Gülen sakin ve cilalı konuşmalar yapan birisinin tam zıddıdır. Koltuğuna öylece oturup durmaz; bir yandan ileri geri giderek kıyafetlerini düzeltir, bir yandan da gergin, heyecanlı bir şekilde konuşur ve duyguları onu çoğu zaman ağlatır. Eğer bir kimse heyecan dolu yüz ifadelerine aldırmıyor ve sadece söylenen mesajı yakalamaya çalışıyorsa; ki bu Gülen’in eski, hemen hemen terk edilmiş bir dil kullanması nedeniyle çoğu zaman kolay olmaz, geç kalmamak için acele etme dürtüsüyle karşı karşıya olduğu gibi içinde bir rahatsızlık ve zamanın akıp gideceği hissi vardır. Şu halde bu gerginlik ve acelecilik niye?
Gülen’e göre herhangi bir kimsenin Allah’ın hizmetinde bir şey başarabilmesi için sadece tek bir hayatı, tek bir fırsatı vardır. Bir kimse bu mesajı ciddiye alarak kendini Allah’ın yolunda feda ettiğinde yaşayacak, aksi taktirde kaybolup gidecektir. Gülen’in heyecanının nedeni insanların bu fırsatı yakalayıp kavrayarak ebedî hayatlarını kazanmayı seçmelerini sağlama arzusudur.
Gülen bu ideali ‘aksiyon insanı’ olarak adlandırır. Aksiyon’un Fransızcadan geldiğini, hamle veya hareket anlamında olduğunu ileri sürmektedir. Bu ideali benimsemiş bir insan, asla mevcut olanla yetinmeyen bir insandır. Böyle bir insan, bu dünyayı cennete çevirene kadar elinden gelenin en iyisini yapmayı âdet edinen ve aynı zamanda daha iyi bir dünya için verdiği mücadeleyi bizzat ölümden başka hiçbir şeyin durduramayacağı insandır.
Gülen ‘İnsan ölür gider, geriye eseri kalır. İnanan insanlar arkadan gelenlere birkaç eser bırakabilmek için durmadan çalışmalıdır’ demektedir. Gülen’e göre ‘Bu hayat, dolu dolu yaşanmalıdır’ ideali bu şekilde çalışmakla başarılabilir. Gülen, bu manâ ve ruhu hayatta tutabilmek için, aşağıda belirtilen beş hususa bağlı kalmayı önermektedir:
1. Fikirler üzerinde mutlaka düşünülmeli ve tetkik edilmelidir. Herhangi bir beyanat veya argüman asla teslimiyetle kabul edilmemelidir. Öz eleştirimiz ve murakabemiz çok önemlidir.
2. Bir gün öleceğimizi asla unutmamalıyız. Ölüm tasvirini fizikî ve müşahhas vasıtalarla canlı tutmalıyız. Daima ölümün farkında olmak, bir kimseyi arkasında kalıcı bir miras bırakmak için çok çalışmaya yöneltir.
3. Asla bu hizmetleri birlikte yürüttüğün arkadaşlarını yanından ayırma, zira onlar Allah’ın cemaatini oluştururlar.
4. Sizi münevver kılacak kitapları okumayı asla bırakmayın.
5. Güzel ameller işlemeyi gaye edindiğin insanlarla bağlarını sıkı tutmalısın.
Bu insanlarla o zamana kadar yaptıklarını mütalâa ve gelecekte ne yapabileceğini müzakere etmenle, hizmetlerinin değeri artacaktır. Allah güzel iş yapmak için bir araya gelenleri mesut kılacaktır. Birbirine bağlı bu işleri yerine getirmek için gereken düşünce yapısı, tevazudur. Bir görev yerine getirilirken, asla işin kişisel becerilerden hasıl olduğu düşünülmemelidir. Kudretin kaynağı Allah’tır. İnsanoğlu acizdir ve bir mümin her zaman mütevazı olmalı ve asla kendi rahatını düşünmemelidir. Her zaman yetersiz olduğunun ve yapacak daha çok şeyi olduğunun bilincinde olmalıdır. Her bir başarıdan sonra, yeni bir güçle daha fazlasını yapabilmek için Allah’a şükretmeli ve ibadet etmelidir. Her hayır ve güzellik Allah’ın inayetidir, ancak tüm kötülüklerin sorumluluğu ise insanlara aittir.
Gülen, modern toplumda dinî hayatın sadece camilerle sınırlı olmadığına inanmaktadır. Dindarlık, toplumun geniş kesimlerine, özellikle günümüz dünyasında özel bir öneme sahip kurumlara yayılmalıdır. Bu bağlamda eğitim ve ticaret bilhassa önem taşımaktadır.
Akademik hayata önem verilmelidir. Zira önemli görüşler akademik forumlarda teati edilmekte olup burada din de dikkate alınmalıdır. Bunun sonucu olarak da, önemli eğitim kurumları, ne medreseler ne de camiler değil, devlet okulları ve üniversitelerdir. Bu da müminlerin bu kurumları hareket alanı haline getirmeleri gerektiği anlamına gelmektedir. Gülen üniversite eğitimi almış insanlardan hoşnut olmaktadır. Bu şekilde özellikle seküler etkilere açık olan eğitimli, aydın insanlara ulaşma eğilimi, bilim ve din arasındaki ilişkiye dair yapılan tartışmalara verilen önemin bir yansımasıdır.
Gülen taraftarı medyada (Zaman Gazetesi ve Samanyolu Televizyonu) yer alan tartışmaların büyük bölümünde bilim ve dinî inançlar arasında çelişki olmadığı argümanı vurgulanmaktadır. Sızıntı dergisinde yer alan yazılarda devamlı surette bilimin dindarlık önünde bir engel olmadığı ileri sürülmekte ve Enlightenment filozoflarını hatırlatan bir surette bilimsel bulgular Allah’ın büyüklüğünü metheder bir şekilde kullanılmaktadır. Böylece, bilim ilerledikçe insanoğlu Allah’ın kudretine kıyasla kendi sınırlarını daha iyi anlayacaktır. Gülen’in ortaya koyduğu bu bakış açısı, aktivizm ve pietizm’i esas almaktadır.
Giriş bölümünde belirtildiği üzere, onun ‘aktif pietizm’ anlayışı, Türk dinî hayatında yeni bir anlayışı tanımlamaktadır. Bu, Gülen’in öğretilerinin kendisine müspet birer referans noktası teşkil etmeleri nedeniyle tâbi olduğu üç İslamî eğilimle karşılaştırılması suretiyle ortaya konabilir. Birinci ve ana kaynak, geleneksel (Ortodoks) Sünnî İslam; ikincisi Nakşibendi tarikat düzeninin geleneği ve üçüncüsü ise Said Nursi’nin başlattığı Nurculuk hareketidir. Bu üç gelenek ve bunlardan neş’et eden ahlak sistemi, Gülen’in temel ilham kaynaklarıdır.
Bununla beraber her ne kadar Gülen tarafından ilke olarak benimsenmeseler de, bu gelenekler yeni bir dinî öğreti ve tatbikatın başlangıç noktası olarak hizmet etmişlerdir. Gülen’in öğretileri ısrarla, başkalarına hizmeti vurgulamaktadır. Onun ibadet anlayışı, her dindar mümin için temel bir inanç olan hizmet kavramından sâdır olmaktadır. Zekât şeklinde müesseseleşen yardımseverlik, İslamın beş şartından birisidir. Gülen’in hizmeti vurgulaması, geleneksel İslam’a uygun olmanın yanı sıra, asla sona ermeyen güzel işler işleme konusuna verdiği önem bakımından da yenidir.
Geleneksel İslam’da, zekât yükümlülüğünün yerine getirilmiş olmasına ilişkin kesin ve açık bazı kurallar vardır. Böylece müminlerin rahatlık içinde dinlenmesine izin verilmektedir. Gülen ve takipçilerine göre hizmet nihayetsiz olduğundan ve bir müminin rahatlık içinde dinlenmesi söz konusu olmadığından, onlar her zaman ‘başka ne yapabilirim?’ diye sormaya hazırdırlar.
Gülen aynı zamanda, Nurcu hareketinden de etkilenmiştir. 1960 ve 1970’li yıllar arasında liseli ve üniversiteli gençlere yönelik olarak düzenlenen çalışma gruplarında ve yaz kamplarında Said Nursi’nin eseri olan Risale-i Nur yoğunlukla okunmuştur. Said Nursi, Kürtlerin yoğunlukla bulunduğu Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan Bitlis civarındaki bir Nakşibendi aşiretinden gelmektedir. Bununla birlikte, şeyhle müridi arasındaki yakın ve sıkı kişisel bağı esas alan bir sistem olan tarikat geleneğinden kendini daha fazla organize etmek suretiyle ayrılarak, kitaplarının ve yazılarının etrafında kümelenen bir hareketin lideri olmuştur.
Gülen, eğitimini Nakşibendi düzeninden çıkıp gelişen ve dönüşen bu Nurcu geleneğinden almıştır. Böylece ölüm fikri Nakşibendiler (ve diğer tarikatlar) ile birlikte Gülen’in zihnini de işgal etmektedir. Bundan başka Nakşibendilerin şeriata sıkı bağlılıklarıyla bilinmesine karşın, Gülen ve takipçileri Nakşibendilerin hayata yönelik ciddiyetlerini paylaşırlar. Bununla birlikte, manevi eğitim bağlamında Gülen ile Nakşibendiler arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır.
Nakşibendi düzeninin bir üyesi için, Allah’ın birliğine ulaşmada takip edilmesi gereken yol, her şeyiyle belirgindir. Bir Nakşibendi müridine, manevî gelişimini nasıl ilerletebileceği konusunda aşama aşama talimatlar içeren, şeyh tarafından verilen müşahhas rehberliği ve şeyhin açık olmayan, zor konularda müşavirlik etmesi imkânını da içeren açık bir program sunulur. Şeyh, talimatların mürit tarafından doğru bir şekilde yerine getirilmesini gözetir.
Kurtuluşa giden yolun daha belirsiz olduğu Gülen ve takipçileri için olay bu şekilde değildir. Alternatiflerin açık uçlu olmasının sonucu olarak, kurtuluş reçetesi daha müphemdir. Gülen’in takipçileri kurtuluşu, önerilen talimat ve ibadetlerin yerine getirilmesinden ziyade güzel amellerin veya hizmetin sonucu olarak görmektedirler. İçsel kurtuluşa giden yolun daha belirsiz olması ve bundan doğan tereddüdün ortaya koyulan güzel amellerle güçlendirilmesi eğilimi, bu iki yolun birbirini takviye eder nitelikte olduğunu göstermektedir.
İzah edildiği üzere, Gülen’e en yakın geleneğin menşei Nursi’nin öğretileridir. Ancak Gülen, Nurculuktan farklı bir yönde de gelişim göstermiştir. Şerif Mardin’e göre, Nursi, ‘toplumun bireysel görünümünü’ tasvir etmektedir. Bu, inancın tarihte itici güç olarak görüldüğü anlamına gelmektedir. Mardin, Nursi’nin iki temel konu çevresinde merkezlenen bir ‘muhakeme’ ifade ettiğini ileri sürmektedir.
Bunlardan birincisi; Nursi’nin kendisini İslam kültürünün batı ve materyalizm karşısındaki bekçisi olarak görmesidir.
İkincisi ise; topluma mekânik bir şekilde bakmaya karşı çıkarak, bunun yerine her bir kişiyi birey olarak tanıması ve kabul etmesidir.
Toplumun bireysellikten mahrum bırakılmasına karşılık o, toplumun yeniden bireyselleştirilmesi için çalışmıştır. Geleneksel olarak İslamın önemli bir parçasını teşkil eden kişisel yükümlülükler ve sorumluluklara vurgu yapmıştır. Nursi bu yolla, geniş çevrelerde yankı bulan yeni bir davette bulunmuştur. Bu şekildeki bir temsilin, batının değer verdiği anlamda bir bireyselleşmenin ifadesi olmadığı şüphesizdir. Nursi’nin savunduğu yeniden bireyselleşme, bireyler arası ilişkilerin gemeinschaftlich yönlerini esas almaktadır. Mardin’e göre bu esnek muhakeme, Nursi’nin orta ve düşük sınıfta yer alan takipçilerine manevî gelişim, kişisel olgunlaşma, devletin dışında özerk bir sosyal yapı oluşturma ve toplumsal hareketin haritasını sağlamıştır. Bu değerlerle hareket eden Gülen, Said Nursi’nin öğretilerinde önemli bir yorum kaynağı ve vasıta olmuştur. Bununla birlikte Gülen’in çizdiği görüntü, Nursi’ninkinden belirgin bir şekilde ayrılmaktadır.
Gülen, aksiyon adına çağrıda bulunan ilk ve önde gelen bir liderdir. Halbuki Nursi mümini, Allah’ın iradesinin tecelli ettiği bir vasıta olarak kabul etmekte, Gülen için ise mümin, güzel ameller işlemede bir vasıta olarak hizmet etmektedir. Bunun sonucunda, Gülen’in hareketi sadece kendi içsel hayatında dindar bir kimse olma ile alâkalı kalmayıp, aynı zamanda vasıta olarak dış dünyaya yönelen bir tür sorumluluğun daveti olan dinamizmi esas almaktadır. Gülen’in takipçisi olan biri, topluma katılır ve toplumsal yaşamın gereklerini en geniş manada anlamaya çalışır.
Bundan başka Gülen, Nursi’den vizyonunun cemaat esaslı olması bakımından da farklılaşır. Gülen, kolektif olarak ortaya konan güzel amellere, Allah’ın cemaati olarak, özel bir hizmeti icra etmek ve böyle bir icraata ilişkin olarak geleceğe ait planları ve geçmiş tecrübeleri müzakere etmek için bir araya gelenlere veya önemli bir vazifede işbirliği yapanlara özel bir önem vermektedir.
Gülen’in ahlak anlayışının farklı unsurlarının birleştirilmesi, Weber’in ‘dünyevî asketizm’ olarak adlandırdığı ideal sosyolojik tipin tesis edilmesini sağlamaktadır. Gülen’in vizyonu, devamlı çalışmaya temayül eden bir ahlak sistemini esas almaktadır ki bununla bireysel çalışmalar, kurtuluşa giden diğer yolların belirsiz ve müphem olması nedeniyle, özellikle zorlaşmaktadır. Bundan başka bu ahlak sistemi, tembellik yerine çalışmaya değer veren, hayata yönelik ciddi bir yaklaşımı esas almaktadır. Söz konusu sistem aynı zamanda cemaatsel kardeşliğe de yönelmektedir.
Weber’in konseptine uygun olarak, Gülen’in ‘aktif pietizm’i mistisizmin karakteristiğini oluşturan ‘dünyayı terk etme’ değil ‘dünyayı reddetme’ esasına dayanmaktadır. Durgunluk demek olan ‘istiğrak’ı değil, dinamizmi esas almaktadır. Kurtuluş belgesini bu dünyada ifa edilen amellerde bulan bir ahlak sistemidir. Böylece riyazeti esas alan dinamizm, daha rasyonel bir şekilde organize olmuş bir topluma öncülük eden tedbirleri savunmaktadır. Bu aktiviteler, cami yerine okul yaptırmayı, dinî talimat yerine seküler eğitime yatırım yapmayı, ticarî ve eğitsel kurumların birbirlerini desteklemelerini, bireysel ve kolektif öz eleştiriyi teşvik etmeyi ve eleştirel düşünceyle planlanmış geleceğe dönük projeleri desteklemeyi ihtiva etmektedir.
Elisabeth Özdalga
Profesör / Bilkent Üniversitesi
(Critique, vol. 17, 2003 dergiden alınmıştır)
tweet