Malumdur ki, Resul-i Ekrem Efendimizin, ümmetine sahip çıkması bazen açık, bazen kapalı, bazen özel, bazen de genelde tahakkuk etmiştir. Kimi zaman uyanıkken, kimi zaman işaretle ve kimi zaman rüyalarımızı teşrif ederek ….
Rüyalarda görülmesi o kadar çoktur ki, bunlar sayılamaz. Milyonlarca insanın Onun (s.a.s) iklimine rüyada girdiği gün ve gecenin sevinç ve mutluluğu tariflere sığmayacak kadar büyük ve bir o kadar da heyecan vericidir; bunun yanında şöyle bir gerçek daha vardır ki, bunu tespit etmek de asla kolay değildir. İnsanın, kendi ruh dünyasında yaşadığı bu güzellikler başkalarına göre sübjektif olabilir ama, bu olayı yaşayan insana göre görülen böylesi rüyalar hem gerçek hem de objektiftir. Zaten Efendimizin görüldüğü rüyalarda mutlak bir hakikat payı vardır. Şartlarına riayet edilerek görülen bu rüyalar kadimden beri olagelmiş ve her birinde büyük hakikatlerin, büyük müjdelerin ve derin mânâların gizli olduğu görülmüştür. Biz bu yazımızda bunlara birer misal vermeye çalışacağız.
Meselâ rivayet edilir ki, Divan edebiyatımızın meşhur şairlerinden Nâbi, devrinin paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve beraber hacca giderler. O devrin yolculuğu deve iledir ve paşa ile Nâbi de yolculuklarını bu vasıta ile yaparlar, nihayet bir seher vakti Medine topraklarına girerler. Şair Nâbi, Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan bir şairdir, zaten yolculuğundan önce Peygamberimize ve Onun beldesi Medineye emsalsiz bir methiye yazmış, fakat henüz bunu ilan edip duyurmamış, dolayısıyla yazdığı methiyeyi kimsenin bilmediğinde şüphesi yok. Ancak konakladıkları yerde bir akşam vakti yolculuk arkadaşı paşanın uyuduğunu sanan Nâbi yazdığı şiirine kendisini kaptırarak yanık yanık:
Nazargâh-i ilahidir makâm-i Mustafâdır bu…
…..
Mürâat-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-i kudsiyândır, cilvegâh-i enbiyâdır bu.
beyitlerini mırıldanırken paşa ne okuduğunu sorar. Nâbi durumu artık saklayamaz ve Peygamber Efendimize bir şiir yazdığını, bunu kendisine (Efendimize) arz etmeden önce henüz kimseye göstermediğini söyler. Paşa ile Nâbi kalkar abdest alır ve Medine sokaklarından Mescid-i Nebevîye doğru yürümeye başlarlar. Tam bu sırada bakarlar ki, Mescid-i Nebevînin minaresinden bir ses yükselir, sese kulak verince bu şiirin okunduğunu farkederler. Paşa, hayretle Nâbiye sorar:
– Nâbi bu hal nedir?
Nâbi:
– Vallahi bilmiyorum efendim, der. Her ikisi de hayret içerisinde sükût eder ve minarenin kapısına doğru yürür, müezzinin minareden inmesini beklerler. Müezzin inince selamlaşır ve:
– Biraz önce minarede okuduğunuz ne idi? diye sorarlar, fakat müezzin söylemek istemez; çok ısrar ederler. Hatta Nâbi müezzine der ki:
– Bunlar benim şiirim; onları ben söyledim, ve benden başka da bu şiiri bilen kimse yoktu, onun için “lütfen söyler misiniz bunları nerden öğrendiniz?” bu söz üzerine müezzin:
– Sizin isminiz Nâbi mi? diye sorar, Nâbi: “Evet.” cevabını verince müezzin Nâbinin ellerine kapanır ve gece gördüğü rüyayı anlatır:
– Akşamleyin abdestli olarak yatmıştım, Rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm. Bana: “Ya müezzin! Kalk, yatma. Âşıklarımdan birisi kabrimi ziyarete geliyor. Şu cümlelerle minareden onu karşıla!” dedi. Ben de hemen kalktım, abdest aldım, minareye koştum ve Peygamberimizin öğrettiği şeyleri okudum. Bu âşık acaba kimdir diye? Hem gıpta ediyor, hem de minareden inerken kendi kendime acaba Peygamber âşığını görebilecek miyim, diye düşünüyordum, çünkü Peygamberimiz adınızı da bildirmişti. Bundan dolayı sizin Nâbi olduğunuzu tahmin ettim.
Hayattan ümidini kesen her mağdur ve mazlumun gözyaşlarını O siliyor. Düşmanı karşısında bitip tükenme noktasına gelen her asker ve kumandan kurtuluşu yine Onun elinde görüyor ve inanıyor. Zulüm gören ve hayata elveda etmek üzere olan insan da ana kucağı gibi kendisini Onun kucağına atıyor ve Onun “artık gelsene” demesiyle ölümü gülerek ve iştiyak duyarak karşılıyor.
Yine sahabeden birisiyle alâkalı bir rüya daha nakletmek istiyorum. Halid b. Said, Kureyşin zengin ve ileri gelenlerinden Ebu Uhayha Saidin oğluydu. İbn Sadın rivayetine göre Halid b. Said bir gece rüyasında cehennemin kenarında dururken babası Saidin ittirip kendisini cehenneme düşürmek istediğini ve Resulullahın ise tam bu esnada belinden tutarak onu cehenneme düşmekten koruduğunu görmüş ve feryat ederek uyanmıştı. Kendi kendine: “Vallahi bu rüya gerçektir.” diyerek hemen Ebu Bekire koşarak rüyasını ona anlattı. Hz. Ebu Bekir: Hakkında hayırlı olmasını dilerim. Rüyada gördüğün gibi seni Resulullah kurtaracaktır, hemen Ona (s.a.s) git tâbi ol, İslâm dinini kabul et ve Onunla birlikte bulun. O da seni rüyanda gördüğün gibi cehenneme düşmekten koruyacaktır. Baban ise cehenneme gidecektir.” diye tabir etti. Halid de Ciyad mevkiinde Peygamberimizi buldu ve kelime-i şahadet getirerek Müslüman oldu, kendisinin Müslüman olmasıyla hanımı Ümeyne de Müslüman oldu, böylece rüyanın tabiri hem kendisi hem de hanımı için tahakkuk etti.
Ali Bayram’ın Yağmur Dergisindeki ” Rüyalarımızın Gülü” adlı makaleden
tweet