-Acaba bir işi isteyerek yapmak mı yoksa -şartların müsait olmadığı bir yerde abdesti tastamam almak gibi- içten gelmese de vazife şuuruyla yapmak mı daha faziletlidir? Benim de böyle konuşma yapmak içimden hiç gelmiyor. Hatır için yapıyorum; hatır için yapınca da bu işin içinde Allah rızası olup olmadığına dair şüphem var.
-Acaba bizim ruhsuz, anlamsız içten gelmeyen, sözlerimizden dolayı mı bu insanlar hep oldukları yerde kalıyorlar? Ciddi bir aşk u heyecan yok.. ciddi bir canlılık yok.. ciddi bir adanmışlık yok.. ciddi bir kendini vakfetmişlik yok.. ciddi bir beklentisizlik yok.. “Ben ölüp ölüp dirileyim burada, hiç önemli değil, elverir ki Müslümanlığa ait en küçük şey ölmesin! Ben bin defa yurdumla yuvamla, çoluk çocuğumla, aile efradımla zir u zeber olup gideyim ama dinin en küçük emri ayaklar altında olmasın…” Bu heyecan, ruhlarda hasıl olmuyorsa insan bunu kendinden bilmeli.
يَا عِيسى عِظْ نَفْسَكَ فَإنِ اتَّعَظَتْ بِهِ فَعِظِ النَّاسَ وَإلاَّ فَاسْتَحْي مِنِّي
Ey İsa! Önce kendi nefsine nasihat et; o, bu nasihatı tuttuktan sonra başkalarına hayırhâh olmaya çalış; yoksa benden utan.” buyurur.
-Kendini yerden yere vurmayan bir insan bazen kaderi yerden yere vurur bazen de başkalarını. Oysa ki kabahat kendinden kaynaklanmakta, etrafına taşmakta ve çevresine de bulaşmaktadır. İnsan kendiyle yüzleşmeli ve her zaman “Tevbe ya Rabbi! Hata râhına gittiklerime. Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime!” (M. Naci) demelidir. Özellikle içinde bulunduğumuz enaniyet asrında bu mülahazaya çok ihtiyaç var; zira, kendisini böyle bir yere koyan insan, durması lazım gelen yeri de belirlemiş olur; yoksa o, zamanla hiçbir hatasını göremez hale gelir.
Kendini bir şey sayan lâşey demektir. Her şey bir şeydir, en densiz şey bile bir şeydir, fakat kendini bir şey sanan hiçbir şeydir. Kendini lâşey görmelisin ki nezd-i ulûhiyette bir şeye tekabül edebilesin.
-Rivayetlere göre, İbrahim Edhem (rahmetullahi aleyh) Belh’in padişahıymış. Bir gece, yumuşacık yatağına uzanmış yatarken aynı zamanda kendi kendine mırıldanıyormuş; “Allahım beni maiyyetinden mahrum etme; şu aciz kulunu Firdevs’inle şereflendir. Allahım, beni Peygamberine komşu eyle!..” türünden sözler söyleyerek dua ediyormuş. O sırada çatıda birinin yürüdüğünü fark etmiş, ayak sesleri duymuş. Hemen, “Kim var orada, sen kimsin?” diye bağırmış. Çatıdaki adam, “Merak etmeyin efendim; bir zarar verecek değilim, devemi kaybettim de onu arıyorum!” demiş. İbrahim Edhem, “Be adam, çatıda deve aranır mı?” deyince, aklını başına getiren şu cevabı almış: “A be sersem; sen Allah’ın maiyyetini yatakta arıyorsun ya!.. Peki yatakta Allah aranır mı, uzanmış yatarken Peygamber aranır mı!” İşte, bu sözler İbrahim Edhem’e yetmiş. Demek ki, kalbi ölmemiş ve vicdanı felç olmamış bir insanmış; duyduğu bir iki cümle onu kendine getirmeye kifayet etmiş. O gün malı-mülkü, makamı-mansıbı elinin tersiyle itmiş, saltanatı terketmiş ve varıp Mescid-i Haram’a kendini ubudiyete vermiş.
-İbrahim Edhem hazretleri bir gün, “Allahım, Senin uğruna her şeyi terkettim; burada rahmetinin tecellilerini ötede de Cemâlini görebilmek için yurdu-yuvayı arkada bıraktım; artık aşkınla beni parça parça etsen de, şu kalbim Senden başkasına kaymayacaktır.” mülahazalarıyla dopdolu olduğu bir sırada, metafta (Kâbe’nin etrafında tavaf yapılan yerde) oğlunu görür. Nasılsa, oğlu da onu görüp tanımıştır; göz göze gelir ve bir süre bakışırlar. Senelerin verdiği hasret, ikisini birbirine koşturur. İhtimal, onca sene ayrılıktan sonra, öyle bir karşılaşma Hazret’in his dünyasına büyük bir tûfan halinde tesir eder, onun gönlünde bir fırtına meydana getirir ve Hak dostu az da olsa içinin aktığını hisseder. Oğul kendini babasının kucağına atınca, o da yılların hicranıyla oğluna sarılır. Tam sarmaş dolaş olurlar ki, hâtiften bir ses gelir: “İbrahim, bir kalbde iki sevgi olmaz!” İşte o an İbrahim Edhem’den bir çığlık kopuverir: “Muhabbetine mani olanı al, Allahım!” Az sonra da oğlu ayaklarının dibine yığılır kalır.
-İbrahim Edhem hazretleri münacaatında önce “teşbib” (her şeyden önce sevgiliden bahsetme, ona karşı sevginin büyüklüğünü ortaya koyma ve talebi sona bırakma sanatı) yapıyor ve şöyle diyor:
هَجَرْتُ الْخَلْقَ طُرًّا فِي هَوَاكَا وَأَيْتَمْتُ الْعِيَالَ لِكَيْ أَرَاكَا
وَلَوْ قَطَعْتَنِي فِي الْحُبِّ إِرْبًا لَمَا حَنَّ الْفُؤَادُ إِلَى سِوَاكَا
“Ya Rabbi, Sen’in aşkına tutuldum da Sen’den gayrı her şeyi terk edip huzuruna geldim. Seni göreyim, Seni duyayım diye bütün aile efradımı yetim bıraktım. Eğer hiçbir şeye yaramıyor diye beni koparıp atacaksan, vallahi kalbim Sen’den başkasına asla teveccüh etmez, parça parça etsen bile Sen diye inlerim ben!”
إِلَهِي عَبْدُكَ الْعَاصِي أَتَاكَا مُقِرًّا بِالذُّنُوبِ فَقَدْ دَعَاكَا
وَإِنْ تَغْفِرْ فَأَنْتَ أَهْلٌ لِذَاكَا وَإِنْ تَطْرُدْ فَمَنْ يَرْحَمْ سِوَاكَا
“İlâhî! Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar. Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen’in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen’den başka kim affedebilir?!.”
وَإِنْ يَكُ يَا مُهَيْمِنُ قَدْ عَصَاكَا فَلَمْ يَسْجُدْ لِمَعْبُودٍ سِوَاكَا
“Kapına gelmiş ve Senin şefkatine nâil olmayı uman bu zayıf bîçârenin günahlarını affet. Her ne kadar defteri isyanla dolu olsa da, ey Müheymin, Sen’den başkasına secde etmedi, etmeyecek.”
Herkul.org’dan alınmıştır.
tweet