Kalbim Duygular Yumağı
Bilemiyorum ki, içine sıkıştırıldığım beş dakikada ne söyleyebilirim ki;
İnşaallah belirlenen süreyi aşmamaya çalışacağım.
Şu büyük Zâtı; şu sıradışı insanı; şu ender-i nadirattan insan; şu başdöndüren hizmetlere vesile olan insan: FETHULLAH GÜLEN
Geçtiğimiz günlerde uzun uzun düşündükten sonra bu zâtın şahsiyeti karşısında hayrette kaldım.
Sonra o zâtı vasfederken birkaç kelimeyle özetlediğimi gördüm:İHLAS
Ve Allah ile münasebetinde dosdoğru olma; SIDK
Allah’a karşı hiçkimseyi tezkiye de etmiyorum. Zira o zât, Peygamber Efendimiz’i (sallahu aleyhi vesellem) adım adım kendisine rehber edinmiş.
Tek bir ümmet olmanın manasını çok iyi sezmiş, anlamış ve kendi köşesine çekilmemiş.
Sevgili kardeşimiz Farah Muallimin’in de (Kenya Meclis Baş. Yrd.) dediği gibi komplo teorileriyle meşgul olmamış;
Kendini inşâ etmiş.
Aynen Peygamber Efendimiz’in (sallahu aleyhi vesellem) kendisini inşâ edip ruhunun abidesini ikame ettiği gibi.
Arkadaşlarını yetiştirmiş.
Aynen Peygamber Efendimiz’in (sallahu aleyhi vesellem) ashabını yetiştirdiği gibi.
Biraz benimle beraber düşünün!
Gece kıyamı
Gözyaşı
Hüzün/İnkisar
Kendisini Allah’a sevdirecek incelerden ince bir ubudiyet tavrı
Sâdık bir kalb
Dünyevilik adına hiçbir isteği yok
En büyük derdi, Yüce Allah’ı razı etmek olan bir insan!
Tabii ki, Allah (cc) böyle birine pek çok fütühat nasip eder.
Ve o hakkıyla “Fethullah” olur.
Üzerinde durduğum bu hususlara Efendimiz’in (sallahu aleyhi vesellem) hayat-ı seniyyelerinden bazı misaller arzedeyim;
Gelin hep beraber Peygamber Efendimiz’in (sallahu aleyhi vesellem) Mekke’deki hayat-ı seniyyesini dikkatlice teemmül edelim.
O (sallahu aleyhi vesellem), bu devrede ne yapmıştı?
Tabii ki, insan yetiştirmişti. Peki öyleyse kimleri yetiştirmişti?
Hz. Ebubekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı, Hz. Ali’yi, Hz. Sa’d’ı, Hz. Ebu Ubeyde’yi (radiyallahu anhüm)
Peki kimdi bu insanlar?
Bildiğiniz gibi bu insanlar, Kendisinden (sallahu aleyhi vesellem) sonra fütühatın rehberliğini, öncülüğünü yapacak insanlardı.
Evet Fethullah Hocaefendi’de insan yetiştirdi.
Sizlere ulaşanlarda işte o yetiştirdiği insanlardır.
Sevgili Dostlarım!
Müslümanlar için sözkonusu olan nusret ve muvaffakiyet ancak Allah’ın kitabına, Sevgili Peygamberimiz’in (sallahu aleyhi vesellem) sünnetine sımsıkı sarılmakla, ihlasla, sıdkla, mukaddes hüzünle, Allah için her türlü fedakârlığa katlanmakla mümkündür.
Çok şey öğrendim. Bugünlerde pek çok yeni şey öğrendim.
Çocukluğumuzda herbirimizin okuduğu gibi ben de Sevgili Peygamberimiz ‘in (sallahu aleyhi vesellem) hayatını okudum.
Efendimiz ‘in (sallahu aleyhi vesellem)Taif’te çektiği sııntıları okuduğumda gözyaşlarımı tutamamıştım.
Malumunuz Taif’e gitmeden önce Efendimiz (sallahu aleyhi vesellem) kendine en yakın kimseleri kaybetmişti.
Hz. Hatice’yi kaybetmişti. Amcası Ebu Talib’i kaybetmişti.
Bunun üzerine kimlere yönelmişti?
Kendisine destek olacak insanlar bulmaya yönelmişti.
Fakat Yüce Allah, bu şanı yüce Peygamberi Rabbani terbiye ile bu önemli vazifeye hazırlamak istiyordu.
Efendimiz (sallahu aleyhi vesellem), Taif’ten mahzun.. gönlü kırık.. Yapayalnız ayrıldı.. Ayrıldı ve Rabbi’sine yalvarmaya O’na içini dökmeye başladı.
Bunun üzerine Melek’ül Cibal (Dağlardan sorumlu melek) gelip, “şu dağları tepelerine geçireyim mi? Ya Rasulalah” dedi.
O mücessem Rahmette -buradaki şu ince noktaya dikkatinizi istirham ediyorum- “Hayır! Umulur ki, Allah bu Taif’lilerin nesillerinden ibadet edecek insanlar çıkarır.”
Ve gerçekten daha sonra değil sadece Taif, hayır bütün dünyaya yayıldı.
Dostlar ! İşte bizler bu kaynağa, bu anlayışa bu manadaki bir adanmışlık ruhuna muhtacız.
“HİZMET” kelimesi beni vurdu, çok dikkatimi çekti, çok hoşuma gitti.
Başkalarından önce kendimize hizmet etmeye ne kadar muhtacız.
İşin doğrusu biz, Allah için başkalarına hizmet ettiğimizde aynı zamanda kendimize hizmet etmiş oluyoruz.
Nefsimizi terbiye edip Allah’ın izniyle nezd-i İlahi’deki derecesini yükseltmiş oluyoruz.
Allah’a itaat yolunda olmadıktan sonra, bu hayatın ne kıymeti var ki?
Ey insan sen ne için yaratıldın?
Yüce Allah kitabında senin niçin yaratıldığını şu şekilde hülasa ediyor;
“Ben Cinleri ve İnsanları başka değil, ancak beni bilip bana kullukta bulunsunlar diye yarattım”
Allaaah! Aman Allah’ım!
Allah seni rızıkla mükellef kılmamış, ama sen kendini şöyle bir gözden geçir.
Rızık yolunda vaktini ne de çok zayi ediyorsun. Yine kendine şöyle bir bak. Vaktinin ne kadarını ahiretin için ayırıyorsun.
Huzur-u İlahi’de kırık bir kalb, kendini Cenab-ı Hakk’a sevdirecek vasıflarla ittisaf etme, fedakârlık ve Allah için vermek suretiyle ahiretine ne takdim ediyorsun?
Bu günlerde bu büyük insandan pek çok şey öğrendim. Ama özet olarak beş noktayı arzedip bununla yetineceğim.
BİRİNCİ NOKTA: Yukarıda da değindiğim gibi SIDK
Biz Allah’a karşı sadık mıyız?
Vallahi bizler Allah’a karşı sâdık olsak, Allah’ta bize va’dettiği şeyleri bir bir gerçekleştirecektir.
Riya, görünme arzusu, kendimizi beğenmişlik bizi mahvü perişan etti.
Ama bu garib ve acib zât; kendisini Allah’a sevdirmek ve rızasını elde edebilmek için halden hale giriyor.. İki büklüm oluyor..kıvranıyor.
Peki bizim gece kıyamından nasibimiz ne kadar?
Gecelerimizi ne kadar ihya edebiliyoruz?
Ey Rehberler !
Ey Kendilerini Hak ve Hakikate Adamışlar !
Ey allah Yolunun Davetçileri !
Evet sizin herbirinizin gece karanlığından nasibiniz ne kadar?
Allah için kaç damla? Maalesef üzülerek söyleyeyim ki, ağlanacak bir haldeyiz.
Bir de kalkmış nusret beklentisi içerisindeyiz. Bu durumda nusret nereden gelecek ki?
Şayet nusrete giden yolu arzu ediyorsak bu büyük insandan öğrendiğim ikinci noktaya şiddetle ihtiyaç var.
İKİNCİ NOKTA : FEDAKÂRLIK
Kelimenin tam manasıyla fedakârlık.
Ömründen fedakârlık,
Malından fedakârlık
Hocaefendi müthiş insanlar yetiştirmiş.
Dün onlardan bir kısmıyla beraber olduk.
Hayal ederdim fakat hayatımda Peygamber Efendimiz ‘in (sallahu aleyhi vesellem) infak etmek istediklerinde Hz. Ebubekir-i Sıddık (radıyallahu anh) gibi bütün malını infak etmiş bir insan göreceğimi ummazdım.
Dün bütün malını Allah için infak edebilecek insanlar gördüm.
Hocaefendi çevresindeki insanları adanmışlık ruhu ile yetiştirmiş.
Öyleyse sizlerde bu adanmışlık ruhuyla yaşayacak insanları terbiye etmeden önce Allah için adanmışlık mevzusunda kendinizi terbiye edin.
Peygamber Efendimiz ‘in (sallahu aleyhi vesellem), Hz. Suheyb-i Rûmi’ye “Alışverişin çok kârlı oldu Ya Eba Yahya!” demişti.
Kim Allah için fedakârlık yaparsa zaten ” Allah mü’minlerden cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır.”
Sana bu canı da malı da Allah vermiştir, öyleyse niye cimrilik yapıyorsun?
ÜÇÜNCÜ NOKTA : HİZMET
Kim için hizmet ediyorsun?
Allah için hizmet ediyorsun.
Vaktini kime veriyorsun?
Elbette Allah’a veriyorsun.
Kendini nefyetme, sıfırlama
Ben bize hizmet eden üniversite hocalarını görünce şaşırıp kaldım. Vallahi şaşırıp kaldım.
Zira ben, elliden fazla ülkede sayamayacağım kadar üniversite ziyaret etmiş birisiyim. Ancak bu ziyaret ettiğim üniversitelerdeki hocalar bize fildişi kulelerinden tepeden bakarlardı.
Niçin? Çünkü onlar güya büyük teorisyenler. Fakat sadece buradaki üniversite hocalarını Allah için hizmet eden insanlar gördüm.
Eğer muvaffakiyet istiyorsan Allah için nefsini hizmete koş.
DÖRDÜNCÜ NOKTA: Bu zâttan dünyada “İMKÂNSIZ” diye birşey olmadığını öğrendim.
Burada ismi “zor” olan bir şey yok.
Allah kendilerinden ebediyyen razı olsun. Sahabelerin himmeti de aynen böyleydi.
Peygamber Efendimiz (sallahu aleyhi vesellem) ışık süvarilerini her tarafa göndermişti.
İran’a, Bizans’a, Yemen’e..
Onlardan hiçbiri ” Ben bu yolda tek başınayım, nasıl giderim? ” dememişti.
Zira Sahabilerin yüreklerinde taşıdıkları dert, büyük bir dertti.
Bu nisbette de himmetleri büyüktü. Dolayısıyla bu dini her tarafa neşrettiler.
BEŞİNCİ NOKTA: Bu zattan yeni bir kavram öğrendim. Aslında bu kavram benim Allah’ın kitabında okuduğum, bildiğim bir kavramdı.
Ben bulunduğum kurumda on seneyi aşkın bir süredir çalışıyorum. Çalıştığım kurumun logosunda bir ayet-i kerime var. Fakat ben onun pratik hayata tam yansımasını bizzat burada gördüm.
Oda “İnsanları Rabbinin yoluna, hikmet ve mevize-i hasene ile davet et, gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et”
Allaaah !
Bu anlayışa ne kadar da muhtacız. Böyle davranmaya ne kadar da ihtiyacımız var.
Bırakın başkalarını, birbirimizi hikmetle davete ne kadar ihtiyacımız var. Doğrusu biz birbirimize çok sert, çok kaba-saba davrandık.
Bu sözlerimden dolayı beni bağışlamanızı dilerim. Fakat bunlar benim kalbimdeki düşüncelerim, dilerim Allah’tan kabden çıkıp kalbe ulaşır.
Dostlarım !
Bu ümmet tarihte anlı şanlı konumuna ancak Hz. Ömer’in (radıyallahu anh) şu tesbitleri ışığında dönebilir; “Biz Allah’ın bizi bu dinle aziz kıldığı bir ümmetiz”
Ne zaman ki, bu dinin dışında bir izzet arayışına girersek Allah bizi zelil eder. Uzun yıllardır biz izzet, Nusret, temkin ve zirveleri arzu ediyoruz. Daha neler neler arzu ediyoruz.
Ama denemediğimiz ne komünizm, ne liberalizm, ne sekülerizm, ne de bir sürü izm kaldı.
Eee sonra..!
Doğrudan başka çaremiz yok.
Sözümü Peygamber Efendimiz ‘in (sallallahu aleyhi vesellem) terbiye üslubuyla bitirmek istiyorum.
Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) nübüvvetinin ilk yıllarında bu sorumluluğu yüklenecek, nesilleri yetiştirmeye odaklandı.
Sizlere tavsiyem, bu davayı omuzlayacak nesillere odaklanın. Sizler dünyanın dört bir yanında Afrika’dan, Avrupa’dan, Orta Asya’dan, Arap dünyasından buraya gelmiş elçiler konumundasınız.
Sevgili Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) yürüdüğü aynı yolda yürümedikten sonra, felaha ermemiz mümkün değil.
Sözü uzattığım için beni mazur görün.
Abdul-İlah El-Hayfi (S.Arabistan’lı bir alim)’in Kur’an ve İlmi Hakikatler Konferansındaki Konuşması
tweet