Resulullah’a sevgi ve saygının bir diğer ifadesi onu anış tarzında ortaya çıkar. Hocaefendi bu noktada cidden müstesna bir hal ortaya koyar: “Efendimiz âli unvanlarıyla anılmalı ve anlatılmalı” (FF. 1, 306) der ve bu inanana uygun olarak, Allah elçisi Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu vesselâm’dan bahsederken, onu başka kitaplarda mûtad olarak rastlanan “Efendimiz”, “Peygamberimiz”, “Allah Elçisi”, “Resulullah” gibi herkesçe bilinen bazı vasıflar dışında pek çok farklı unvanlarla anar. O, böylece bir açıdan Efendimize olan sevgi ve saygısını ifade ederken, bir diğer açıdan Resulullah’a bakış ufkunun genişliğini ifade eder.
Nitekim, bu vasıflardan birini diğerine tercihte, çoğu kere siyak ve sibakın tesirini görmek mümkün oluyor. Resulullah’ın kastedildiği bu ünvanlardan en ziyade rastlanan bir kısmını buraya kaydetmek istiyoruz:
Habib-i Ekrem Efendimiz, Resulü Ekrem Efendimiz Hazretleri, Allah Resulü, Hz. Sahibi Risaletpenâhileri, Peygamberler Sultanı, Nebiler Nebisi, Cevami’u’l-Kelim Sahibi, Efendiler Efendisi, Muvâzene Sultanı, Zaman ve Mekanın Efendisi, Nebiler Serveri, Nebiler Üveyki, Sultannu’s-Sakaleyn Efendimiz, Ruh-u Seyyidü’l-Enâm, İmam-ı İns u Can ve Hatib-i Kevn u Mekân, Andelib-i Enbiya ve Bülbül-ü Kur’an, İstikamet Kahramanı, Tâhir-i Mutahhar, Heykel-i Akl-ı Evvel, Seyyidü’l-Enbiya, Fahru’r-Rüsul, Fahri Kâinât Efendimiz, Sâhibu Muhkemât, Hülâsa-i Mevcudât ve Ruh-u Seyyidi’l-Kevneyn Efendimiz, Kâinatın Efendisi, Hz. Tâhir-i Mutahhar, Mişkât-ı Nübüvvet, Rehber-i Ekmel, Muhammedu’l-Emin, Meleklerin dahi yüzüne bakmaya kıyamadığı Güneşler Güneşi, Ahmed-i Mahmud, Ahmed-i Muhammed, İki Cihan Serveri, Hz. Seyyidü’l-Mâsunîn, Sadık u Masduk, Hz. Seyyidü’l-Beşer, Seyyidü’l-Evvâbîn, Şeref-i Nev-i İnsan, Hz. Seyyidü’l-Beşer, Hz. Ferîdu Kevn u Zamân Efendimiz, Şeref-i Nev- i İnsan ve Ferîd-i Kevn u Zaman, Hz. Sâhibu’l-Kur’ân, İnsanlığın en Emini Muhammedu’l Emin Efendimiz aleyhi ekmelü’t-tahiyyât, Dürr-i Yekta, İbrahim’in Duası, İsa’nın Müjdesi, Doğruluğun Andelib-i Zişanı, Sadâkat Timsali, Zât-ı Risalet Penâhî(leri).
Bu konu ile ilgili olarak not etmek isteriz: Eserlerinde Resulullah’ı anarken “hazret” kelimesini bile telaffuzdan sistemli şekilde kaçınmaktaki Cemil Meriç’in kendi açıklamasını da okuyucusuna aktaran Hocaefendi, bu tavrını biraz kapalı bir üslubla “sürekli dalgalanan” bir şahsiyet olmasıyla açıkladıktan sonra, Necip Fazıl’ın, Efendimizi her seferinde, onun fazilet ve büyüklüğünü ifade eden değişik bir tabirle andığını takdiren belirtir. Sonra da Yunus Emre gibi aşkla “Muhammedim” Ebu Hüreyre (r.a.) gibi ileri bir muhabbet ve sevgi ile “Halilim” denebileceğini de not eder. Bu konuda İmam-ı Rabbâni’nin de hassasiyetine dikkat çeken Hocaefendi bu büyüğümüzün en ziyade: “Aleyhi Ekmelü’t-Tehâya” duasını kullandığını belirtir (FF. 1,306-307). Resulullah’a olan sevginin derecesi, Aleyhissalâtu vesselâmı tanımanın derecesiyle paralel olmalıdır. Kur’ân’ın nassı ile, mü’min, herkesten ziyade sevmek zorunda olduğu peygamberini (Ahzâb 33/6) Allah nezdindeki makamı, mahlukat içindeki ve bahusus diğer peygamberler içindeki yeri, dindeki yeri yeterince bilinse muhakkak ki o, daha ziyade sevilecektir. Hocaefendi, Resulullah’ı pek çok yönleriyle tanıdığı için onun Peygamber sevgisine yetişebilenler de oldukça az olmalıdır. Yukarıda kaydettiğimiz saygı ve sevgi ifadelerinin televvünü ve çokluğu mezkur mârifetin derinliğine, zenginliğine delil kabul edilebilir. Hocaefendi’nin Resulullah hakkında kullandığı başka tavsîfât da var. Birine göre Aleyhissalâtu vesselâm’ın “Başı zaman ve mekan üstü”dür (SN. 1,55). “(Mi’rac’a temas eden) sahih rivayetlerde “gitti-geldi, yatağı hâla sımsıcaktı” gibi ifadeler göstermektedir ki, sanki zaman bütünüyle aşılmış da, bu seyahat öyle gerçekleşmiş” (KIY. 2, 276). Resulullah’ı sevginin kaynağı olan anlamada zirve bir tespit; “ondaki nazar ve kadem vahdeti”dir. Resulullah hakkında “Allah’dan başka ne derseniz hepsi gider” de bir tespittir ama “ondaki nazar ve kadem vahdeti” tesbitinin pek gerisindedir. Evet Resulullah hakkındaki bu müthiş tespit şöyle: “Efendimize ait ayrı bir derinlik de, Ondaki nazar ve kadem vahdetidir. Gözü nereye ulaşmışsa nazarı nereye uğramışsa ayağını oraya basabilmiş ve ortaya attığı düşünceleri hemen tatbik edebilmiştir” (SN. 1,444). Resulullah’ın Mi’raç esnasında bindiği Burak’ın sürati hususunda “gözünün değdiği yere ön ayaklarını atardı” şeklindeki bir tavsifin, Aleyhissalâtu vesselâm’ın başarısına, uzun vadeli planlayıcılığına taşınarak nazar-kadem vahdetinden söz edilmesi bize şunu söyleme cesareti vermektedir: Faaliyet plan ve programlarını uzun vadeli ve çok önceden yapmak ve plan hedeflerine eksiksiz ulaşmadaki başarısının sırrını Hocaefendi, Resulullah’ın “nazar-kadem vahdeti” sünnetinden almış olmalıdır. Prf. Dr. İbrahim Canan’ın “Fethullah Gülen’in Sünnet Anlayışı” adlı kitaptan