Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ne uzun, ne kısaydı. Uzuna yakın orta boyluydu. Saçları ne kıvırcık ne de düz idi. Kıvırcıkla düz arası dalgalı bir saça sahipti. Nuranî yüzleri ne tam yuvarlak ve şişkin, ne de uzun ve zayıftı. Bilakis değirmiydi. Latîf tenleri kırmızıya çalan pembemsi, nurânî bir beyazdı. Gözleri siyah, kirpikleri uzuncaydı. Kemikleri iri, omuzlan genişçeydi. Nârin bedenlerinde bulunan tüyler, göğüslerinden aşağıya inen kısımda daha belirginceydi. Mübarek el ve ayakları, kararında bir dolgunluktaydı. Yürürken, adeta yokuştan aşağıya iner gibi mehâbetle yürür ve ayağını yere sağlam basardı. Birisiyle konuşacakları veya bir şeye bakacakları zaman, bütün bedeniyle o tarafa yönelirlerdi. İki omuzu arasında peygamberlik mührü vardı ki zaten O, son peygamberdir. İnsanlar içinde sadrı-sinesi en genişi olanı O’ydu. İnsanların en doğru sözlüsü, en yumuşak huylusu, en geçimlisi, en mürüvvetlisi, en âlicenabı, en zarifi, en kibarı, en latîfi yine O’ydu. Onu ilk defa gören birisi, ister istemez onun karşısında bir mehâbet hissine kapılır; O’nun atmosferine girip O’nu yakından tanıma şerefine erince de artık O’na âşık olur, O’na tutulur, O’na vurulur ve O’na meftun olurdu. O’nu vasfetmek isteyen biri, aczini itirafla “Ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra hiç O’nun gibisini görmedim. Göreceğime de ihtimal vermiyorum!” derdi. Salât u selâm, tahiyyât u ikram, her türlü ihtiram O’na, O’nun âl ve ashâbına olsun ya Rab!
Hilye-i Şerif
Hz. Ali (radiyallâhu anh), güzeller güzeli Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) evsâf-ı cemâliye ve kemâliyesini yâd ettiği zaman şöyle derdi: