İkindi sohbeti sırasında bir telefon geldi. Günümüzün fikir işçilerinden birisi çok seçkin bir heyetle mühim bir programa gideceğini söyleyince, aziz Hocamız yine sanki program hiç umurunda değilmiş gibi sözü hemen inâyet-i ilâhiyeye getirdi; Cenâb-ı Hakk’a teveccühün lüzumuna değindi ve tatlı bir üslupla mesleğimizin esaslarını zikretti. Telefonu kapatınca “Belki biraz daha yumuşak, takdir edici ve şevklendirici bir tarzda konuşabilirdim!..” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: Neyin rıza-yı ilahîye muvafık olduğunu, hangi amelin Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazandıracağını ve saflar arasında nerede bulunmanın bizi O’nun rızasına taşıyacağını bilemeyiz. Biz hep niyetlerimizi tashih etmeli ve şurada-burada görünmeyi değil, hâlis bir kul olmayı hedeflemeliyiz.
Bir insan vardır ki, cephede ilk safta durur; fakat niyeti hâlis değildir. Onun maksadı sadece arz-ı şecâat etmek, cesaretini herkese göstermektir. Şahsî bir kısım planları vardır, onları gerçekleştirme kasdıyla, kendi hesapları için koşar; kendini ifade etme düşüncesiyle öne atılır. Önde koşuyor gibi görünür; heyhat ki, aslında gönlüyle gerilerin de gerisindedir. Kimisi de vardır ki, her nasılsa ayaklarına bir pranga vurulmuş ve olduğu yerde kalakalmıştır. Hak yolunda şevkle koşanları hicranla seyretmekte ama kendisi onların yanında bulunamamaktadır. Zâhiren geridedir, en arka saflarda görünüyordur; fakat onun gönlü hep aşkla hizmet edenlerle beraberdir; yüreği onlar için çırpınır durur. “Aralarında bulunamadım, bari onlara dua edeyim!” der; başını yere koyar, Mevlâ’ya yalvarır ve gözyaşı döker. İşte, bu kalb insanı, en gerilerde görünse bile hakikatte ve Hak katında en ön safta yer almakta ve cephedekilerle beraber gazâ sevabını paylaşmaktadır.
Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in beyanını hatırlayın! Söz Sultanı, cihada gittikleri bir sefer esnasında yanındaki ashabına diyor ki: “Medine’de kalan öyle insanlar vardır ki, geçtiğiniz her vadide ve yürüdüğünüz her mesafede onlar sizinle beraberdirler. Hastalık onları Medine’de hapsetmiştir.”
Demek ki, şayet bir insanın gönlü hizmet heyecanıyla dolu ise, o, herhangi bir sebepten dolayı arkada kalmış olsa da, niyetinin hulûsuna binâen en öndekilerden biri gibi kabul edilecek ve onların aldığı sevabı alacaktır. Bu açıdan, neyin ve nerede durmanın rızâ-yı ilâhiye muvafık olduğunu biz bilemeyiz. Kadirşinas vicdanlar bu konuda bazı şeyler söyleyebilir ama onlar da kesin hüküm veremezler. Onun için insan önde durur, aslında çok geridedir; ortada bulunur, bel- ki de işin içinde bile değildir, bazen de çok geride görünür, fakat en öndekilerle beraberdir.
Meselâ; bir insan, mescide saatler önce gelmiştir. İlk safta oturma ve ilk safın sevabını alma onun hakkıdır; cami adabı da bunu gerektirir, evet, kim önce gelirse ön safta oturmaya o hak kazanır. Fakat o kalkar sessizce geriye çekilir, arkada bir safta durur; bir başka mü’min kardeşinin ilk safa geçmesine, hutbeyi rahat dinle- mesine ve gereğince istifade etmesine imkân tanır. “Yeter ki, anlatılanları daha iyi anlasın; varsın ilk safın sevabını o alsın! Kim bilir, Cenâb-ı Hak onun hürmetine beni de bağışlar.” der ve arkaya çekilir.
İşte, böyle bir insan, geride de dursa öndedir. Hep önde görünmek için, ille de görülebilecek bir noktada durma ve kendini ifade etmek için uygun bir konumda bulunmaya çalışma, hafizanallah, uçurumun kenarında dolaşma demektir. Bu şekilde kendini tehlikeye atan ve manen ölüme yürüyen bir adam da –bütün parmaklar onu işaret etse bile– gerilerin tâ gerisindedir. İşte, bu mülahazalardan dolayı telefondaki arkadaşımıza çok şirin konuşmadım. Kimse hakkında sû-i zan etmem; her öndekinin aslında sadece “görünen” biri olduğunu hiç düşünmem. Çünkü öyle bir düşünce kalbin gıybeti sayılır ve günah olur. Fakat dostlarımın yanlış fikirlerin ve kirli duyguların tesirine girmelerine de rıza gösteremem. Mesela, o kardeşimizin, çok önemli kimseleri pek mühim bir hizmete götürüyor olduğunu düşünsem ve bundan memnun olsam bile, neyin Allah rızası için olduğunu tam bilemediğim için “temkin” tembihinde bulunmayı da ihmal edemem.
Ey ihsan ve keremi bol Rabbim! Gönüllerimize öyle bir haşyet duygusu sal ki, sanki Seni görüyormuş gibi olalım, hep Senin tarafından görülüyor olma şuuruyla oturup kalkalım. Kalblerimiz haşyetle dolsun, taşsın ve biz hep Senin rızana koşalım! Evet dostlar, İki gün önce bir gazetede, Londra’da yapılan “Değişen İslâm Dünyası: Fethullah Gülen Hareketinin Katkıları” isimli konferansla ilgili bir haber vardı. Haberin başlığı “Dünya Gülen’i Konuşuyor” şeklindeydi. Buraya kadar arz etmeye çalıştığım söz- leri aziz Hocamızdan duyunca, gayr-i ihtiyarî dudaklarımdan şu cümle dökülüverdi: “Dünya onu konuşuyor, o da hep Allah’ı…”
Osman Şimşek’in “İbretlik Hatıralar” adlı kitaptan
tweet