Mevla-yı Müteâl’in huzurunda bulunduğu esnada her şeyden alâkasını keser; kimi zaman kalbini ve zihnini meşgul etmesi muhtemel bazı hususlar –hatta çok ulvî duygular– akıp gelecek olursa, başını iki yana hafifçe sallar, adeta o hâliyle “Beyhude yorulma, kapılar sürmeli!..” der. Fakat bu hâl onda gayr-i iradîdir, tabiîdir.
Özellikle namaz sonrasındaki dualarda kollarını genişçe açar, ellerini kaldırabildiği kadar kaldırır ve semadan bir kısım şeyler koparacakmışçasına Hakk’a yalvarır. Hususiyle, iman duygu ve düşüncesiyle alâkalı bir talebini Hazreti Mevlâ’ya arz ederken elleri ve kolları da hâl diliyle “Ver Allahım ver!” diye inler.
Şayet, ümmet-i Muhammed’in (aleyhisselâm) bir derdini, bir problemini ve bir ızdırabını mülahazaya almışsa, yine başını iki yana doğru “Uzak et Rabbim, uzak et!” dercesine hızlı hızlı çevirir. Bir kere daha belirtmeliyim ki, Hocamızın bu tavrı, irade dışı olarak kalbinin refleksi ve tabiatının tepkisi şeklindedir.
Büyüklerinin her hâlinde bir hikmet arayıp onları taklide meyleden bazı dost ve arkadaşlarımız, aynı Hocamız gibi yapmaya başlayınca, muhterem Hocaefendi onları ikaz etmiş ve “Şayet hareketleriniz içinizin yansıması ve tabiî hâlinizin gayr-i iradi uzantısı değilse, mübalağa etmiş, riyaya girmiş ve namazı da, duayı da kirletmiş olursunuz. Herkes kendi kulluk ufkuna göre bir çizgi tutturmalı ve asla taklide, sun’îliğe, riyaya düşmemeli!..” demiştir.
Aziz Hocamızın kendine has bir tavrı da İnsanlığın İftihar Tablosu’nun adını her duyuşunda ya da zikredişinde hemen toparlanması, öne doğru hamle yapması ve salavat getirdiği aynı anda adeta ayağa kalkacakmış gibi doğrulmasıdır.
İşte, yine Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in isminin zikredildiği bir anda, O’na salat ü selam edip doğrulduğu bir sırada, salonda bulunanlardan bazılarının da kendisi gibi yaptıklarını görünce muhterem Hocamız şunları söylemiştir: Bilhassa günümüzde, imandan sonraki en önemli mevzuların başında Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz’e saygı meselesi gelir. Ne var ki, O’na karşı saygı ve hürmeti, bazı arkadaşlarınızın O’nun adını duydukları zaman ayağa kalkacakmış gibi yapmalarında aramamak gerekir.
O türlü tavırlar bazen tekellüf (zorlama ve yapmacık) de olabilir. Şayet tabiatınıza mâl olmuşsa, onu siz hiç düşünmeden yaparsınız ve o mazur görülebilir. Fakat o hareket sizin için tabiî değilse ve bir refleks hâlinde içinizden kaynaklanmıyorsa, başkalarını taklit ederek öyle davranmanız tasannu olur. Öyle bir taklide riya bulaşır.
Gerçi, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (aleyhi ekmelüssalâvâti ve eblağutteslîmât) ismi zikredilince mezardaki emvat kıyam etse, Efendimiz’in yâd-ı cemîline karşılık o bile azdır. Bu itibarla, Nebiyy-i Muhterem Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in ismini duyduğumuzda biz de ayağa fırlasak sezâdır; ne var ki, dinin emretmediği bir şeyi ihdas etmek ve umumileştirmek büyük hatadır.. yeni icatlar çıkarmamak lazımdır.
Belki, Nâm-ı Celîl-i Muhammedî zikredilirken “Allahumme salli ve sellim ve barik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve ashâbihî ecmaîn – Allahım selam, rahmet ve bereketin Efendiler Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa’nın, O’nun tertemiz, pırıl pırıl aile fertlerinin ve her biri bir i’lâ-yı kelimetullah kahramanı olan bütün ashabının üzerine olsun!” demeli ve bu salat ü selamların arkasına hep büyük büyük rakamlar takmalı.
“Binlerce salat ü selam” demeyi kafi görmemeli, “milyonlarca”yı yeterli bulmamalı, “kâinatın zerratı adedince” ilavesini bile az saymalı ve ancak “biadedi ilmike ve biadedi ma’lumâtike” sözünü telaffuz edince “Oh şimdi oldu!” demelidir. Çünkü Allah’ın ilminin ve malumatının sınırı yoktur. Bu kayıt, “Allah’ım, Habib-i Ekrem Efendimiz’in, ailesinin ve ashabının üzerine sınırsız rahmetini sağanak sağanak yağdır!” manasına gelir. İşte, böyle bir iştiyakla O’na salat ü selam etmek O’nun hakkı, bizim de vazifemizdir.
Evet, bu O’nun hakkıdır; hem de Nam-ı Celîl-i Muhammedî’nin her zikredilişinde hakkıdır, bizim de borcumuzdur. Zira O gözlerimizi açmasaydı, bu kâinatı okumasıydı, hilkatin gayesini bize öğretmeseydi, echel gelip echel gidecek ve –hafizanallah– gözü kapalı, kulağı kapalı, kalbi kapalı, idraki kapalı varlıklar gibi yuvarlanıp bir çukura düşüverecektik. Öyleyse, M. Akif ’in samimi sözleri her zamanki mülahazalarımızın esasını teşkil etmelidir:
“Dünya neye malikse O’nun vergisidir hep,
Medyûn O’na cemiyeti, medyûn O’na ferdi;
Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet,
Ya Râb, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret”
Işık Yayınları, Osman Şimşek, “İbretlik Hâtıralar” adlı kitaptan alınmıştır.