah” ibaresini hem de Efendimizin telkini ya da emrine rağmen silmemiştir. Bu durumda onun Muhammed b. Abdullah yazması düşünülemez. Zaten bunu söyleyen hiçbir rivayet yok. İkincisi “Muhammed b. Abdullah yazılmıştır.” Bu olabilir ama kim bunu yazan? Bu konuda Hz. Ali yerine geçen bir katipten söz edildiğini bilmiyoruz. Birinci rivayete gelince “Muhammedün Resulullah” ibaresini kendi elleriyle silen Hz. Peygamber Muhammad b. Abdullah yazmıştır. İyi ama okuma yazma bilmeyen (ümmi) ve bana “Muhammedün Resulullah” ibaresinin yerini gösterin diyen bir insan bunu nasıl yazacak?
“Bera hadisi” diye de literatürde meşhur olan Hudeybiye sulhunun uzunca anlatıldığı Buharı rivayetinde bu mesele anlatılırken Muhammed b. Abdullah kaydını anlaşmaya yazan kişinin bizatihi Hz. Peygamber olduğu dile getirilir ve ara bir cümle ile şu denir: “yazması iyi değildi.” Buhari’deki ibarenin lafzi tercümesi aynen şöyle: “Hz. Peygamber anlaşma metnini eline aldı -yazması iyi değildi- ve “Bu metin Abdullah’ın oğlu Muhammedin kabul ettiği anlaşmadır” diye yazdı.” (Buhari, Sulh, 6; Megazî, 43)
Zahiri mana alabildiğine net ve açık; Muhammed b. Abdullah ibaresini yazan Hz.Peygamber’dir (sas). Ne hadiseye şahit olanlar ne de bu hadislere erken dönemlerde şerh yapan kişilerin garipsemediği, muhalif bir düşünce beyan etmediği bu mesele ilerleyen zamanlarda çeşitli açıklamalara konu olmuştur.
Ne deniliyor bu açıklamalarda? Birincisi; burada “yazdı” demek “yazdırdı” demektir. Nitekim “Hz. Peygamber Habeş kralına mektup yazdı” dediğimizde kastedilen mana o mektubu bizatihi kendi eliyle yazması değil katiplerine yazdırmasıdır. İkinci izah ise, Muhammed b. Abdullah yazan Hz. Peygamberdir. Okuma yazma bilmeyen birisinin bunu yazması mucizedir.
Şahsen ben bu ve benzeri izahları çok tekellüflü yorumlar olarak görüyorum. Her ikisi de Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediği ön kabulünün -isterseniz inancı diyebilirsiniz- izlerini üzerinde taşıyor. Hele ikinci yorumu kutsamanın engel tanımadığının bir göstergesi olarak nitelendiriyorum.
İki önceki yazıda ifade ettim; yeri gelmişken bir kez daha yazayım okur yazar olmamanın modern dünyada yaptığı çağırışımdan hareketle Hz. Peygamberi rivayetleri zorlayarak okur yazma yapma gibi ne bir düşüncem ne de gayretim var. Hakikat aşkı ve araştırma ruhu ile hareket ederek elimizdeki mevcut rivayetlerden hareketle bazı yorumlar yapıyorum. Velev ki bu yorumlar hakim kanaatin aksine de olsa.
Burada üçüncü bir yorum olarak şu da söylenebilir; Muhammed b. Abdullah yazması onun okuma yazma bildiğinin delili olamaz. Efendimiz gibi zeki bir insan üç kelimeyi yani Muhammed ibni Abdullah -ki bunlar kendi ve babasının ismidir- yazacak kadar yazma bilmiş olamaz mı? Niçin olmasın? Elbette olabilir.
Sözün geldiği bu aşamada İslam tarihine vakıf olan hemen herkesin bildiği bir başka rivayeti kısaca ele alalım; Efendimiz (sas) malum vefat ettiği hastalığı esnasında “kırtas hadisi” denilen rivayette “bana bir kalem kağıt getirin, benden sonra yolunuzu şaşırıp da birbirinize düşmemeniz için sizlere bir vasiyet yazayım” demiştir. Bunun üzerine o esnada Efendimizin başına bulunan insanlar kendi aralarında tartışmaya durmuşlardır. Kimisi “Resullahın ağrıları şiddetlendi, onu rahatsız etmeyin, elimizde Allah’ın kitabı var, bize Allah’ın kitabı yeter” derken kimisi de “kalem kağıdı getirin de yolumuzu şaşırtıp sapmamıza mani olacak şeyi yazsın” demişlerdir. Huzurda yapılan tartışmaların uzamasına bağlı olarak Efendimiz de onlara “çıkın” demiş ve odayı terk etmelerini istemiştir.
İmdi konumuz açısından bu olaya baktığımızda Peygamber Efendimizin vasiyetini yazmak üzere kalem kağıt istediği kişilerden hiçbir ama hiçbiri bu isteği garip karşılamamış ve tartışmayı da Efendimizin okuma yazma bilip-bilmemesi üzerine değil şiddetli baş ağrıları çekip ara sıra bayıldığı için olsa gerek Efendimizi yormama ya da daha farklı bir perspektiften bakacak olursak böyle bir vasiyete gerek olup-olmadığı üzerinde yapmışlardır.
Son olarak hilalin görülmesi ve ayın başlangıç zamanının hesaplanması konusunda “Biz ümmi bir ümmetiz. Hesap kitap bilmeyiz” (Buhari,Savm,13) şeklindeki hadisini Efendimizin okuma yazma bilmediğini gösteren bir delil olarak değerlendirilmesidir. Açıktır ki “hesap kitap bilmeyiz” kaydı Arap toplumunda kullanılagelen bir deyimdir. İkinci husus, cümlenin zahiri manası yaşanan gerçekliği yalanlıyor. Evet, o günkü ehli kitabın İlahi bir kitaba ve Peygambere sahip olmadıkları için “ümmi” dediği Arap toplumu içinde okuma yazma oranı azdı ama bu Araplar hiç hesap kitap yapmıyor demek değildi. Nasıl olsun ki Yemen-Şam ticaret yolunun en önemli kavşaklarından birinde yer alan Mekke’de nice tüccarlar vardı, başta Mekke’nin kendisi olmak üzere çevresinde senenin çeşitli günlerinde nice ticari fuarlar ve panayırlar düzenleniyordu. Kur’an’daki miras ayetleri baştan sonra hesap kitapla irtibatlıydı. Yaşanan gerçeklik cümlenin zahiri manası yalanlıyor derken kastımız buydu. Bu açıdan sebebi vürudun kameri ayın 29 veya 30 olduğu eksenindeki bir soru olduğu ve cevabın bunun üzerine verildiği hesaba katılacak olursa burada “Biz ümmi bir ümmetiz” ile “Hesap kitap bilmeyiz” cümleleri arasında bağ kurup bunu Efendimizin (sas) okuma-yazma bilmediğine delil olarak ileri sürmenin hiçbir rasyonel temeli ve dayanağı yoktur.
Belki irtibat şöyle kurulabilir; o dönemlerde Kur’an’ın ve Efendimizin (sas) açıkça yasaklamış olduğu “nesi” uygulaması yürürlülükteydi. Nesi, “ayları ertelemek”, “başlangıç ve bitiş zamanları değiştirmek” diyebileceğimiz İslam öncesi Arap toplumunun bir uygulamasıydı. Gerekçesi de ittifakla kabul etmiş oldukları savaşmanın yasak olmuş aylarda savaşmaktır. Başka gerekçeler de söz konusu olabilir. İşte nesi’nin hakim olduğu ve hicretin ancak 10 yılında yasaklanan bu uygulama dolayısıyla ayın ne zaman başladığı ya da bittiği konusunda kafalar sürekli karışık olabiliyordu. Bu durumda Araplar kahinlere müracaat ediyor ve onların görüşlerine göre hareket ediyordu. Efendimiz ihtimal böylesi bir noktada kahinlere, arraflara müracaat yerine kameri takvime göre ayların ya 29 ya da 30 gün olduğunu ve buna bağlı olarak başlama ve bitme tarihini bilinebileceğini ifade etmiştir.
Nesi uygulamasından dolayı siyer tarihinde geçen hadiselerin takvimlendirilmesinde büyük sayılabilecek problemler vardır bugün İslam ilim dünyasında. Bir başka ifadeyle hadiselerin vuku bulduğu tarih üzerinde ittifakın sağlanamamasının en temel nedenlerinden biridir bu. Bu konuda detaylı bilgi almak isteyenler Mehmet Apaydın imzasını taşıyan “Siyer Kronolojisi” adlı çalışmaya bakabilirler. 2018 Ekim ayında Kuramer tarafından yayınlanan, çok uzun ve dakik bir çalışmanın ürünü olan bu eser siyerde cereyan eden hadiselerin tarihlendirilmesine çok önemli katkılar sunmaktadır.
Daha önce söz verdiğim gibi önümüzdeki hafta madde madde yapacağım bir özet yazı ile sonucu yazacak ve bu yazı dizisini sonlandırmış olacağım nasipse.