Dil, Medeniyetin Kristalize Olmuş Şeklidir
Türkçe, yüzyıllardır birçok sözlü ve yazılı sanat eseriyle varlık kazanmış, varlığını belli bir seviyeye getirmiş, günümüzde dünyanın en çok konuşulan dillerinden biridir. Türkçeyi önemli kılan, sadece onu konuşan insanların dünya nüfusundaki oranı değil; bir dil olarak taşıdığı edebî zenginlik ve estetik birikimdir.
Bugün dünyada edebî ve estetik nitelik olarak belli bir seviyede bulunan bütün dillerin arkasında o dili taşıyan, eserleriyle o dilin geçmişinden geleceğine köprü olan güçlü kalemlerin izi vardır. İnsanlık tarihinde nice diller vardır ki kendilerini omuzlayıp taşıyacak güçlü kalemler bulamadıklarından yok olup gitmişlerdir. Türkçe, kendisine sahip çıkılan ve her gelen nesille bir üst noktaya taşınan diller arasında olmakla ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Türklerde yazı kültürünün çok gelişmediği şeklinde kabul gören bir tez olsa da bin yılı aşkın bir süredir Türkçenin dünyaya takdim edebileceği oranda edebî seviyesi yüksek eserler meydana getirilmiştir. Ancak özellikle son iki yüzyılda Türkçe etrafında meydana gelen medeniyetin kan kaybetmesi sebebiyle Türkçe de ciddi bir kan kaybına uğramış, ona adeta düşmanca saldıran; edebî ve estetik niteliğini bozmaya ahdetmiş kalemlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Medeniyetler, kendilerini ilk etapta sanat eserlerinde ifade ederler. Şekil verdikleri gündelik hayatı da bu sanat eserleri etrafında biçimlendirmeye çalışırlar. Osmanlı medeniyetinin adeta vitrini mahiyetinde olan İstanbul, bu özelliğini Osmanlı sanatının merkezi olmasından dolayı kazanmaktadır. Medeniyetlerin kendilerini ifade ettikleri alanlardan biri de dil olduğundan Türkçenin Osmanlı medeniyetinde kazandığı seviye adeta Osmanlı medeniyetiyle paralel bir şekilde çok yüksek bir noktayı tutmuştur.
Türkçenin tarihine bakıldığında her yüzyılda bu dili omuzlayıp taşıyan bazı kalemlere rastlanır. Türkçenin her yüzyılı adeta bu dilin sütunları vazifesini gören bazı kalemler üzerinde yükselmektedir. Ne var ki, yukarıda ifade edildiği gibi, yaklaşık son iki yüzyılda bu sütunların sayısı hayli azalmış, öyle zaman gelmiş ki sütunlardan çok, bu sütunlara düşman insanlar var olmuştur. Türkçenin günümüzdeki durumuna bakıldığındaysa birkaç açıdan çok iç karartıcı manzaralar gözlemlense de bazı noktalardan da ümitvar olmayı gerekli kılan hadiseler yaşanmakta, edebî ve estetik yönü kuvvetli eserler görülmektedir. Günümüzde, gerek ortaya koyduğu eserlerle gerekse Türkçenin meseleleri hakkında ileri sürdüğü fikirlerle Türkçenin bayraktarlığını omuzlayan kalemlerin önde gelenlerinden biri Fethullah Gülen’dir. Gülen’in Türkçenin bayraktarı olma durumunu tam olarak anlayabilmemiz için onun dil düşüncesine, Türkçe sevgisine ve eserlerinde Türkçeyi kullanımına bakmak gerekmektedir.
Fethullah Gülen’in Dil Eğitimi
Fethullah Gülen, geleneksel eğitimin zengin dünyasından istifade eden son temsilcilerdendir. Arapça ve Farsçayı gençlik dönemindeki eğitiminde öğrenmiş; böylece Türkçenin Osmanlı döneminde kazandığı seviyenin dayanak noktalarından olan iki önemli kaynağa vukufiyet kazanmıştır. Öyle ki 1963 yılında Erzurum’da Hazreti Mevlana ile ilgili katıldığı bir konferansa beyitlerin önce Farsça şeklini okuyup ardından şerh edince üniversitede akademisyen olan diğer katılımcılar büyük şaşkınlık yaşar ve hayranlık duyarlar. Onun genç yaşta aldığı dil eğitiminin seviyesinin diğer bir örneğini Edirne’ye ilk gittiği günlerde görmek mümkündür. Edirne’ye gidip müftülükten bir vazife isteyince o dönemde müftü vekili olan zat, Gülen’e bir fıkıh kitabı uzatarak okumasını ve açıklamasını ister. Gülen’in okumasından sonra ise gençliğine rağmen Arapça bilgisinin karşısında takdirini dile getirir. İşte daha yirmili yaşların başında Arapça ve Farsçayı vukufiyet derecesinde öğrenmesi, onun Türkçenin zengin dünyasını keşfetmesine de çok önemli bir zemin hazırlamıştır. Osmanlı medeniyeti, nasıl ki ulaştığı her yerden kendine bir şeyler katarak ve bünyesine kattığı şeylere kendi rengini vererek cihanşümul bir medeniyet haline gelmişse Türkçe de bu çerçevede cihanşümul bir keyfiyet kazanmıştır. Gülen’in Arapça ve Farsçayı bu seviyede bilmesi, onun Türkçenin bir medeniyet dili hâline gelirken beslendiği iki ana kaynağı kavraması adına önemlidir. Bu iki ana kaynağa vukufiyeti ayrıca, Gülen’in bayraktarlık kimliğinin de önemli göstergelerindendir. O, bu dil birikiminin yanı sıra gerek geleneksel eğitimin verdiği kapsamlı bilgi birikimiyle gerekse kendi tecessüsüyle hem İslâm medeniyetinin hem Batı dünyasının edebî ve ilmî eserlerini okumuştur. Böylece dilin edebî ve estetik bir çerçevede kullanımını yakından görmüş ve kendinde bu yönde bir hassasiyet oluşmuştur. Gülen’in yaptığı şu değerlendirmeler, onun hem Türkçenin güzel kullanımıyla ilgili nasıl bir dikkate sahip olduğunu hem bu güzelliği fark edecek birikrimi taşıdığını hem de engin okuma dünyasını göstermektedir: “Yahya Kemal, Türkçeci ve dili en iyi kullananlardan birisidir. Necip Fazıl’ın ifadesine göre dil bir renk zemzemesi hâlinde onda ifadesini bulmuştur. Ama, Yahya Kemal’in de gramer hataları vardır.” “Elmalılı Hamdi Yazır, Kâmil Miras, Ahmed Naim, Mehmed Zihni, Namık Kemal ve A. Cevdet Paşa gibi alim ve düşünürler, Türkçeyi çok güzel kullanırlar. Fakat içlerinde en iyileri, Ahmed Cevdet Paşa’dır.
Namık Kemal’in nesirleri de güzeldir; fakat manzumelerinde öylesine âteşîn mısralar vardır ki, şiirleri içinde bunlar kendilerini âdeta inci, mercan gibi hissettirir…
Filibeli’nin muhakeme ve ifadeleri çok güçlüdür. M. Ali Ayni de öyledir. M. Ali Ayni, Tevfik Fikret’i çok tenkid etmiştir. Bütün bunların yanı sıra Şemseddin Günaltay’ı da kulak ardı etmemek gerekir. Ayrıca, Elmalılı’nın Metalib ve Mezahib isimli tercüme eserinin başına kendi el yazısıyla yazmış olduğu yazı beni çok etkilemiştir. Onu okurken insan kendisini bir çağlayanın kıyısındaymış gibi hisseder.”
Türkçenin Meseleleri Karşısında Fethullah Gülen
Cumhuriyet dönemiyle beraber sosyal ve siyasal hayatın birçok alanında gözlemlenen değişim ve dönüşümler kültürel alanda da uygulamaya konulmak istenmiştir. Bu kapsamda operasyona uğrayan alanların başta gelenlerinden biri Türkçedir. Osmanlı’nın son yıllarında Türkçenin edebî eserlerde sade bir dil olarak kullanılması şeklindeki tez, Cumhuriyet döneminde sadeleşme hareketiyle adeta Türkçenin derisinin ve etlerinin soyularak iskelet hâlinde kalması şeklindeki tuhaf bir teze dönüşmüştür. Bir yandan sadeleşme çabaları gerek resmî kurumlar gerekse bu işi gönülden destekleyen edebiyatçılar vasıtasıyla yürütülürken bir yandan da özellikle 1980’li yıllardan sonra medyanın toplumsal alandaki etkinliğinin artmasıyla Türkçenin zengin birikimi ve estetik güzelliğiyle kullanımı şeklindeki hassasiyet büyük oranda kaybolmuştur. Fethullah Gülen, dilin bir medeniyeti oluşturan aslî unsurlarından olduğunu belirterek dil üzerinde bu kadar hoyratça hareket edilmemesini belirtir ve Türkçenin korunması ve geliştirilmesiyle ilgili önemli tespitlerde bulunur.
Gülen, milleti millet yapan değerlerin ancak dil vasıtasıyla ortaya konulabileceğini, aksi durumda birtakım yüksek hakikatlerin anlatılmasının mümkün olmayacağını belirtir: “Biz dinimizi korumanın yanı başında, dilimizi de korumak mecburiyetindeyiz. Dinî ve millî değerlerimizi dilimiz vesilesiyle tanıtıyor, dinimizi onunla anlatıyoruz. Türkçe dokuz asırdan beri bu topraklar üzerindeki halk tarafından konuşulagelen bir dildir. Bu dilde her biri birer cevher olan oturmuş kelimeler vardır. Onlara yüklenen çok derin mânâlar geçmişten geleceğe uzanan birer emanettir. Bugün konuştuğumuz dil, nesiller boyu sessiz sessiz hafızalarımıza yerleşen ve ruhlarımıza nakşedilen duygu ve düşüncelerin nakil vasıtasıdır; usta şair ve yazarların ortak gayretlerinin ürünüdür.”
Gülen, dilin bir medeniyetin taşıyıcı unsuru olma gerçeğinden hareketle, dile sahip çıkılmasını aksi takdirde nesiller arasındaki bağın tesis edilemeyeceğini belirtir. O, Türkçenin sadeleştirme adı altında tarihî muktesebatının yok edilmesinin rahatsızlığını duyarak bu durum karşısında duyduğu ıstırabı; “Doğrusu, dilimizde çok güzel söz ve kelimeler bulunmasına rağmen, onları terk edip âdeta kendinden kaçarak ve kendi değerlerine karşı saygısız davranarak acayip, tuhaf, yamuk-yumuk, eğri–büğrü ve bizim ağzımıza hiç yakışmayan kelimeleri kullananların hali ruhuma çok dokunuyor. O kadar ki, öz değerlerden kaçış saydığım böyle bir tavırdan dolayı hastalandığım ve belki bir gün boyunca kendime gelemediğim zaman olmuştur.” cümleleriyle dile getirmektedir.
Türkçeye Sahip Çıkmak
Gülen, Türkçenin dil olarak önemini ortaya koymanın yanında ona sahip çıkılmasıyla ilgili olarak da önemli tespitlerde bulunur. Ona göre, “Türkçeyi bir dünya dili hâline getirmek vaciptir; evet bana göre milletçe Türkçeyi öğrenmek vacip , iyi kullanmak sünnet, inceliklerine vâkıf olmak da müstahap mesabesindedir.” “Dilimizi unutmak, millî günahtır.” şeklindeki ifadelerle, Türkçeye verdiği önemi açıkça ortaya koymakta; “Türk dilini bir dünya dili hâline getirin, herkes Türkçeyi sevsin, Türkleri de sevsin ve gelecekte kendi rollerini oynadıkları zaman da, aynı zaman da destek bulsun. Siz yapın bunu.” cümleleriyle de fikirlerine önem veren insanlara bir ufuk göstermektedir. Türkçe’ye herhangi bir önemin ötesinde bir kutsiyet atfeden Gülen, gelecek nesillere verilecek eğitimde Türkçenin öğretilmesi meselesine de ayrıca vurgu yapar. Çünkü onun devamlı olarak hasretini çektiği, sık sık bir hasret olarak dile getirdiği husus, Türk milletinin geçmişte olduğu gibi dünya muvazenesinde bir denge unsuru olmasıdır. Onun Türkçede gördüğü bu kutsiyet, kaydedilen bu durumla ilgilidir. Gülen, sadece siyasî ve sosyal alanda değil kültürel alanda da dünyada bir denge unsuru olmayı, dili başka milletlerce belirlenen değil, başka milletlerin dilleri arasında bir muvazene unsuru olan dil olmayı istemektedir.
O, ayrıca Türkçeyi nesiller arasında yüksek hakikatleri aktaran önemli bir zincir olarak görmekte, bu zincirde meydana gelebilecek bir kesintinin sadece dünyevî meselelerde nesiller arası kopukluğu meydana getirmeyeceğini aynı zamanda hakikatlerin öğretilmesi ve eskiden yazılan önemli eserlerin okunup anlaşılması noktasında da sıkıntılara sebep olacağını vurgular. O, bugün içinde bulunulan durumu; ‘Günümüzün insanı, bu üslûpsuzluktan ve dilimizi tahrip eden uydurulmuş kelimelerden dolayı kendi değerlerinden o kadar uzaklaştı ki, bize ait düşüncelerin çok zengince, çok dolgunca ve çok olgunca anlatıldığı kitaplara bile yabancı hâle geldi. Bugünkü nesil bir Türkçe üstadı olan Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirini bile anlayamıyor. Oysa, Arapçada dahi onunkine denk bir tefsir yazılmamıştır; Hamdi Yazır’ın, kendisinden nakillerde bulunduğu büyük müfessir Fahruddin Razi’nin Tefsir-i Kebir’i bile Elmalılı’nın Hak Dini Kur’ân Dili adlı eserinin çapına erişemez. Fakat, neslimiz o kıymetli eseri anlamaktan aciz olduğu gibi, Kâmil Miras, Ahmet Hamdi Aksekili, Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı ve Şemsettin Günaltay gibi dil üstadlarının sözlerini ve Risale-i Nur Külliyatı gibi eşsiz eserleri anlamaktan da uzaktır.’ cümleleriyle ifade ettikten sonra bugünün insanına tekliflerde bulunur.
Devlete ve değişik kültürel platformlara da önemli görevler düştüğünü ifade eden Gülen, reklam metinlerinden işyeri isimlerine kadar geniş bir alanda toplumsal tabakada bir dil hassasiyetinin oluşturulması lazım geldiğini de vurgular.
Gülen’in dille ilgili yapılabileceklerde üzerinde durduğu üçüncü kesim medyadır. Medya mensuplarının yazılarında ve konuşmalarında büyük bir dil hassasiyetiyle hareket etmesi gerektiğini belirten Gülen, dil etrafında bir hassasiyet oluştururken başka insanları kırıp incitmemek gerektiğine de dikkat çeker.
Dilin gelecek nesillere öğretilmesi ve onlarda bir hassasiyetin inşası hususunda Gülen’in yaptığı tavsiyelerden biri de çocuklara şiir öğretilmesidir. Bu husustaki düşüncelerini; ‘Mevzumuzla alâkalı anne-babaların omuzlarına yüklenmiş mesuliyetler de vardır. Bir şiirindeki dinin ruhuna uygun olmayan sözlerinden dolayı bir valisini görevden aldığı rivayet edilen Hazreti Ömer efendimiz, şiirin faziletli kalbi şefkatle doldurup duygulandırdığını söyleyerek, kendi dillerini sağlam öğrenmeleri ve düşüncelerini rahat ifade edebilmeleri için çocuklara şiir öğretmek gerektiğini belirtmiştir. Hafızasında binlerce beyit bulunduğu ve çok güzel konuştuğu nakledilen Hazreti Aişe validemiz de, “Çocuklarınıza şiir öğretiniz; dilleri tatlılaşır” tavsiyesinde bulunmuştur. Dolayısıyla, anne-babalar hem kendileri dili güzel kullanmalı hem de çocuklarına dinlerinin yanında dillerini de çok iyi öğretmelidirler.’ cümleleriyle dile getiren Gülen, dilin kaydedilen bu hususlar gözetildiği takdirde gelecek nesillere sağlam bir şekilde aktarılabileceğini ifade eder. Ancak Gülen, dilin kullanımında da hassas bir çizginin bulunduğunu özellikle dili güzel, doğru ve tarihî zenginliği içinde kullanacağım diye suniliğe de yol açılmaması gerektiğini de vurgular.
Gülen’in kaydedilen bu teklifleri göz önüne alındığında onun dilin ontolojik karakterinin farkında olan biri olarak fertten topluma her alanda bir hassasiyet eğitiminin verilmesi gerektiğini vurguladığı görülmektedir.
Fethullah Gülen’in Dili
Fethullah Gülen buraya kadar kaydedilen dille alakalı düşüncelerini hem konuşmalarında hem kaleme aldığı eserlerde bizzat uygulamıştır. İlk tespit olarak şu belirtilebilir ki onun dili, Türk İslâm medeniyetinin bütün zenginliğini, bu medeniyetin bütün inceliğini, tasavvufun bütün derinliğini taşımanın yanında Türk, Arap ve Fars edebiyatının yüzyıllardır inşa ettiği estetik birikimin tecessüm etmiş şeklidir. Onun dilini “Kur’ânî bir üslubun potasında erimiş; İslâmî hayat tarzının ve ona rengini veren unsurların tesiriyle zenginleştirilmiş, aynı zamanda büyük Türk sanatkâr ve ediplerinin halkasına bağlanabilecek bir Türkçe olarak değerlendirmek gerekir. Türk tasavvuf geleneğinin izlerini de taşıyan bu dil, Türkçenin bu asrın başlarında Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmed Âkif Ersoy, Yahya Kemal, Refik Halid, Reşat Nuri ve Yakup Kadri gibi temsilcilerinin elinde ulaştığı seviyenin devamı gibidir. Bu da sanırım Hocaefendi’nin, zengin bir medeniyetin, geleceğe ancak onu ifade etme kudretine mâlik bir dil ile taşınabileceği yolundaki titiz inancının ürünüdür. Bunların ya nında, Hocaefendi’nin, Türkçe’de kendine özgü tasarrufları, terkipleri, sıfat ve isimlendirmeleri de vardır.”
Gülen’in Türkçeyi kullanım biçimiyle ilgili tespitlerini ortaya koyacak olursak;
Gülen, hatipliği yanında kalemiyle de Türkçeyi ne kadar hassasiyetle kullandığını göstermektedir. O, ilk örneklerini Servet-i Fünun’da gördüğümüz resmi adeta konuşturan resim altı şiir ve yazı türünün günümüzdeki en önemli temsilcisidir. Gülen, bu edebî türde örnekler ortaya koymuş olmasının yanında bu yazıları yazarken Türkçeye de ayrı bir ufuk kazandırmaktadır.
Gülen’in kitaplarında da Türkçenin büyük bir zenginlikle ve yüksek bir estetik çerçevede kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışma esnasında farklı konulara yoğunlaşan kitaplarında kelime sayımı yaptığımızda onun bu zengin kelime dünyasıyla karşılaşmak mümkün oldu. Şöyle ki Buhranlar Anaforunda İnsan, Sonsuz Nur, Kırık Testi ve İsmail Ünal tarafından hazırlanan Amerika’da Bir Ay isimli eser üzerine gerçekleştirdiğimiz kelime sayımında her eserde ortalama 10-11 bin civarında farklı kelime kullanıldığını tespit ettik. Bu rakam, ortalama 300 sayfa civarında olan bir eser için oldukça yüksektir. Edebî kimlikleriyle öne çıkmış, Türkçeyi çok iyi kullanan yazarların eserleri üzerine bu yönde bir çalışma yaptığımızda Gülen’in kullandığı zengin Türkçe daha açık olarak görülmektedir. Gülen, sadece kullandığı zengin kelime dünyasıyla değil Türkçe üzerinde inşa ettiği üslupla da Türkçe’ye büyük katkıda bulunmuştur. Onun Türkçe’ye kazandırdığı üslubun en önemli özelliği, anlatılan konuyla bütünleşmesidir. ‘Zira yüce ve yüksek hakikatler kendilerine layık bir üslûp ile seslendirilmelidir. İşte olması gereken bu üslûp hocamız tarafından Türkçenin geçmişten günümüze bütün zenginliklerinden istifade edilerek, çağının ses ve soluğunu da yanına alarak geçmişi geleceğe bağlayan köprü olacak bir üslûp şaheseri olarak ortaya konulmaktadır. Böylelikle Türkçenin, düşünce , edebiyat ve metafizik dünyamızın enginliğini aksettirmesi adına ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu fark ettirmekte ve insana “Meğer Türkçe’de ne cevherler varmış!” dedirtmektedir.
Gülen’in zengin kelime dünyasıyla inşa ettiği üslubun yanında kendine has sıfat ve terkipleri de Türkçede önemli bir yer tutmaktadır. Bu orijinal sıfat ve terkipler, ayrı bir çalışmanın konusu olacak kadar ciddi bir yekun tutmaktadır.
Sonuç
Türkçe, günümüzde hem gelişen teknolojik dünyanın ve medyanın İngilizce hakimiyeti altında olması hem de şuursuz nesiller sebebiyle adeta derisi yüzülmüş ve etleri kemiklerinden ayrılmış bir haldedir. Sahip çıkılmadığından bazı yönleriyle kötüye doğru gittiği de varsayılabilmektedir. Ancak bir yandan dünya çapında Türkçe olimpiyatlarının düzenlenmesi bir yandan da Türkçeye Türk İslâm medeniyetinin taşıyıcı unsuru olarak sahip çıkan insanların sayısının artması, bu karanlık tabloda Türkçe adına bir ümit olmaktadır. İşte bu noktada Fethullah Gülen, hem Türkçenin meseleleri karşısında takındığı tavırla, verdiği tavsiyelerle hem de Türkçeyi kullanma biçimiyle Türkçenin geleceğe uzanan çizgisinde çok büyük bir dönüm noktası olarak durmaktadır. Geçmişten geleceğe Yunus Emre’nin Fuzuli’nin, Şeyh Galip’in, Mehmet Akif’in Türkçe için yaptığı bayraktarlığı Gülen’in 21. asırda yaptığını eserleri üzerine yapılacak kısa bir inceleme bile ortaya koyacaktır. 21. Asrın dilin önemini yitirdiği dünyasında Gülen’in eserleri gelecek nesiller için dönüp güzel Türkçenin nasıl olduğunu görmeleri için çok önemli bir kaynak özelliğini taşımaktadır. Bütün bu tespitlerden dolayı onun 21. asırda Türkçenin bayraktarı olduğunu söylemek bir araştırmanının tabii sonucu olarak kesinlik kazanmaktadır. Eserlerinde Türkçenin bu oranda zengin ve estetik bir çerçevede kullanılıyor oluşu, onun Türkçeye duyduğu sevdayla ilgilidir. Gülen’in sonuç olarak kaydedeceğimiz şu ifadeleri onun bu sevdasını çok açık bir biçimde göstermektedir: “Subjektif bir değerlendirmemi de arz etmek istiyorum: Benim eskiden beri Türkçeye karşı ayrı bir sevgim, hatta özlemim vardır. Meselâ bana Arapça -ki Kur’ân dilidir- ile Türkçe arasında, her iki dilde de aynı ölçüde yazı yazma kabiliyeti verilseydi, ben Türkçeyi seçer ve Sultan’üş-şuara Bâki’nin şâirâne ifadesini, Şeyh Galib’in mânâdaki derinliğini, Mehmed Akif’in samimiyetini satırlarım arasında cem etmek isterdim, ama heyhât!…
Hasılı, geleceğe emin adımlarla yürüyen Türkiye ve Orta Asya dünyası, Türkçeyi mutlaka dünya dili hâline getirme mecburiyetindedir.”
Emre Eren
Yağmur Dergisi Sayı:36
tweet