Bir rivayete göre Taifte bulunan Sakif kabilesine mensup ve kabilesi arasında saygın, sözü dinlenen Ahnes b. Şüreyk b. Amr adındaki zat, bir gün Resûlullah (sav)’a gelerek Müslüman olduğunu bildirmiş ve Allah Resûlü (sav), buna çok sevinmiş, fakat geriye dönerken de yolda Müslüman bir kavme rastlayıp, onların ekinlerini yakıp, hayvanlarını öldürmüştür. Bu hareketinden dolayı onun hakkında ayet-i kerimeler nazil olmuştur.
İlk zamanlar bir İslam düşmanı olan Ahnes, Ebu Cehil ve Ebû Süfyanla beraber buluşarak geceleri Hz. Peygamber (sav)’in okuduğu Kur’an’ı dinler ve onu beğendiğini söylerdi. İbn İshak’ın anlattığına göre ise Ebû Cehil, Ebû Süfyân, Ahnes b. Şerîk gibi putperest büyükleri bazı gecelerde birbirlerinden habersiz olarak Resûlullahın (sav) bulunduğu yere giderek gizlice onun Kur’an okumasını dinler, yolda tesadüfen karşılaştıklarında da birbirlerini suçlarlardı.
Kur’an-ı Kerim’de münafıkların imandan çok küfre yakın oldukları, müminlerle karşılaştıklarında inandıklarını söyleyip, taraftarlarıyla bir araya geldiklerinde ise müminlerle alay ettiklerini söyledikleri, dine olan bağlılıklarının dünyevi menfaatlere göre değiştiği bildirilmektedir.
Münafıkların psikolojik durumlarıyla alakalı olarak da Müslümanlara karşı kin duydukları, Hz. Peygamber’e isyan hususunda gizli faaliyetler yürüttükleri, açıklanmaktadır. Kur’an perspektifinden bakıldığında da Münafıkların ihanet edebileceği ve dikkat edilmesi gereken şahıslar olduğu görülmektedir.
Münafıkların konumuzla alakalı bir başka tavırları da Uhud savaşından sonra vuku bulmuştur. Uhud savaşının neticelerinden biri de, Medine çevresindeki Arapların Müslümanlara karşı cesaretlenmeleri olmuştur. Yalan haber yaymak suretiyle uhud savaşını Müslümanlar için bir hezimet olarak yansıtan Yahudi, Münafık ve müşriklerin etraftaki kabileleri kışkırtması sonucu civardaki kabileler ayaklanmışlardır. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav), Esedoğulları üzerine Ebu Seleme (ra) komutasında yüz elli kişilik ordu göndermiş ve Medine’yi basma teşebbüsünde bulunan bu topluluk dağıtılmıştır.
Durum Esedoğullarının itaat altına alınmasıyla sona ermemiş, Halid b. Süfyan’ın ayrı bir ordu kurarak Medine’yi basmayı amaçladığı öğrenilince de, Allah Resûlü (sav) Halid’i ortadan kaldırma vazifesini suffa ehlinden olan Abdullah b. Uneys (ra)’e vermiş, Abdullah (ra) da bir fırsatını bulup Halid b. Süfyan’ı öldürerek vazifesini yerine getirmiştir. Bu çabalarının sonuç vermemesi dolayısıyla açıktan Müslümanlara karşı koyamayacaklarını anlayan nifak gurupları, intikam duygularını sinsice gidermenin yoluna koyulmuşlardır.
Halid b. Süfyan’ın öldürülmesiyle harekete geçen Lıhyaoğulları, Adal ve Kare kabilelerinin münafıklarıyla işbirliğine girmişlerdir. Masum kılığına giren Adal ve Kare kabilesine mensup altı kişilik bir gurup Resûlullah (sav)’a gelerek, kabilelerinde İslâm’ın yayıldığı gerekçesiyle Allah Resûlü (sav)’nden Kur’an okutup İslam’ı anlatacak muallimler istemişlerdir. Allah Resûlü (sav), onların bu isteği karşısında, Asım b. Sabit (ra) başkanlığında on kişilik sahabi’yi heyetle göndermiştir. Yolda giderken heyetten biri ayrılıp durumu Lıhyaoğulları’na haber vermiş, Lıhyaoğulları’nın okçuları ve eli kılıç tutanları gelerek sahabilerin etrafını sarmışlardır. Reci kuyusu başında pusuya düşen ve kahramanca savaşan sahabilerden yedisi orada şehid olmuş, Mekke’ye götürmek üzere teslim aldıkları üç sahabiden Abdullah b. Tarık (ra), yolda fırsatını bulup kaçarken taşla şehid edilmiş, Hubeyb b. Adiyy (ra) ve Zeyd b. Desinne (ra)’yi de Mekke’de satmışlardır. Bedir ve Uhud savaşlarına katılan bu iki sahabi Mekkeliler tarafından Bedir’in intikamını almak gayesiyle, çeşitli işkencelerle şehid edilmişlerdir. Türlü işkencelerle Allah Teala yolunda ilk idam edilen Hubeyb (ra) ve sonra da Zeyd (ra) olmuştur. İdamdan önce iki rekât namaz kılmak için izin isteyen Hubeyb (ra), bu hareketiyle idam öncesi iki rekât namaz kılma adet ve sünnetini başlatan ilk kişi olmuştur. Allah Resûlu (sav), bu ihaneti yapanlara bir ay boyunca namazlardan sonra beddua etmiştir.
Görüleceği üzere başta masum kılığına giren münafıklar, Allah Resûlü (sav)’ne gelerek “Biz Müslüman olduk, bize irşad heyeti gönder” diye yalvarıp daha sonra da heyeti haince okçuların eline bırakmışlardır. Kalpleri nifak tohumlarıyla dolu, ikiyüzlülük, yalan ve ihaneti kendilerine ilke edinmiş olan münafıkların Allah Resûlü (sav)’ne yaptıkları bu ihanet ilk olmayıp sonda olmayacak büyük çapta bir ihanettir.
Allah Resûlu (sav), kendisini kandırmaya teşebbüs eden bir kimsenin kendisini ikinci defa kandırmaya teşebbüs etmesine bu fırsatı vermemiş ve gerekli cezayı uygulamıştır. Benî Cümh kabilesinin şairi olan Ebu Azze, fakir ve çoluk çocuğu fazla olan bir kimsedir. Bu müşrik şair Bedir savaşına katılmış ve şiirleriyle Kureyşi desteklemiştir. Bedir de esir edilmiş olan Ebu Azze serbest bırakılma şartlarından biri olan dörtbin dirhemi ödeme imkânına da sahip olmadığından Hz. Peygamber’le görüşmüş ve ona ödeme imkânının olmadığını bildirerek eman istemiştir. Allah Resûlü (sav)’nün eman vermesi üzerine Ebu Azze Müslümanların zararına ve Resûlullah (sav)’ın aleyhine olan hiçbir zararlı faaliyete katılmayacağına dair söz vermiş ve orada Hz. Peygamber’in lehine şiir söylemeye ve onu methetmeye başlamış, serbest olarak Mekke’ye dönmüştür.
Bedir’den sonra yapılan Uhud savaşına hazırlanma aşamasında Müşrikler Ebu Azze’ye gelip onun zayıf noktası olan dünyaya meylini harekete geçirerek onu Bedirde olduğu gibi şiirleriyle destek olmasına ikna etmişlerdir. Zayıf karakterli ve menfaatine düşkün olan Ebu Azze, Uhud’a katılmış ve savaş sonunda geri çekilen müşrik birliklerinin içerisindeyken sabaha doğru Asım b. Sabit (ra) tarafından yakalanmıştır. Resûlullah (sav)’ın huzuruna getirilen Ebu Azze, Resûlullah’ın Bedirdeki verdiği sözü hatırlatırcasına yüzüne bakmasına karşılık Bedirdeki gibi aynı mazeretleri tekrar etmeye başlamıştır. Allah Resûlü (sav), “Sen bana Bedir’de söz verdiğin halde sözünü yerine getirmedin. Vallahi bundan sonra ellerini yanaklarına sürüp Muhammed’e iki defa ihanet ettim(kandırdım) diyerek Mekke’de gezmene müsaade etmeyeceğim ’ diyerek ihanetine karşılık ölüm cezasını tatbik ettirmiştir.
Burada olduğu gibi Münafık ruhlu insanlarda görülen bir özellikte her ortamın hesabını yapmalarıdır. Menfaat nereden gelirse oraya yönelmeyi ilke edinen bu tipler, fırsat verildikçe ihanete devam edeceklerdir. Kur’an’da cimri, yalancı ve kibir sahibi oldukları, maddi menfaat için namaz kıldıkları, gerçekte ibadette isteksiz oldukları, Allah’ı ve müminleri alaya aldıkları, bildirilmektedir. Netice itibariyle münafık, içerisinde saklamaya çalıştığı birçok psikolojik hastalıkla, kendisinden sakınılması gereken bir görüngüdür.
Münafık zümresi özellikle fırsat buldukları an Hz. Peygamber’i arkadan vurmaya çalışmaktan geri durmamışlardır. Tebük savaşı Allah Resûlü (sav)’nün farklı bir taktik uyguladığı savaştır. Diğer savaşların tersine bu savaşta Resûlullah (sav), nereye gidileceğini söylemeden, gidilecek yerin uzaklığını, zamanın dar olduğunu, düşmanın çokluğunu bildirerek ashabına hazırlık yapmalarını bildirmiştir. Bu durumu fırsat olarak değerlendiren münafıklar, savaş öncesi ve sonrasında bir hayli nifak faaliyetine girişmişlerdir.
Savaş öncesinde Münafıkların ilk ihaneti Süveylim isminde bir Yahudi’nin evinde toplanmakla başlamıştır. Zira münafıklar bu evde toplanarak Tebük savaşına katılmak isteyenlere mani olmaya çalışmışlardır. Münafıkların bu ihaneti kendisine ulaşınca
Allah Resûlü (sav), ashabtan Talha b. Ubeydullah (ra) başkanlığında bir ekip göndererek bu evi yıktırmıştır.
Savaş hazırlıkları esnasında Münafıkların Resûlullah (sav)’a karşı yaptıkları bir başka ihanet te Mescid-i Dırar’ı inşa etmeleridir. Allah Resûlü (sav), Tebük seferi için hazırlanırken mescidi yaptıran münafık gurup “Ya Resûlullah! Yağmurlu günde hasta ve uzağa gidemeyecek kimselerin namaz kılabilmesi için bir mescid yaptık’ diyerek Resûlullah (sav)’dan mescide gelip namaz kıldırmasını istemişlerdir. Zahiren bakıldığında masumane bir söylem olarak görünen bu ifadeler aslında menhus bir niyetin ürününden başka bir şey değildir. Münafıkların sürekli başvurdukları silah olan yalan ve ikiyüzlülük burada da kendini göstermiştir. Bu defa da siyasi ve etnik ayrımcılık denemesine teşebbüs ettikleri görülmektedir. Niyette İslam Cemaatini bölmek olan bu tutum ve davranış ilahi ihbar neticesinde akîm kalmıştır. Müslümanlar bir savaş hazırlığında iken, böyle zor bir ortamda münafıkların Resûlullah (sav)’a bu şekilde teklif götürmeleri de dikkat çekicidir. Nifak’ın zirveye çıktığı bir dönemde Nebi (sav), sıkıntının etkisiyle mescide gitmeyeceğini söylese münafıklar ayaklanıp iç savaş tehlikesi oluşturabilirlerdi. Hz. Peygamber (sav), buranın nifak yuvası olduğunu hissediyordu. Fakat ortada kesin bir delil ve ilahi bir uyarı da olmadığından yukarıdaki tehlikeleri göz önüne alarak olumlu cevap vermiştir. Nitekim Mescid-i Dırar’ı inşa edilirken onu yapanlardan biri olan Bahzec’e Allah Resûlü (sav) “Yazıklar olsun bununla ne yapmak istiyorsun ’ diye sormuş. Bahzec de ‘Ya Resûlallah! Vallahi iyilikten başka bir şey düşünmüyorum demiştir.
Ayrıca münafıkların Hz. Peygamber (sav)’e yaptıkları bu teklifin altında yatan nifakı bazı Sahabeler de sezmiştir. Sahabeden Asım b. Adiyy (ra), Resûlullah (sav)’ın münafıklara olumlu cevap vermesini yadırgayarak “Vallahi, bu mescidi münafıklardan başkası yapmaz’ demiştir. Hatta bu Sahabeler Tebük seferinden dönünceye kadar vahy-i ilâhî’nin geleceğini ümit etmişlerdir. Hz. Peygamber (sav), Tebük seferinden dönerken işin iç yüzü kendisine vahiyle bildirilmiş, bunun üzerine Allah Resûlü (sav), birlik göndererek Mescid-i yakıp yıktırmıştır.
Kendi aralarında herhangi bir şekilde toplanarak cemaatleşemeyen münafık zümresi, ibadet ve dindarlık gibi masumane bir bahane vasıtasıyla toplanıp nifaklarını organize etmek gayesiyle bu mescidi yapmışlardı. Resûlullah (sav) işte bu nefret verici gayeye karşı olduğundan sert tedbirler almış ve Münafıkların bu şekilde bu tertiple toplanmasını kanun dışı bir hareket olarak değerlendirmiştir. Allah Resûlü (sav), bu tutumuyla aynı zamanda onların etnik ayrımcılık çabalarını da önlemiştir.
Tarihçi Heykel, Mescid-i Dırar’ın yaktırılmasıyla münafıklara karşı yürütülen siyasetin şiddetlenmesini şöyle açıklamaktadır: Tebük seferinden sonra İslam, Medine’nin dışına çıkıp Arabistan’ın her tarafına, hatta Arabistan’ın da dışına çıkmak üzere idi. Dolayısıyla Hz. Peygamber (sav)’in de kontrolünün dışına çıkmış oluyordu. Bu zamandan itibaren Müslümanlar arasında çıkacak problemlerin takip edebilmesi mümkün değildi. Eğer ciddi önlemler alınmazsa münafıklar eskisinden daha tehlikeli olabilirlerdi. Böyle bir zamanda münafıklara göz yumulmayıp, aksine sert tedbirler alınması gerekmekteydi. Bundan dolayı Allah Resûlü (sav), Tebük seferinden sonra onlara karşı daha şiddetli davranmıştır.
Dr. Aşır ÖRENÇ
SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Nisan 2013
tweet