Kur’an-ı Kerim’de 24 defa geçen ‘Ehl-i Kitap’ ifadesiyle özellikle Hıristiyan ve Yahudiler kast edilir. Kur’an-ı Kerim’deki bu ifadelerin siyak sibakı değişiklik arz etmektedir. Bazı ayetler Ehl-i Kitabı salih amelleri ve ahirete iman etmeleri sebebiyle överken (3/113), bazıları ise Ehl-i Kitabı Allah’ın yolundan ayrılmaları sebebiyle it’ab etmektedir (3/99). Bu tür ayetlerin bazıları Ehl-i Kitabı Müslümanlar ile aralarında müşterek bir sözde karar kılmaya davet eder (3/64). Diğer bazı ayetler ise Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki yakınlığa dikkat çeker (5/82). Müslümanlar ile Ehl-i Kitap yani Hıristiyan ve Yahudiler arasındaki ilişkiler Müslümanlar arasında asırlarca tartışma konusu olmuştur. İslam’ın Ehl-i Kitapla birlikteliğe yönelik yaklaşımı doğrudan Kur’an-ı Kerim’deki şu meşhur ayete dayandırılmaktadır:
1980’li yılların başlarından beri dinler arası anlayışın öncülerinden olarak bilinen Gülen, İslamın dinler arası diyaloga yaklaşımının temelini ortaya koymuştur.
Bu başarının tam önemini takdir edebilmek için, Gülen’in konuya bakış açısını iyi anlamak gerekmektedir. Dolayısıyla bu makalede önce bu mühim İslam düşünürü batılı okuyuculara tanıtılacak, daha sonra da kendisinin modern çağda günümüzün başlıca dinlerinin yüzleşmesi konusundaki fikirleri ortaya konulacak, özellikle de Müslüman-Hıristiyan diyaloğu üzerinde durulacaktır.
1960’lar ve 1970’lerde Edirne, İzmir ve İstanbul’daki Cuma vaazlarını dinleyemeye gelenlerin sayısı giderek artıyordu. Genç bir gezici vaiz İslam’ın geleneksel değerlerini, dinleyicilerin birçoğunun devam etmekte olduğu üniversitelerde verilen bilim ve kültür eğitiminin öneminin bilincinde olan bir söylemle anlatıyordu. Gülen’in kendisi geleneksel medrese eğitiminden geçmişti.
11 Kasım 1938 Erzurum doğumluydu. ‘Küçük Dünyam’ adlı kitapta belirttiği gibi, daha gençliğinde yeni Türk kimliğini benimsemiş olmakla beraber, Hazret-i Peygamberin ashabının hayat tarzını modern hayata tatbik etmenin yollarını arıyordu.
Onun bu çizgisinde Erzurum’da tasavvufi çevrelerle yakın irtibatta olan babasının yanı sıra, yirminci yüzyılda giderek artan bir ilgiye mazhar olan Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinin dindarlık anlayışı ve dualarının da rolü büyüktür. Aslında yirmili yaşlarının başlarında Gülen, Said Nursi’nin eserlerini okumaya başlamıştı ve bu tecrübe onun kendi düşüncelerini geliştirmesinde küçümsenemeyecek bir yere sahiptir.
İlk Kur’an hocası annesi Rafia Hanım olup, mahalli ilkokula devam etmenin yanı sıra, Kadiri tarikatına mensup Muhammed Lütfi Efendi’den ders almıştır. Bu zatın biyografisi hakkında fazla bilgi sahibi olmamamıza rağmen Gülen için ilham kaynağı olduğu aşikârdır. Onda tüm hayatını İslami değerleri yaşamaya adama fikrini uyandıran Muhammed Lütfi Efendi olup, hâlâ kuvvetli bir hafız olan Gülen,
Kur’an-ı Kerim’i onun hocalığında hıfz etmiştir. Nakşibendi tarikatıyla birçok kanaldan irtibatı bulunan babası Ramiz Efendi’nin de Gülen’in üzerinde büyük etkisi vardır. Onun ilk Arapça hocası olan babası, oğlunun klasik İslam düşünürlerinin dünyasının daha derinine inmesine vesile olmuştur.
Hasan Basri, Haris el-Muhasibi, İmam-ı Gazali ve Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi eski İslam büyüklerinin fikirlerine ek olarak Ahmed Faruki Sırhindi ile Şah Veliyullah Dıhlevi gibi çağımıza daha yakın Hintli yazarlar ile Victor Hugo, William Shakespeare ve Honore de Balzac gibi yazarları da okumuştur.
Gülen için Ahmed Sihrindi’nin yazdıkları önemliydi, zira bu yazar İslâmı Hz. Peygamberin hakiki ruhuyla yaşama hususunu vurguluyordu. Sirhindi, Nakşibendi geleneğinden geliyordu. Mektuplarının ve diğer yazdıklarının çoğu eski Nakşibendi hocaların daha ezoterik metotlarından ziyade, bu geleneğin manevi öğretisinin Peygamber yoluna sebatla bağlılığa önem vermekle yenilenmesine yönelik idi.
Hatta Gülen uzun süre boyunca bu kıymetli alimlerin kitaplarını, mesela Sirhindi’nin başyapıtı Mektubat’ı kendi öğrencilerine okuttu. Sirhindi tasavvuf geleneğini terk etmek yerine, onu yaşadığı zamana göre yenileme yoluna gitmişti. Bu fikir Gülen’in ilgisini çekmişti. Sihrindi’nin öğretilerini birebir takip etmiyorlardı, zira asıl ilham aldıkları yönü onun Hz. Peygamberin sünnetini ihya etme hususunu her nevi terakkide esas kabul etmesiydi.
Bu bağlamda, Sirhindi’nin eserlerinde incelediği başka bir konu da kardeşlik (hıllet) düsturuydu. Yohanan Friedmann bu kavramın Sihrindi için esas teşkil ettiğini açıklıyordu. Friedmann’a göre Sihrindi her bir müminin diğerine Hz. İbrahim’in Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem arasındaki gibi bir manevi bağla ve tasavvuftaki ‘hıllet’ düsturuyla bağlı olması gerektiğini düşünüyordu.
Daha sonra Friedmann şöyle devam ediyordu: ‘Aşkın en yüksek tezahürü olan bu dostluk dünyasının yaratılmasına ve varlığının devam etmesine vesile olan temel etkendir. Esasen bu Halilullah ünvanı Hz. İbrahim’e aitti. Hz. İbrahim bu yüce makama ulaşınca herkese imam olmuştu. Hz. Muhammed’e de (sallallahu aleyhi ve sellem) onun yoluna tâbi olması emredilmişti.’
Aşağıda bahsedileceği üzere bu düşünce zamanla, Hz. İbrahim’in dinine tâbi olan herkesle, İslam ümmeti haricinde olan Ehl-i Kitapla bile bir bağ kuran, içlerinde Bediüzzaman Said Nursi ve Fethullah Gülen gibi manevi liderlerin de bulunduğu birçok mühim şahsiyete ilham kaynağı olacaktı.
Gülen’in, Şah Veliyullah Dıhlevi’den geleneksel İslam mistisizminin (tasavvufun) modern dünyadaki rolününe dair bilgi edindiği de söylenebilir. Bilhassa Şah Veliyullah, Müslüman düşünürlerin geçmişin tasavvuf üstadlarından öğrendiklerini geleneksel İslami öğretilerle yoğurmaları gerektiğini ısrarla vurgulamıştı. Diyordu ki: ‘Kur’an ve sünneti bilmeyen mutasavvıflar ve mistisizme ilgi duymayan alimler; dinin haydutları, hırsızlarıdırlar.’
Daha yakın zaman itibarıyla, Gülen’in yetiştiği tasavvufi çevrelerde, Bediüzzaman Said Nursi’nin kitapları yaygın şekilde okunuyordu. Bediüzzaman’ın eserleri, özellikle de Risale-i Nur yirminci yüzyılın ortalarında Buhari ve Müslim’in hadis klasiklerinden sonra en çok okunan eserler haline gelmişti.
Gülen, ilk defa 1950’lerin ortasında memleketi Erzurum’da Bediüzzaman’ın talebeleriyle tanıştıktan sonra risaleleri okumaya başlamıştı. Bu talebeler yeni gelişen Risale-i Nur hareketinin belkemiğiydi.
Gülen bu harekete resmiyette katılmayıp, dolayısıyla da tam anlamıyla Bediüzzaman’ın takipçisi olmamakla beraber, yine de onun fikirlerini özellikle de 1960’ların başlarında Edirne’de vaizliğe başladığında kendi vaazlarına yansıtmaya başlamıştı.
Zeki Sarıtoprak & Sidney Griffith, The Muslim World, Temmuz 2005 Özel Sayısı
tweet