Kur’ân-ı Hakîm’de tevhidle ilgili mesajlar çoğu kere adı tevhidle özdeşleşmiş İbrahim (a.s.)’ın diliyle insanlara duyurulur. Hususiyle Şuara sûresinde, bir biri ardınca onun lisanıyla dört gerçeğe dikkat çekilir. Şimdi bu hususların izahına geçmeden bu âyetleri mealen arzedelim:
“(Sizin o Rab olarak bildiğiniz) putlarınız, benim düşmanımdır; (benim Rabbim), âlemlerin Rabbidir ancak. O’dur beni yaratan ve beni hidayet eden; O’dur, beni yediren ve içiren, hastalandığımda şifamı veren. Ve O’dur (ancak) beni öldürecek ve sonrasında (yeni bir) hayat verecek olan.. ” (Şuara. 77-80)
Bu ifadeleriyle Hz. İbrahim, o gün bir kısım insanların Rab diye teveccüh ettikleri taş ve topraktan ibaret putlarına tavır almaktadır. Esasen, dün, taşa, toprağa, suya güneşe tapanlara ‘ilkel’ deyip tavır alan inkarcı naturalist ve deterministler de, varlıkların meydana gelişini doğrudan güneş, toprak ve su gibi sebeplere vermiş olmalarıyla, aynı inancı paylaşmış olmaktadırlar. Bakış açılarındaki benzerlik dikkatle incelediğinde, bu türden yaklaşımların bir yerde putperestlikle birleştiği görülecektir.
Şimdi, bu âyetle sunulan Yaratıcı ve Hidayet verici hakikatini anlamaya çalışalım.
O’dur (c.c.) İnsanı Yaratan ve Hidayet Eden
Şirke sapmış bir toplumun zihnindeki yanlış mülahazaları tashih amacıyla İbrahim (as)’ın verdiği ilk mesaj şu olmuştur: O’dur beni yaratan ve hidayet eden. Açıktır ki bu ifadesiyle o, âlemlerin Rabb’inin, insanla alakalı icraatlarının başlangıcına ve devamına dikkat çekmektedir. Şüphesiz ki ‘(benim Rabbim) âlemlerin Rabbidir ancak’ diyen İbrahim (a.s.) burada tevhidle alakalı şu mesajı vermektedir: Beni ancak âlemlerin Rabbi yaratabilir, çünkü ben âlemlerin bütünüyle (kainatla) alakadar bir varlığım.
Biz, bu başlık altında ‘insanı var edenin ancak Allah olabileceği’ gerçeğine, çokça işlenen ve bilinen bir konu olması itibariyle girmeyeceğiz. Burada cümlenin ‘…ve hedanî/…Odur beni hidayet eden’ şeklindeki kısmı üzerinde duracağız.
Acaba, Kur’ân’da Hz. İbrahim’in diliyle ‘..O’dur beni hidayet eden’ şeklinde arzedilen hidayetle ne kastedilmektedir? Bu cümleyi nasıl anlamalıyız? Türkçe meâllerin pekçoğunda bu fiil için ‘O’dur bana doğru yolu gösteren’ şeklinde bir anlam verilmektedir. Bizce böyle bir anlam bütünüyle yanlış olmasa da eksik bir anlamdır. Zira, hidayet kelimesiyle Kur’ânda, yalnızca ‘insana doğru yolun gösterilmesi ve açıklanması’gibi bir anlam kastedilmez, maksada ulaştırma/muvaffak kılma’ manası da kastedilir. Ayrıca Kur’ân’da hidayet, tekvînî boyut dahil olmak üzere, ‘her bir şeyi’ kapsamına alan bir mefhum olarak karşımıza çıkar.
Bu cümle de geçen hidayet kelimesinin anlam alanını sağlıklı bir biçimde anlayabilmek, bu ifadenin öncesini ve sonrasını dikkatle incelemeye bağlıdır. Bu âyetin öncesi, Hz. İbrahim’in diliyle, ‘Allah’ın rubûbiyetine (O’nun her bir âlemin gerçek sahibi ve kemale erdiricisi olduğuna) ve insanın Allah tarafından yaratıldığına dikkat çekmektedir. Sonrası ise, insanın -yeme, içme ve şifa gibi- ihtiyaçlarının doğrudan Allah tarafından gerçekleştirildiğine vurguda bulunmaktadır. Bu durum, âyette geçen hidayet ile sadece ‘insana gösterilen doğru yol’ anlamının kastedilmediğini işaretlemektedir. Nitekim Fahreddin Razî, Tâhâ 50. ve Şuâra 78. âyetlerin siyak ve sibakını dikkate alarak bu âyetlerde geçen hidayet kelimesinin içerdiği anlam üzerinde önemle durur ve şöyle der: Gerek Şuarâ sûresinde geçen Hz. İbrahim’in sözünde, gerekse Tahâ sûresindeki Hz. Musa’nın Firavuna verdiği cevapta söz konusu edilen hidayet, ‘yaratma’dan sonra getirilmektedir ki, bu da, söz konusu âyetlerde geçen hidayetin kapsamını gösterir.
Biz Razî’nin yorumuna aynen iştirak ediyoruz. Bu âyette dinî/aklî hidayet yanında tekvinî hidayet de söz konusudur, zira âyetin bağlamı her iki anlamı da içine alabilecek bir yapıdadır. Bu cümleden olarak diyebiliriz ki, hidayetin tekvînî boyutuyla ilgili olarak bu âyette şu mesaj verilmektedir: İnsanı yoktan var eden/yaratan kim ise, onun varlığını ve bu varlığın devamı için gerekli olan dinamizmi/akışı gerçekleştirmek suretiyle onu hedefine sevk edecek (hidayet edecek) de ancak odur.
Unutulmamalıdır ki bizim diye sahip çıktığımız bedenimiz, bilgimiz dışında çalışmaktadır. Sözgelimi, kalbimiz çalışır, kanımız temizlenir, hücrelerimiz yenilenir, vücudumuzda her an milyarlarca olay cereyan eder, ama biz bunların hemen hemen hiçbirinin farkında değilizdir. Bunlar gösteriyor ki, bizi yaratan bizi bizimle baş başa bırakmamıştır; bedenimizi yaratan irade ve kudret, aynı zamanda varlığımızın devamı için onu sürekli çalıştırmaktadır.
Bu âyeti takip eden ifadelerde ‘insanın Allah tarafından yedirilip içirilmesi ve O’nun tarafından şifaya kavuşturulması’ gibi konuların gündeme getirilmesi bu hususu daha da açık hale getirmektedir
Yener Öztürk; “Kur’an Işığında Sebeplerin Sorgulanması” adlı kitaptan.