Vicdan, her an açıkça görünen, besbelli bir ilk olay, vücûd ise bu aynaya aksetmiş başka bir olay. Vicdan, vücûdu, kendinden önce gelen zaruri bir şart oluyor. bu suretle, vücûd, vicdanın birleşmesinde senin misâlin, yani vekilin olan nefis, âlemin vicdanı ile vücûdunun birleşme başlangıcında da sen kendin belirmekte,
Ey Rabb! sen bizi böyle, bir taraftan vicdan, bir taraftan vücûd adında iki olaylar zinciri içinde yüzdürüyorsun. İçimde, dışımda her an birer hal noktası olarak uçuyup duran olay parıltılarını fırlatıyor, birbirine bağlayıp, taneler, diziler, cüzler, küller, hey’etler, toplumlar, milletler, devletler, hasılı âlemler gösteriyorsun.
Ey ezelî hikmet sâhibi! Şu, cisimlere aid olaylardan çekim, manevî olaylarda da ruh denilen iki kavuşma başlangıcı olmasa idi, bu yıldızlar ve bu düzenden oluşanlar nasıl bulunacaktı? Fikirler ve akıllar nasıl tutunacaktı? Atom tasavvurunun çıktığı o olaylar noktalarından, matematiğin adetleri ve boyutları, fiziğin mekanik büyük eserleri, kimyanın atom unsurları, hayatın uzvî hücreleri, tabiat tarihinin nebatları, hayvanları ve cansızları, tabiatın cisimleri, astronominin yıldızları, yıldızların düzenli âlemi nasıl derlenir toplanır, toparlanıp da zaman içinde nasıl sürüklenirdi?
Ey varlığı için başkasına muhtaç olmayan örneksiz Yaratıcı: Sen hadiselerin tozu dumana katmasından, bize, o iki ulaşma başlangıcı altında, iki âlem verdin ve veriyorsun. Çekimin kavramında madde olanları, ruhun kavramında da mânâ olanları uçuruyorsun. Fennin kabul ettiği Esir buluşu ile tabiatın sonunu hallettik sananlar ne kadar yanılıyorlar.
Düşünmüyorlar ki eğer Esir, tek başına uzay gibi, bitişik bir birim ise, onun bir kısmı nasıl harekete gelebilir? O akan deniz nasıl dalgalanabilir? Yok Esir müstakil parçalara bölünmüş ise, her parçanın öbüründen ayırt edilmesi bir ayrılmaya bağlıdır. O halde, bir küçük parçanın hareketini ötekine geçiren vasıta nedir? Bir yerden başka bir yere geçmek için başlangıca lüzum kalmadan bir küçük parçanın hareketini diğer parçaya sıçratmak mümkün ise, ışığın geçmesi için Esir farazyesine ne hacet vardı? Haydi çekime bir cevher niteliği yakıştırarak madde olanları birbirine birleştirelim. Ruha da bir cevher niteliği yakıştırarak mânâ olanları birbirine ulaştıralım. Fakat, bu iki kavuşma başlangıcı, birbirlerine karşı, her bakımdan, ayrı kalabilirler mi? Öyle olsa idi benim onlardan ne haberim olurdu?
Nefis ile beden birbirleriyle nasıl içli dışlı olabilirlerdi? Halbuki ben, ruhlarda cisimleri görüyorum. Şu anda, zihnimde, memleketimin cisme dair bütün hatıraları yaşıyor, sonra, cisimlerde de ruhları görüyorum. Meselâ zihin çalışmalarımın bedenin, birleşme derecesinde bir bağlantı ile, (Ben) dediğim nefsimde karar kıldıklarını anlıyorum.
Cisim ile ruhun bu buluşması olmasa idi Ben şu kalemi ve hatta o kalemi tutan bu elimi nasıl bulur, nasıl tanırdım? Elimde kalemi nasıl oynatırdım? Günahlarımın karaları gibi şu kara satırları nasıl dökerdim? Demek ki âlem pergelinin kutupları yerindeki o iki kavuşma başlangıcı arasında, daha mühim ve daha büyük bir kavuşma başlangıcı var. Var ki: ruh ile beden birleşebiliyorlar.
Ruh ile bedenin bu kavuşma başlangıcından ben kendimi buluyorum, (Ben) diyebiliyorum. Ruhanîliği ve cismanîliği toplayabiliyorum. Bu iki suretin aksettiği bu aynaya (Nefsim) diyorum. (Kendim) dediğim bu birlik başlangıcında ikileme, üçleme yıkılıyor. Ortak koşma, tek varlığın kabulüne dönüşüyor. Artık (Men arefe nefsehu fakad arefe rabbehu = Nefsini bilen Rabbini bilir) ne demek olduğunu bu görme ile anlıyorum.
Bundan sonra, bütün ruh suretlerini bir taraf, cisim suretlerini de bir tarafa diziyorum. Ezellere (başı olmayanlara), lâyezallere (sonu olmayanlara) koşuyorum. Nefsim gibi nice nice nefisler bulunduğunu görüyorum. Aralarındaki münasebetleri ve kavuşmayı duyuyorum. Görüşüp konuşuyorum. Kendimdekini onlarda, onlardakini kendimde tekrar buluyorum.
Kendi birliğimi, şahid olduğum vicdan ile, onlardaki birliği de kıyas vicdanı ile anlıyorum. Aramızdaki birliğe yine vicdanımda idrâk ediyorum. Kıyas eden ile edilenin, gören ile görülenin, vicdan ile vücûdun birleştiği bu üç nokta, artık olayların Sidre-i Müntehası, vücûdun (İstiva) noktasıdır. (Errahmanü ale-l’arş-i’stevâ) bunun belirdiği takta asılmış bir ledün kitâbesi. Bu nişaneyi görüyorum. Tekliğinin arşına geldiğimi anlıyorum. (Eşhedü en lâilahe illallahü vehdehu lâşerike lehu) deyip bu Teklik dershanesine giriyorum.
M.Hamdi Yazır Hz.lerinin Metâlib ve Mezâhib (Metafizik ve İlahiyat) adlı kitabın başına yazdığı yazı
tweet