Avrupa’nın birinci yönünü zulüm, sömürgecilik ve materyalizm gibi esaslar şekillendirmektedir. Bediüzzaman’ın karşı olduğu Avrupa budur. “Garp husumeti bâki kalsın” sözü ile materyalist ve sömürgeci Avrupa’yı muhatap almıştır. Çünkü, Avrupa bu tutumuyla, İslâm âlemine karşı daima tahripçi bir niyet beslemiştir. Bu yönden gelişen Batının kültür değerleri, İslam âlemi için zararlı ve yıkıcı olmuştur.
Dış politikada, Bediüzzaman’a göre, Avrupa’nın bu yönüyle dostluğa ve ittifaka gidilmemelidir. Çünkü, İslam devletleri ve Türkiye için, çok yönlü zarar ve tehlike sözkonusudur. Bu hususta şöyle demektedir:
“Tarik-i gayrimeşru ile bir maksadı takip eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür. Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru muhabbetin akibetinin mükâfatı, mahbubun gaddarâne adavetidir.” (Mektubat)
Bediüzzaman’ın yukarıdaki ifadelerini biraz açarsak, gayrimeşru bir yolla maksada ulaşmak isteyen, genellikle maksadının zıddı bir netice ile karşılaşır. Sefih ve zalim Avrupa’yı sevmenin neticesi olarak zalim ve gaddar bir düşmanlık doğmaktadır. Gerçekten Avrupa, İslâm âlemine karşı, böyle bir merhametsizliği yapmıştır. Fakat, Osmanlı zamanında bazı aydınlar Avrupa’ya ölçüsüzce yanaşmışlar ve Avrupa’nın entrikalarına zemin hazırlamışlardır. Bu sebeple doğulu İslâm toplumlarının son asırdaki dış politikası, Avrupa ile yan yana ve aynı görüşleri paylaşmak şeklindeki ölçüsüz ve yanlış bir iyi niyet çemberini aşamaz olmuştur.
Bediüzzaman, Sevr Muahedesini Avrupa’nın bu yöndeki suikastlarının en büyük neticesi olarak değerlendirmiştir. Sefahet ve dalaletle, İsevî dininden uzaklaşmış bu Avrupa Müslümanların muhabbet besleyecekleri ve örnek alacakları bir model değildir. O, böyle bir Avrupa anlayışı ile dış politika ve ekonomi ilişkilerine taraftar olmamıştır.
Bediüzzaman, dinsizliğe ve anarşizme karşı olan ve hakiki Hristiyanlığa bağlı bulunan Avrupa ile ilişki halinde olmayı bazı kayıtlarla prensip olarak kabul etmiştir.
Bu mânâdaki, Batı dünyası ile asgarî müştereklerde birleşerek, ekonomik ve siyasî işbirliğini gerekli görmüş, bilhassa teknik, sanayi ve askerî ilişkiler yönünden, İslâm dünyasının Batı ile ortaklaşa hareket etmesini istemiştir.
Bediüzzaman’ın ilmî ve bazı ekonomik düşüncelerle gayr-ı müslimlerle ilişki tavsiye etmesi karşısında, kendisine bazı itirazlar yapılmıştır. Yahudi ve Hristiyanlarla dostluk halinde bulunmanın, Kur’ân’da yasak olduğunu belirterek, Avrupa ile niçin bir dostluk, ekonomik ve siyasî ilişki arzu ettiğini soranlara aynen şu cevabı vermiştir:
“Zaman-ı Saadette, bir inkılâb-ı azim-i dini vücuda geldi. Bütün ezhanı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adâveti o noktada toplayıp muhabbet ve adâvet ederlerdi. Onun için gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin şimdi âlemdeki bir inkılâbı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zabt ve bütün ukulü meşgul eden nokta, medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyet değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.” (Münazarat)
Bediüzzaman’ın Hristiyanlarla dostluğun, ekonomik ve diğer alanlarda yakınlaşmanın mahiyeti hakkındaki görüşünü, yanlış anlaşılmaması bakımından buraya aynen naklettik. Hristiyan ve Yahudilerle dost olmayı normal karşılayan görüşün sebep ve mahiyetini yukarıdaki ifadelerin ışığında şu şekilde açıklamak gerekir:
Kur’ân’daki bu yasaklama, genel değildir, mutlaktır. Mutlaklık kayıt altına alınabilir. Bu kayıtlamayı yapmakta en büyük rol, zamana aittir. Ayetteki yasaklama Yahudi ve Hristiyanlara, Yahudi ve Hristiyan olmaları bakımından sevgi ve yakınlık göstermemek hakkındadır. Fakat bir adam, zatı için değil, sıfat ve sanatı için sevilir. Bir Müslümanın her sıfatı Müslüman olması lâzım olduğu halde her zaman vaki olmadığı gibi, bir kâfirin her sıfatı da kâfirliğinden ileri gelmez. Bir insan Yahudi ve Hristiyan olsa bile, bu durum onun sanat ve kabiliyetlerinin eseri olan iyiliklerini, İslam’a uygun olan sanat ve sıfatlarını iktibas etmeye mâni değildir. Nitekim, İslam’da bir Müslümanın ehl-i kitap bir kadınla evlenmesine, müsaade edilmesi buna en büyük bir delildir. Ehl-i kitaptan karısı olan bir kimse elbette sevecektir. Bu sevgi, âyette yasaklanan sevgi sınıfına girmez. Çünkü, o kimse, onun dinini değil, kadınlık vasfını sevmektedir. Şu halde, bu âyette Yahudi ve Hristiyanlarla, ekonomik, sosyal ve siyasî ilişki yasağı koyma kasdı yoktur. Yasaklanan husus, inanç değişmesini netice veren ilişki kurmaktır.
Yahudi ve Hristiyanlarla dost olmayı yasaklayan bu âyetin gelmesinin bir sebebi, yine Bediüzzaman’a göre, şu olmaktadır. Asr-ı Saadette büyük bir dinî inkılap vücuda geldi. Bu sırada her şey İslâmiyet açısından düşünülüyor, dostluk veya düşmanlık tamamen dinî düşüncelere dayanıyordu. Müslümanlara zülüm ve düşmanlık yapan gayr-ı müslimlere dost olup muhabbet gösterenler şüphe ile karşılanıyordu. Fakat bugünkü durumda böyle bir tehlike ve mahzur mevcut değildir. Günümüzde bütün nazarlar din yönüne değil, dünyevî ve medenî gelişmelere dönüktür. Ülkeler arasındaki ilişkilerin ağırlık noktasını ekonomik olaylar meydana getirmektedir. Günümüzde aynı zamanda, gayr-ı müslimler dinlerine eskisi kadar bağlı değillerdir. Bu durumda onlarla dost olmanın sebebi medeniyet ve ilerlemenin, kalkınmanın güzel yönlerini almak ve iktibas etmektir. Gayr-ı müslimlerle dostluğun sebebi, dünyevî asayişin muhafazasıdır. Yani, insanlık barışının hürriyet içindeki devamını temin arzusudur. Yoksa, onların itikatlarının tesirinde kalmak ve bu noktadan dost olmak söz konusu değildir.
Bediüzzaman, gayr-ı müslimlerle dostluk ve işbirliğinin ölçüsünü dünyevî ilişkiler ve ekonomik meseleler bakımından mümkün görmektedir. Dünya barışını muhafaza ile asayişi temin için askerî ve siyasî yönlerden olduğu kadar, müsbet medeniyet eserlerinden faydalanmak noktasından da gayr-ı müslim devletlerle bazı yönlerden ilişkilere girişmek mümkün bulunmaktadır. Avrupa ile olan ilişkilerin I. Dünya Savaşından sonra Bediüzzaman tarafından siyasî ideolojiler açısından ele alındığı görülmektedir. İslâm âleminin Batı ile olan ilişkilerini dindarlıkla dinsizlik diyalogu açısından değerlendirmiştir. Batının mâneviyata dönük, dindar cephesi ile ilişki halinde olmak ve gerekli ittifak zeminini aramak, inançsızlık telkininin kaynağı durumundaki, anarşizme, ateizme karşı verilecek mücadelenin zaruri bir safhasını teşkil etmektedir. “İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin meşhur hatipleri” ile “Amerika’nın” hak dini arama yolundaki meyli ve zamanla “İslâmiyete sarılacakları” yolundaki inanç,( Emirdağ Lahikası) ona göre Batı ile müsbet ilişkilerin ayrı bir teşvik unsurudur.
İnsanlığın mutluluğu ve refahı için Müslümanlarla Hristiyanlara ortak sorumluluk düşmektedir. Bediüzzaman’ın ısrarla üzerinde durduğu Müslüman-Hristiyan dış politika ittifakı günümüzde maddî ve mânevi sahada gerçekleştirilmek ve devam ettirilmek mecburiyetindedir. Bu dünya barışı ve ekonomik refahı için elzemdir. Tarih sayfalarına kara leke olarak geçecek Bosna-Hersek’teki savaş Müslümanların sorumluluklarını yerine getirmeyişinin buna ek olarak Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki kopukluğun, Hristiyanlardaki dinî taassubun neticesidir. Bugünkü Avrupa, dış politikada, dış ekonomik ilişkilerde Bediüzzaman’ın, zulüm, sömürgecilik ve materyalizm gibi esaslarla şekillendirdiği bir görünüm arz etmektedir.
M.Abidin Kartal, “Risale-i Nur’dan İktisadi Prensipler” adlı kitaptan alınmıştır.
tweet