لَوْلاَ إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنْفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُبِينٌ
“Keşke bunu duyduklarında mü’min erkekler ve mü’min kadınlar kendi aralarında hüsnü zanda bulunarak, sübhanallah! Bu apaçık bir iftiradır deselerdi ya/..”(Nur:12)
Allah’ın müminlerden yapmalarını istediği şey, bu idi. Yani hüsnü zanla yaklaşıp olayı kabullenmemekti. Çünkü böylesi bir olay, ispat edilmediği için en doğrusu, onun iftira olduğunu, yalan olduğunu söylemekti. Bu, ister Peygamber’in eşi olsun, isterse sıradan herhangi bir sahabinin eşi olsun fark etmez. Çünkü her iki halde de, iftira bir insana yapılmaktaydı. Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensâri ve hanımı, İfk olayı karşısında vahyin istediği tutumu sergilemişlerdir:
Ebu Eyyûb’a eşi Ümmü Eyyûb, Hz. Aişe için söylenilenler hakkında ne düşündüğünü sordu. Ebu Eyyûb, bunun bir yalandan ibaret olduğunu söyledi. Ardından Ebu Eyyûb “sen olsaydın böyle bir hareket yapar mıydın ey Ümmü Eyyûb? diye sordu. Ümmü Eyyûb ise, kesinlikle böyle bir şey yapmayacağını belirtti. Bunun üzerine Ebu Eyyûb, “Vallahi, Hz. Aişe senden çok daha hayırlıdır” dedi .
İşte bu rivayetten bazı Müslümanların kendi vicdanlarına dönüp nefis muhasebesi yaptıklarını ve buradan da Allah’ın istediği sonuca ulaştıklarını görmekteyiz. Çeşitli olaylara karşı takip edilecek metotta, Kur’an’ın istediği ilk adım budur. Yani içten vicdânî bir delil bulma adımıdır. İkinci adım ise, Kur’an’ın da ifadesiyle açık bir delil ile olayı ispat etmedir . En yüksek makamlara kadar uzanan bu büyük iftira olayı, böyle basit bir şekilde geçiştirilmemeli, dayanaksız ve delilsiz olmasına rağmen rahatça yayılmamalıydı. İşte Kur’an’ın insan şahsiyetine verdiği değer budur. Velev ki yapılmış da olsa, ilk etapta, isbatı mümkün olmadıkça kesinlikle bühtanda bulunulmamalıdır. Çünkü olayın isbatı istenmemiş olsaydı, buna benzer olayların ardı arkası kesilmez ve önüne gelen bir başkasına iftira atabilirdi. Hâlbuki Kur’an’a göre ileri sürdükleri bir iddiayı ispat edemeyenler, bizatihi yalancılar olarak nitelendirilmektedirler. Bununla da kalınmayıp yalancılıkla itham edilen bir insanın artık söyleyeceği sözlere itibar edilmeyecek, şahitlikleri kabul görmeyecektir. Bu da, doğal olarak onların, toplumdan soyutlanmalarını gerektirmektedir.
Müslümanlar, İfk olayında bu iki adımdan da, meseleyi kalbe arz edip vicdana danışmak ile şahit getirerek ispatlama adımlarından uzak kaldılar. İftiracıları, Peygamber’in namusu hakkında diledikleri gibi ileri geri konuşmakta serbest bıraktılar. Burada aklımıza şöyle bir soru gelmektedir: Neden Peygamber ve Ebu Bekir, bunu daha ilk günde reddetmedi ve neden olaya bu kadar önem verdiler? Cevap olarak şunu söyleyebiliriz: Koca ve babanın durumu, diğer insanlarınkinden farklıdır. Her ne kadar hiç kimse bir kadını kocasından daha iyi tanıyamazsa da, karısı suçlandığı zaman ne olursa olsun, koca zor duruma düşer. Bunu iftira olarak hemen reddetse bile, suçlayanlar dinlemezler. Üstelik, kadının zeki olduğunu ve öyle olmadığı halde faziletli ve takvalı görünerek kocasını kandırdığını söylerler. Zaten koca reddetse bile, insan olması hasebiyle yine de içinde bir şüphe hep var olacaktır. Anne-babanın karşı karşıya kaldığı durum da bundan farksızdır. Yoksa ne Peygamber, ne de Hz. Aişe’nin ailesi, kızları hakkında kesinlikle hayırdan başka düşünmüyorlardı. Hatta Peygamber, halka yaptığı şikayet konuşmasında, eşi ve iftiraya bulaştırılan Safvân hakkındaki düşüncesini, açık bir biçimde belirtmişti.
Eğer Allah’ın lütfu olmasaydı, Müslüman toplumun tamamına büyük bir bela dokunacak dereceye gelmişti . Bu olay, sonuçta büyük bir azabı gerektirmekteydi. Rasulullah’a, eşine ve hakkında hayırdan başka bir şeyin bilinmediği sahâbiye çektirilen acıdan dolayı, eğer Allah’ın acıması olmasaydı büyük bir ceza gerekliydi.
Halbuki onların bu olay karşısında yapmaları gereken şey, onu konuşmamak ve bunun bir yalandan ibaret olduğunu söylemekti . Allah, Müslümanları bir daha bu tür işlere kalkışmamaları konusunda uyararak, çağlar boyu geçerli olacak olan kanununu yürürlüğe koymaktadır . Bunun anlamı şudur: Eğer böyle bir işe kalkışır ya da katılırsanız, imanınız artık tehlikededir. Bu yüzden böyle bir olayı meydana getirmek, ya da Münafıklar tarafından oluşturulan böylesi bir iftira olayında kesinlikle yer almamanız gerekmektedir.
Sonuç
Başta Peygamber olmak üzere pek çok kimseyi sıkıntıya sokan İfk olayından çıkarabileceğimiz sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz:
- İfk hadisesi, önceden planlanmış bir olay değildi. Tam aksine olayın akışında gerçekleşmiş bir olaydır.
- Bu olaydan masum insanların kişiliğini zedeleyecek, aslı astarı olmayan haberler yaymamak, yayıldığında da -velev ki gerçek olsa bile- ispat edilmediği taktirde ona katılmamak; ihtiyaten yaklaşmak ve iyi niyet beslemek gerektiği sonucunu çıkarmaktayız. Aksi halde toplumda fitne ve fesat çıkacaktır.
- İfk olayı, vahyin ilahi oluşunu, bunda Peygamberin hiçbir katkısının bulunmadığını; bunun yanında Peygamber’in gaybı bilmediğini de açıkça ortaya koymuştur. Eğer Peygamber gaybı bilmiş olsaydı bir ay boyunca o sıkıntıları yaşamaz başkalarına da yaşatmazdı. Bir başka deyimle söz konusu olay, Peygamber’in insani yönünü bir kez daha hatırlatmaktadır.
- Söz konusu olay, Münafıkların ne derece tehlikeli olduklarını göstermektedir. Mekke’de yaklaşık 13 yıl yaşayan Hz. Muhammed (s.a.s), düşmanı olan Mekkeliler tarafından böyle bir olayla karşılaşmamıştır. Dahası Mekkeliler böylesi bir olayı düşünmemişlerdir bile. Yapacakları düşmanlıkları açıkça yapmışlardır. Ancak Münafıkların ne zaman, nerede ve nasıl bir olayla düşmanlık yapacaklarını kestirmek mümkün değildir. Fırsatını buldukları an her olayı kendi çıkarlarına değerlendirecekleri sonucunu çıkarmaktayız.
- İfk olayı, böylesi çirkin bir olay karşısında iftiraya uğrayanın yakınlarının iftira atılana nasıl davranması gerektiğini göstermektedir. Tıpkı Hz. Peygamber (s.a.s) ve Hz. Aişe’nin (r.anha) ebeveyninin davranışlarında olduğu gibi. Öncelikle yakınlarının olaya objektif yaklaşmaları, düşmanca davranmamaları gerektiğini öğrenmekteyiz.
- İnancın değişik şekilde denenmesi söz konusudur bu olayda. İmanı güçlü olan insanların İfk olayına Kur’an’ın istediği gibi yaklaştıklarını, diğerlerinin ise, bir takım nedenlerden dolayı böylesi bir olayı yayarak Münafıklara destek olduklarını ortaya koymaktadır. Bu da, sahabiler de olsalar insan olmaları sonucunda onların da yanlış yapabileceklerini, masum olmadıklarını göstermektedir. Hassân b. Sâbit ve diğerlerinde olduğu gibi.
- Bu olay genelde olumlu veya olumsuz olaya katılanlar, özelde ise, öncelikle Hz. Aişe ve Safvân b. Muattal için bir imtihandır. Bunların başında Hz. Peygamber, Hz. Aişe’nin anne ve babası, Hassan b. Sabit, Hamne bnt. Cahş, Mıstah b. Üsâse ve istişarede görüş belirtenler gelmektedir. Olaya hiç katılmayanlar için de bir imtihandır. Onlar da bu imtihanda başarısızlık göstermişlerdir. Sebebi ise, olaya duyarsız kalmaları, Münafıkları cesaretlendirmeleridir. Katılıp Kur’an’ın isteği üzere tavır sergileyenler, imtihanı başarmış, Münafıkların yaydığı iftiraya katılanlar ise, başarısız olmuşlardır. Aişe, bu olayda öncelikle yalnız kalma tehlikesiyle baş başa kalarak imtihandan geçmiştir. Bağırıp, çağırmamış, durumunu tam bir teslimiyet içerisinde rabbine havale etmiştir. Allah’a olan güçlü imanı sayesinde olayın temize çıkmasını sadece Allah’tan beklemiştir. Bu durum, Hz. Aişe’den sonra gelecek olan her kadın ve erkek için böylesi bir olay karşısında nasıl davranılacağı konusunda güzel bir örnek olmuştur. Hz. Peygamber için de bir imtihandı. O, alelacele hanımına gidip ithamda bulunmuyor ve ona eziyet etmiyordu. İnsanın öfke, ya da şüphe anında yapacağı kötülükleri yapmıyordu. Aksine o, bu öfkesi anında bile eşinin suçsuz olacağı görüşüne meylederek öfkesini tutup sabrediyor, hanımını suçlama yoluna gitmiyordu. Bu açıdan da evli erkekler için güzel bir örnektir (usve-i hasene).
- Söz konusu olay, sonunda bundan böyle masum insanlara iftira atan şahıslara uygulanacak cezanın ve toplumda konumlarının ne olduğunu ortaya koymuştur. Bütün bunlara rağmen Hz. Aişe validemize atılan bu çirkin iftira, yine de pek çok yönden Kur’an’ın ifadesiyle Müslümanların hayrına olmuştur. Ancak bu, iyi ki böylesi bir olay olmuştur anlamına gelmemektedir. Zaten böyle bir olay tasvip edilmiş olsaydı Kur’an, yapanları hoş görürdü. Hâlbuki tam tersine onları her açıdan cezalandırmaktadır.
Ali Aksu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Haziran-2004