Yeryüzü, saatte yaklaşık 1000 mil (1600 küsur km.) hızla olmak üzere kendi etrafında 24 saatte bir döner. Eğer saatte 1000 değil de 100 mil hızla dönseydi -olamaz mıydı, neden olmasındı?- bu takdirde günlerimiz ve gecelerimiz şimdikinden 10 kat daha uzun olurdu. Böyle olunca da uzun yaz günleri sıcağıyla bitkileri kavurur, kış geceleri ise her filizi, her fidanı dondururdu. Yeryüzünde hayatın kaynağı olan güneşin yüzey sıcaklığı 12.000 fahrenayt (yaklaşık 6000 C°) olup, yerküremiz güneşe öyle bir mesafede bulunmaktadır ki, bu tükenmeyen ateş, bizi tam gerektiği gibi ısıtır, ne daha az ne daha fazla. Üstelik, milyonlarca yıldır bu mesafe hiç değişmez. Dünya, güneşin etrafında saniyede 18 mil (yaklaşık 29 km.) hızla döner. Eğer bu hız saniyede, diyelim ki 6 veya 40 mil olsaydı, bu durumda güneşten çok daha uzak veya ona çok daha yakın olurduk ki, yeryüzünde ne biz var olurduk ne de bir başka canlı.
Bildiğimiz gibi, yıldızlar farklı büyüklüktedir ve ışıma, ışık verme bakımından da birbirinden farklıdır. Yaydıkları ışınların pek çoğu, yeryüzünde bilinen bütün hayat şekilleri için ölümcüldür. Bu ışının yoğunluğu ve miktarı, herhangi bir yerde güneşimizinkinden daha az olmakla 10.000 kat daha fazla olma arasında değişir. Ama milyonlarca yıldız arasında güneşimizin ışığı, hayatımız için tam olması gereken nicelik ve niteliktedir.
Dünya, 23 derecelik bir eğimle durur. Bu eğim de mevsimlere sebeptir. Eğer bu eğim olmasaydı, kutuplar sürekli alacakaranlıkta olur, okyanustan kalkan su buharlan kuzeye ve güneye doğru hareket eder, üst üste buz kıtaları meydana getirerek, ekvatorla buzlar arasında bir çöl bırakırdı. Buzul nehirleri kanyonlar içinden gürleyerek ve etraflarını aşındırarak okyanusların tuzla kaplı yataklarına akar ve geçici tuzlu su havuzları meydana getirirlerdi. İnanılmaz büyüklükteki buz kütlelerinin ağırlığı kutupları baskı altına alır ve ekvatorumuzun şişip patlamasına, en azından yeni bir bel kuşağı ihtiyacı göstermesine sebep olurdu. Okyanuslarda su seviyesinin düşmesi, ortaya yeni ve çok geniş karaların çıkmasına ve dünyanın her tarafında yağmurların azalmasına yol açar, bunlar da korkunç neticeler doğururdu.
Ay, dünyadan 240.000 mil (yaklaşık 400.000 km.) uzaklıktadır ve günde iki defa mey ana ge en med cezirler, onun varlığını bize nazikçe hatırlatır. Medler (su yükselme eri) azı yerlerde 60 feet (20 m.) yukarıya kadar çıkar, hattâ öyle ki, yerin kabuğu, ayın çekimi sebebiyle günde iki defa dışa doğru inçlerce (1 inç: 2,54 cm) kıvrılır. Ama her şey o kadar düzenlidir ki, okyanus alanını hareketlendiren ve o kadar oturmuş görünen yer kabuğunu metrelerce kıvıran müthiş gücün farkına varmayız. Eğer ay, diyelim ki, dünyaya 240.000 değil de 50.000 mil uzakta bulunsaydı, med hadiseleri o kadar büyük olurdu ki, bütün alçak karalar günde iki defa sularla kaplanır, dağlar kısa zamanda aşınıp toprak olur, hattâ belki de hiçbir kara parçası oluşmasına bile imkân olmazdı. Yer, şiddetli hareketlerle çatlar ve havadaki akımlar her gün tayfunlara yol açardı.
(Kısaca,) açıktır ki tabiatta bilgiye dayalı bir yönlendirme, bir yönetim söz konusudur. Eğer böyle ise, bu takdirde her şeyde bir de gaye var demektir.
(A.Cressy Morrison, Man Does not Stand Alone, NY, 1945)