-Meşrû ve hak olan bir hedefe ulaşmanın vasıtaları da yine hak ve meşrû olmalıdır. İslâmî çizgide olanlar için her işte gâye-i hayâlin meşru olması bir hak, o hakka ulaşmada başvurulacak vesilelerin meşrûiyyeti de bir vecibedir.
Hakk rızası ve Hakk’a vuslat, ihlas ve samimiyet olmadan elde edilemeyeceği gibi, İslâm’a hizmet ve Müslümanları gerçek hedeflerine yönlendirmek de kat’iyen şeytânî yollarla gerçekleşemezHatta bazen bunun aksi mümkün görülse de, bâtıl yollarda itibarını tüketerek Hakk’ın iltifatını ve halkın teveccühünü yitirmiş kimselerin, uzun süre başarılı olmaları kat’iyen düşünülemez.
-Takıyye, kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve tehlikelerden korunmak için hileli yola başvurmak demektir. Bazıları, takıyyeyi müslümanlığa mal etmek isteseler de, İslam’da takıyye yoktur. Dinimizde, bir müslümanın savaş anında düşmanın zülmünden kurtulmak ve canını kurtarmak maksadıyla imanını gizleyerek müdarâtta bulunması şeklinde ifade edebileceğimiz, “İllâ en tettekû minhum tükâh – Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!” (Âl-i İmran, 3/28) hakikatına bağlı bir disiplin var ise de, Şiilik’te söz konusu olan takıyyenin müslümanlıkta yeri yoktur.
Takıyye, Şii anlayışında, özellikle de İran Şiiliğinde bir esastır. Fars Şiiliğinde, “Sizden olmayanları ve sizin çizginizde bulunmayanları aldatmadıktan sonra hakîkî müslüman olamazsınız” manasında bir takıyye mevcuttur ki, onun menşeini de Sünnî bir atmosferde yetişmiş olan İmam Cafer-i Sadık hazretlerine isnat ederler.
Doğrusu, İmam Cafer gibi müstakim bir insanın, böyle çarpık bir düşünce ifade edeceğine inanmak mümkün değildir. Kaldı ki, Hazreti İmam böyle bir cümle söylese bile, Allah Resulü “Aldatan bizden değildir” buyurmuştur.
-“Rûhum benim oldukça bu îmanla berâber / Üç yüz sene, dört yüz sene, beş yüz sene bekler.” (Süleyman Nazif)
tweet