Allah (celle celâluhû), çok cömerttir, “Cevvâd”dır. Farklı renk ve desenlerde çiçekler, farklı tatlarda meyveler yarattığı gibi, herkese farklı farklı özellikler, güzellikler, kabiliyetler vermiştir. Her insanın heybesinde kendisini cennete götürecek kadar sermaye vardır. Farklı yerlerde ve farklı şartlarda yaratsa, yaşatsa da o kimseye karşı –hâşâ– cimri değildir.
Allah’ın insanlara bahşettiği ihsanlardan rahatsız olmak, onları yok saymak, red ve inkâr etmek, Allah’ı icraatında tenkit etmektir. O, dilediğinin eliyle dilediği şeyi gönderir, istediğine istediği şeyi söyletir. Kiminin lisanına hikmet, kiminin dalına üzüm takar. Birisi ile bilgisayarı, bir başkasıyla uçağı ihsan eder.
Rabbimiz kimi hangi anne-babadan yaratacağını, kimi hangi imtihana tabi tutacağını, kimi ne ile sevindireceğini –hâşâ– bize soracak değildir. Mülk O’nun, saray O’nun, sofra O’nun, kul O’nundur.
Onun içindir ki, Rabbi’lerine ve Rabbi’lerinin takdirlerine saygılı olanlar, insanların meziyetlerini memnuniyetle karşılar, insan kardeşlerine verilen hediyelerden ötürü mutlu olur, hem-cinslerinin sevincini onlarla birlikte ve takdirle yaşarlar.
Dava adamı, kimseyi yok saymaz. Yok saymanın böyle temel bir yanlış ve nezaketsizlik olduğunu da, yok sayanın yok sayılacağını da bilir.
Onun başkasının meziyetinden ve eline bir şey verilmesinden rahatsızlık duyması, ona verilen şeyden de başkalarının rahatsızlık duymasına, onlardan istifade etmemesine sebep olur. Ölümü öldüren reçeteyi taşıyan adamın böyle bir zaafı, neticesi itibariyle korkunç bir zaaftır.
Bu yola kimseyi mağlup etmek veya kimseyle akıl, bilgi, meziyet yarıştırmak için çıkılmaz, hakkın galip olması için çıkılır. Ebed diyarında geçmeyen ve hatta zemmedilen şeylerin bir dava adamının ayağına dolaşması, ucuza talip olması, kendi ayağına kendisinin çelme takması, basit şeylerin batağında boğulup kalması, rakibâne hislerle kendini zayıf düşürmesidir.
Mümin, değil mümin kardeşlerinin meziyetinden, kafirin elindeki meşrû meziyetten bile rahatsızlık duymaz. Üstadımız’ın uçağı gördüğünde, “Nev’imle iftihar ediyorum.” demesi gibi, insan kardeşleriyle iftihar eder. Sanattan, eserden, ilimden bu kadar anlayanın, Sâni-i Âzam’ı, Âlim-i Mutlak’ı tanımamasına üzülür, bu garip durumu hayretle karşılar; değil tenkit etmek ve tepeden bakmak, mahviyetle, tevazu ile yardıma çalışır.
Efendimiz, Hz. Hâlid’in yiğitliğinden, Hz. Amr bin Âs’ın zekâsından Hz. İkrime’nin cesaretinden rahatsızlık duymamıştı ve bu enginlik, onların hakkı teslim edip “hazretler” kervanına katılmasına vesile olmuştu.
Red ve inkâr edenden mürşid olamayacağı gibi, “Koş, ama beni geçme!” diyenden de rehber olamaz. O, olsa olsa insanların önünde bir engel, Kabe’yi tavaf ederken bile kendisini tavaf eden bir bencildir. Böyleleri, gölgesinde ot bitirmeyen ağaç gibidirler.
İmam Âzam Efendimiz’in yanında İmam Muhammed’i, İmam Yusuf’u görürüz ki, bazı meselelerde hocalarından farklı fetvalar verebilmişler ve Hanefi fıkhı onların görüşünü esas almış, kimse de onların farklı fetvalarından rahatsız olmamıştır.
Seriyy es-Sekatî, Cüneyd-i Bağdadî’nin dayısıdır. Ne Seriyy, Cüneyd’i; ne Bişr-i Hafî, İbrahim Ethem’i inkar etmiştir. Çünkü Bişr Hazretleri’nin ifadesiyle, “Yaptığın işleri çok ve önemli görüp başkalarının yaptığını küçümsemen, gurura kapılıp kendini beğenmendir.” ve o hazretler böyle illetlerden âzâdedir. Zaten belki de o kabul, bu mazhariyeti ve bu ufku netice vermiş, onların yürüdüğü sokaklar istikamet ibresi gibi insanlarla dolmuştur.
Üstadımız, “Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlatlarına karşı şefkatleridir.” der. Anne, hayatını evladı için feda eder, baba tam bir garazsızlıkla oğlunu kendi önünde görmekten hoşnut olur.
İşte mürşid ve hizmet adamı, anne-babadaki bu sâfî ahlâk ve ahvâl ile mücehhez olur, talebenin uhrevî hayatını kendi dünyevî hayatından önemli görür, maddî mânevî ilimlerle çift kanatlı bir melek gibi semavileşip kanatlanmasına hayatını vakfederse vazifesini kâmilen yapar, hizmetinde muvaffak olur.
Dünyanın dört bir yanını gül bahçelerine çeviren ve sinelere tesir eden şey, meselenin bu durulukta, bu ufukta yaşanmasıdır.
Bir hak dostunun huzuruna gitseniz, herkesin onun gönlünde kendisine bir yer bulduğunu, retlerle, inkarlarla, hor hakir görerek konuşmadığını, “olabilir” lerle sözü ve bakışı yumuşattığını, size faydalı olmayı tercih edip, sizden yana durduğunu görürsünüz. Tepki kalkar yüreğinizden, lehinize olanı istediğini bildiğiniz için ne derse yapar, yapmaya çalışırsınız. Bu tesirin sırrı, baba garazsızlığı ve anne şefkati dersiniz.
Allah’ın, mümin kâfir her kulunu muhtelif kabiliyetlerle dünyaya gönderdiği ve o kabiliyetlerin gelişmesi için yollar açtığı, zeminler hazırladığı unutulmamalı, her hak söyleyenin söylediği hakikat dava adamları tarafından çok rahatlıkla dinlenilip, kabul edilmelidir.
Kabul etmeyi bilenin söylediği kabul edilir. Ve kimsenin bir başkasını küçülterek büyüdüğü vâki değildir.
Şahdamar Yayınları, Mehmet Akar; Hizmet Ekseni adlı kitaptan alınmıştır.