Çünkü “R” harfinin değeri 200, “G” harfinin 1000, “Y” harfinin 10, “F” harfinin de 80 dir. Hepsini toplayınca 1290 tarih çıkar. Ama telaffuzda biraz zorlandığı için aile bu ismi M. Akif ismiyle değiştirmişlerdir. Edebî Sanatlar Kurân-ı Kerimde mûcize derecesine çıktığından ve hadis-i şerifin ifadesiyle her âyetinde “zâhir”, “had” ve “muttala” olarak dört mânâ tabakası ve bu dördün her birinin de “şucûn”, “ğusun” ve “fünûn” olarak üçer mertebesi bulunduğu ve on iki tabakası ortaya çıktığından Kurân kelimelerinin ebcedî değerlerinin de bir takım tarih sırları ifade edebilir diye üzerinde durulmuştur.
Bu hususta çok samimi bir niyet ile ayetlerin sırlarını yoklarken enteresan tarihler bulan kimseler olmuştur. Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “şarlatanlığa” müsait olan bu durum, bilhassa batılı anlayışa sahip olanlar tarafından istismar edildi. Kurânın sarih mânasına ve islamî esaslara zıt sözler söyleyenler oldu. “Ve mâ erselnâke illâ Rahmeten lil â âlemin” âyetinin cifri ve ebcedî değeri 1960 tarihini gösteriyor, öyleyse bu 27 Mayısa işarettir, diyenler bile çıktı.
Emlalılı Hamdi merhum “Hak Dini Kurân Dili” isimli tefsirinde bu hususta islâmiyetin ve Kurânın ruhunu incitmeyecek bu çeşit istihbatların “boş değil hoş” olduğunu ifade eder, kendisine yakışır bir şekilde…
Şahsen bazı çalışmalarına bizzat vakıf olduğum Ahmet Feyzi Kul merhûmun da çok enterasan buluşları vardır… Elfitnetü eşhedü minel katl” ayetinin 1917 tarihine tevâfuk ettiğini, bunun da meşhur komünist ihtilâline işaret ettiğini söyler. Ayni şeklide Yasin suresinin başındaki “inneke le min el â murselîn, yani (Ey Muhammed) sen peygamberlerdensin” ayetinin ebcedî değerinin okunmayan elif sayılmazsa 611, eğer sayılırsa 612 tarihine tevafuk ettiğini söyler. Bu tarihler de Efendimizin (s.a.s.) peygamberliğin başlangıç tarihini göstermektedir.
Unutmayalım. Bediüzzaman Hazretleri 1960 tarihinde vefat etmiştir. 12 Mart 1971 tarihinde olayların patlak vermesiyle anlaşıldı ki, eğer önlenmese idi, Suriye ve Irakta olduğu gibi Baas anlayışına benzer bir tehlike ülkemizin başına gelebilirdi.
Bediüzzaman ikinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak şöyle diyor.
“Elem tere keyfe sûresi, meşhur ve tarihî cüzî bir hadiseyi beyan ile gelen ve her asırda efrâdı bulunan o gibi ve ona benzeyen hâdiseleri ihtar ve işari tabakadan her bir tabakaya göre bir mânâyı ifade etmek umum asırlarda umum nev-i beşerle konuşan Kurân-ı Mucizül- Beyânın belâgatının muktezası olmasından, bu kudsî sûre, asrımıza da bakıyor, ders veriyor, fenaları tokatlıyor. işârî mânâ tabakasında bu asrın en büyük hâdisesini haber vermekle beraber, dünyayı her cihetle dine tervih etmek ve dalâletle gitmenin cezası olarak cifir ve ebced hesabı ile üç cümlesi aynı hadisenin zamanına tetabuk edip, işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâbe-i Muazzamaya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına ebâbil tayyareleriyle semâvî bombalar yağdırmasını ifade eden “Termîhim bi hıcaretın” kudsî cümlesi, 1359 (Milâdî 1940) edip dünyayı dine tercih eden ve insanlığı yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semâvî bombalar ve taşlar yağdırmasına, tevâfukla işâret ediyor.
ikinci cümlesi: “Elem yecal keydehüm fî tadlîl” kudsî sözü, eski zaman hâdisesindeki, Kâbenin nurunu söndürmek için hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk, zülumat, dalalette aksüsamel ve aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi, bu asrın aynen hilelerle, desiselerle semâvî dinlerin kâbesini, kıblegâhını (yani islâmiyeti) dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbâr, mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve dilâllerine, semâvî bombalar tokadı ile ceza verilmesine, ayni tarihi “fi tadlîl” kudsî kelimesi 1360 (1941) cifrî makamı ile tevafuk edip, işaret ediyor.
Üçüncüsü : “Elem tere keyfe faala Rabbüke bi ashâbil-fiîl” kudsî cümlesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vessalama hitaben, “senin mubarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı, hârikulâde bir surette düşmanlardan Allahın nasıl kurtardığını ve o düşmanların nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?:” diye sarih (açık) mânası ile ifade ettiği gibi, bu asra dahi hitap eden o kudsî cümle, işârî mânasıyle der ki: “Senin dininin, islâmiyetin ve Kurânın, ehl-i hakkın ve hakikatın cebbâr düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesâtı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun: Gör, bak!” diye işârî mânâsıyla, bu cümle, aynen cifrî makamı ile tam 1359 (1940) tarihiyle, aynen semâvî âfetler nevinde semâvî tokatlarla, “islâmiyete ihânet cezası olarak” diye işârî manâ ifade ediyor. Yalnız “ashabil-fîl” yerine “ashabid dünya” gelir. “Fîl” kalkar, “Ed-dünya” gelir. (Hâşiye)
Haşiye: Bu “fîl” lâfzı kalkmasının sırrı: Eski zamanda, dehşetli mamud fili azametine, heybetine dayanmış hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve servetle havada ve denizde filolar teşkil edip, hatta 40 milyon bir miller, o fil gibi filolarla 400 milyonu esaret altına almış. Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin güzellikleri, iyilikleri ve menfaatleri ile değil belki medeniyetin kötülükleri, sefaheti ve dinsizliğiyle 350 milyon müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imhâ edip istibdâdlarına boyun eğdirmiş ve bu semâvî musibete sebebiyet vermişlerdir. Dünyaperest gaddar zalimlere, kendi zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmesine, fakirlere, masumlara ve mazlumlara da fâni mallarının ve hayatlarının âhiretlerine çevrilmesine ve kıymetli yapılmasına ve dünyadaki günahlarına keffâret olmasına ilâhî kaderin fetva vermesine sebep oldular. Şimdi, dünyaperestlerin bu musibetteki vaziyetlerini ve Harb-i Umumî (ikinci Dünya Savaşı) safhalarını bilemiyorum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri, bu kudsî surenin işârî mânâ tabakasından gelen tokatlar, tam tamına onların başlarına iniyor ve surenin işari bir mânâsını tam tefsir ediyor.” (Kastamonu Lâhikası)Bu mevzuun son kısmında harflerin teker teker sayılıp rakam değerlerinin toplandığı bölümde şöyle bir hâşiye daha var: “Evet, bir tokattan, pürşer, beşer, şirkten şükre girmezse ve Kurândan özür dilemezse, meleklerin elleriyle de semâvî taşlar başlarına yağacağına dair, bu sure, işârî bir mânâ ile tehdit ediyor.”
Bilindiği gibi Bediüzaman Hazretleri Kastamonudan, Denizliye mahkemeye gidiyor. Oradan mecbûrî ikâmet olarak Emirdağa yerleştiriliyor. Emirdağdan yazdığı mektuplarlardan birisinde bu hâşiyedeki işaret için şunları yazmıştır:
Aziz, sıddîk kardeşlerim,
Bütün insanlık tarihinde, katiyen misli görülmemiş ve Lût kavminin başına yağan semâvî taşlardan daha müthiş taşlar, dinsizlik hesabına milyonlarla ehl-i imânı ve mâsûmları semâvî dinler ve ilahî kanunlar hâricine dehşetli vasıtalarla sevk eden bir memleketi semâvî taşlarla tokatlamasının bir mukaddimesi olarak, resmî gazetelerin kati haber verdikleri semâvî bir hadiseyi, âdetime muhalif olarak bir Nur Şâkirdi bana haber verdi. Dedim: Yirmi beş sene gazetelerin havadislerini merak etmedim. Fakat bu taşlar Risale-i Nurun dinsizlere mânevî tokatlarını temsil ettiği cihetle ve beş-altı sene evvel ondan haber verdiği için, o şâkirde dedim: “Git, yalnız o hâdiseyi tamamıyla oku, tahkik et.” O tahkik etti, geldi. Diyor ki: “Bu baharda, Rusyanın Vilâdivostok ormanlarına, zemin yüzünde hiç emsâli görülmeyen büyüklükte semâdan taşlar düşmüş. En büyüğü, yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre boyundadır. Düştüğünde etrafındaki ağaçları devirmiş ve otuz kadar büyük çukurlar husûle getirmiş. Tedkik edilen parçalarında demir, çelik ve başka maddeler, karışık olarak mîzânsız bulunmaktadır.
İşte resmi gazetelerin kati verdikleri bu haber, 1360 sene evvel, Fîl suresinin, mucize olarak “Termihim bi hicâretin” cümlesiyle 1359 tarihinde dünyayı dine tercih eden ve dinsizliği esas tutan, bir nevi medeniyet hesabına, insanlığı yoldan çıkaranların başlarına ebâbil kuşları gibi, semâvî tayyarelerden bombalar başlarına inmesinin ve semâvî taşlar yağmasının başlangıcı olacak diye haber veriyor.
“Fî tadlîl” aynen 1360 tarihini gösterip, dalâletin cezası olarak Lût kavminin başına gelen samâvî taşları andıran semâvî taşlar o tarihlerden sonra geleceğini haber verip tehdit ediyor. Risale-i Nurun “Fil Suresi Nüktesi”ne ait beyânâtı içinde hâşîyeli bu cümle var: “Evet, bu tokatlardan pürşer beşer, şirkten şükre girmezse ve Kurândan özür dilemezse, melâikenin elleriyle de semâvî taşlar başlarına yağacağını şu sûre işârî bir mânâ ile tehdit ediyor.”
İşte bu fıkranın doğrudan doğruya bu taşlara işâreti olmasına iki emâre (belirti) var.
Birincisi: Şimdiye kadar gelen semâvî taşlar bir iki karış oldukları halde, böyle yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre genişliğinde dağ gibi taşlar, elbette semâvatın, dinsizliğe karşı hiddetinin bir alametidir. Fîl suresinin mucizâne ona bakması, onun tefsiri ona işaret etmesi, hakikattır. O hadisenin ona liyâkâtı vardır. Çünkü emsâlsizdir.
İkinci emaresi: Bütün yeryüzünü ve insanları tehdit eden dehşetli bir dinszliğin merkezlerine gelmesidir. Dinsizler bunu hissetmişler ki, küçücük hâdiseleri ehemmiyetle neşrettikleri halde, bir iki aydır bu acâyip dehşetli hâdiseyi, ellerinden geldiği kadar şaşaalandırmamaya çalışmışlar.” (Emirdağ Lâhikası â 1970. mektup)
Harflerin rakam değerlerinin ifâde ettikleri sırlı meselelerden bu kadarı ile iktifa edelim. Elbette Kurân insanların sunî olarak ebcedî tarih düşürme gayretlerine karşılık ebedî bir mucize olarak bu meseleyi takdim edecektir.
Abdullah AYMAZ
Yağmur Dergisi
Nisan – Mayıs – Haziran 2004 – Sayı : 23
tweet