İnsan, “Benim kusurlarımdan dolayı evlatlarıma, aileme ve topluma musibet gelmesin” deyip yalvarmakla işe başlamalı. Başlamalı bir yerden, Sultan’a sessiz koylarda el açacak şekilde…
Zaman çok hızlı deveran ediyor. Bugün bebeklik hallerini sevip çok hoş vakitler geçirirken bir de bakarız ki, büyümüş okul çağına gelmiş kızımız, oğlumuz. Büyür, büyür ama eskilerin “dediği gibi çocuklar dertleri ile büyür”. Baba, anne olarak dünyalarına girmediğimizden onlardan uzaklaşırız da hiç fark edemeyiz.
Öyle bir dönemi idrak ediyoruz ki, bilgi ve iletişim aklı hayrette bırakacak kadar hızlı ve etkili şekilde yol alıyor. Bundan en çok istifade eden de çocuklarımız ve onları kendi hallerinde bırakıp terbiye ve ahlak adına vermemiz gerekeni veremezsek beklemeyelim ne saygı ne de sevgi.
Bir kere “çocuktur, daha sonra öğrenir, yapar” gibi ötelemelere kesinlikle girmeden her yaşta alması gereken değerleri zamanında vermek borcumuzdur, onların da haklarıdır. Çünkü kadimden beri toplumun temeli aile ile atılır.
Aile kurmak basite indirgenecek bir olgu değildir.Aile kurmanın ne demek olduğunu çocuklara verilecek terbiyenin ne manaya geldiğini evvela biz öğrenmeliyiz. Zira kendisini terbiye edemeyen birinin bir başkasını terbiye etmesi mümkün değildir.
Çocuk nasıl yetiştirilir, her yaşın lazımı nedir? Bunlar bilinmeden çocukların terbiyesi ile ilgili önemli adımlar atabilmek çok zordur.
İlk adım olarak aile büyüklerinden tevarüs eden ölçü ve adab kavranmalı yaşayışımızla onlara hüsn-ü misal olmalı ve bu güzel geleneğin devamı sağlanmalıdır.
Anne ve baba olarak evladın cismani sağlığını korumayı, onun hastalıklara düçar olmaması için gerekenleri öğrenmeyi esas alarak gösterdiğimiz gayreti kadar ebedi alemini teminat altına alma adına onun manevi dünyasının sağlığını korumak için de ciddi gayret sarfetmeliyiz. Çünkü dünya hayatı geçici öteki alem ise ebedidir. Bizim için asıl yurt orasıdır. Zira bizler, sadece yolcu misali ulaşacağımız yere giderken burada teşehhüd miktarı bir ağaç altında dinlenen kişiler mesabesindeyiz.
Bu hakikati asla aklımızdan çıkarmadan hareket ederek, Mevlana misali bir ayağımız sabit kadem bu ölçülerde, diğer ayağımız dünya işlerinde olacak şekilde çocuklarımıza hakikati aşılamalıyız.
Orada hesap vereceklerini, hak-hukuk yemeden güven telkin etmeleri gerektiğini, insanın değerli olduğunu, kesinlikle yalan, emanete hıyanet, sözünde durmama gibi nifak alametlerinden yılandan kaçar gibi kaçması gerektiğini öğretmeliyiz.
İdealist olması gerektiğini, başkaları için yaşamanın vicdan genişliği olduğunu, Yaradan’ı ve Habibi’ni her muhtaç sineye anlatmanın kulluk borcu olduğunu işleye işleye göstererek anlatmalı, temsil etmeliyiz.
O her şeyi yoktan Yaradan Rabb’imizin bizlerden neden razı olduğunu; bize Habib’i vasıtasıyla gönderdiği mektubu olan Kur’an’da anlattığı hakikatlerin ne olduğunu didik didik ederek anlamamız gerektiğini öğretmeliyiz evlatlarımıza.
O’nun kainat kitabını okuma adına ilim tahsil etmenin esas olduğunu ve insanlığa yararlı işler yapmak, üretmek ve çalışkan bir varlık olmak gerektiğini kendimiz ilim sahibi olma yolunda onlara göstermeliyiz.
Unutmamalıyız ki, bu dünyaya neden geldiğimizi, bir kul olduğumuzu O’na kulluğun en büyük özgürlük olduğunu “hele küçüktür” demeden zamanında vermediğimiz takdirde kaybedenlerden olacağımızı hatırdan çıkarmamalıyız. Çocuklarımızın dünyasından uzak kalmamalıyız. Zira çocuklarımızın dünyası bizim dünyamızdır. Çocuklarının dünyasına yabancı olan insan, aslında kendi değerler dünyasına da yabancı olan insandır. Bir gün uçup gittiklerini ve mesafelerin çok açıldığını fark ederiz, ama iş işten geçmiş olur.
tweet