- Denizin çok faydası vardır, ama yüzmek bilmeyen için selâmet, kıyısında bulunmaktır.
- Görmez ve bilmez misin ki, herkes makam sahibinin önünde el pençe divan durur ve onu över. Fakat talihi dönünce, bu göbek üzerindeki ellerin parmakları, önünde iki büklüm olduklarının gözlerini oymak isterler: dünlerinin utanç verici riyakârlıklarının şâhidi kalmaması için.
- Parlak bir gün ışığında kâfurî mum yakarak aydınlanan ahmağın, çok geçmeden, kandiline koyacak yağ bulamadığım görürsün.
- Ey elinin altındakini inciten şeklî kudretin sahibi adam! Bu hal, bakalım, ne kadar sürer? Hükümranlıkları omuzlarında taşımış olanların kemiklerine, gadre uğramışların torunlarının basmayacağına dair elinde senedin var mı?
- İki insan boş yere meşakkat çekmiş, uğraşmıştır;kazanıp da yemeyen, ve öğrenip de yapmayan.
- Kötülükten kaçınmayan bir bilgin, meş’ale tutan bir kör gibidir ;doğru yolu gösterir, ama kendisi görmez.
- Geçip giden bir şeye gönül bağlama. Dicle Nehri, Halife’den sonra da Bağdat’tan çok geçecektir. Elinden geliyorsa, hurma gibi cömert ol; aksi takdirde, selvi gibi âzade kal.
- Üstünlüğünü anlasınlar diye başkalarının sözünü kesen kimse, kendi cahilliğinin derecesini anlatmış olur.
- Kuş, başka bir kuşu tuzağa düşmüş görünce tane’ye yaklaşmaz. Sen, başkalarının başına gelenden ibret al ki, başkaları senden ibret almasın.
- Mal hayatın rahatlığı içindir. Hayat, mal toplamak için değil. Akıllı bir adama sordular: “Bahtiyar kimdir, bedbaht kimdir?” “Bahtiyar, yiyip ekendir,” dedi. “Bedbaht da, ölüp bırakmış olan.”
- Dervişin biri dua ederken, “Allah’ım, sen kötüleri esirge,” diyordu. “İyileri zaten esirgemişsin, çünkü onları iyi yaratmışsın.”
- On insan bir sofrada yemek yer; iki köpek, bir leşin başında uyuşamaz. Hırs azgını, bir cihanla açtır; kanaat sahibi, bir ekmekle tok.
- Gücü yetiyorken iyilik etmeyen, güçsüzlük zamanında sıkıntı çeker.
- Alçak adam, bir kimseyi hünerle alt edemeyince, kötülükle, ardından yermeye başlar.
- Rüşvet olarak beş tane hıyar yiyen kadı, on tane bostan tarlasını sana mal eder.
- İki düşman arasında öyle konuş ki, barıştıkları zaman mahcup olmayasın.
- Bir işi yapıp yapmamakta tereddüde düştüğün zaman, en az gönül kıran tarafını seç.
- Haddinden fazla hiddet nefret uyandırır. Vakitsiz yumuşaklık, heybeti giderir. Ne kendinden bıktıracak derecede sert ol, ne de elâlemi tepene çıkaracak derecede yumuşak.
- Padişah, düşmanlarına, dostlarının güvenini yok edecek derecede hiddetlenmemelidir. Hiddetin ateşi önce sahibini yakar; yalazı da düşmana ya ulaşır, ya ulaşmaz.
- Düşman her türlü hileden âciz kalınca, dost görünür, sonra, dostluk öyle işler yapar ki, düşman yapamaz. ’
- Yılanın başını düşmanına ezdir.
- Çabuk meydana gelen her şey uzun zaman kalmaz.
- Başkalarının gizli ayıplarını ortaya serme; onları maskara, kendini güvensiz edersin.
- Yiyen ve yediren cömert, oruç tutan âbid’den [ibadet eden] iyidir.
- Kuvvetsiz fikir hiledir, efsundur; fikirsiz kuvvet ise, cahillik ve delilik.
- Misk, koku veren nesnedir-aktarın söylediği değil. Bilgin de aktar tablasına benzer-sessizdir, ama hüneri görünür. Cahil savaş davulunu andırır ,sesi yüksektir, içi boş.
- Bir ömür sarfederek kazanılan bir dostu, bir anda gücendirmek doğru olmaz.
- Hayatında, ekmeği yenmeyen kimsenin adı, ölümünden sonra anılmaz.
- Eğer yarasına merhem sürüp önüne biraz dünyalık koymayacaksan, kırıp geçiren yılın darlığı içinde, zavallı yoksula, “Nasılsın?” deme.
- Zavallı hırs azgını! Dünyanın her tarafına seğirtir durur rızkın peşinde o, onun peşinde de ecel.
- Yolunu şaşıran zengin, altın suyuna batırılmış kerpiçtir. Faziletli yoksul, toz toprak içinde kalmış dilberdir. Biri, Musa’nın yamalı hırkasıdır, öbürü, Firavun’un süslü sakalı. İyiliğin sıkıntısı feraha, kötülerin saltanatı uçuruma karşıdır.
- Kıskanç adam, Allah’ın verdiği nimetleri kıskanır, günahsızlara düşman olur.
- Sakın kıskanç insana beddua etme. O zavallı zaten belânın içinde yaşıyor. Peşinde, haset gibi bir düşmanı dururken, ona, senin düşman olmana gerek var mı?
- İsteksiz öğrenci parasız âşıktır. İrfansız gezgin kanatsız kuştur. Bildiğini yapmayan bilgin meyvasız ağaçtır. Bilgisiz softa kapısız evdir.
- Kur’an, insanların güzel huylar kazanmaları için inmiştir; yazılı sûreleri kuralı ile okunsun diye değil. İbadet eden cahil, yürüyen bir piyadedir. İhmalci bilgin, uyuyan bir süvaridir. Allah’a yalvaran günahkâr, kafasında kibir taşıyan âbidden [çok ibadet eden] iyidir.
- Birine, “Bildiğini yapmayan bilgin neye benzer?” dediler. “Balsız arıya,” dedi.
- Alın teri ile yediğin sirke ile tere, ağanın ekmeğinden, kuzusundan daha iyidir.
- Tahminle ilâç içmek, bilinmeyen yola kervansız çıkmak doğru değildir.
- Muhammed Gazzali’ye, “Bilgide bu dereceye nasıl ulaştın?” dediler. “Bilmediklerimi çekinmeden sormakla,” dedi.
- Kötülerle düşüp kalkan kişi, huylarını kapmasa bile, onların yolunda gitmiş olmakla suçlandırılır. Bir kimse, namaz kılmak için meyhaneye gitse, şarap içmiş sayılır.
- Çocukluğumda pek sofu idim. Daima geceden kalkardım. Zâhitliğe, perhize pek düşkündüm. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Hiç gözlerimi yummamış, elimden Kur’an-ı Kerîm’i bırakmamıştım. Bir takım insanlar da etrafımızda uyuyorlardı. Babama, “Şunlardan bir tanesi bile başım kaldırıp bir iki rekat namaz kılmıyor,” dedim. “Ölü gibi yatıyorlar.” Babam, “A babasının canı,” dedi, “elâlemin dedikodusunu edeceğine keşke sen de uyusaydın.”
- İki kardeş vardı. Biri devrin padişahına hizmet ediyor, diğeri ise, kendi ekmeğini kendi alınteri ile kazanıyordu. Padişaha hizmet eden, fakir kardeşine dedi ki: “Sen de niye benim gibi padişaha hizmet etmiyorsun? O zaman her gün kan ter içinde kalmazsın.”Kardeşi, “Sen de kendi emeğinin geliri ile ekmeğini kazanırsan, padişaha hizmet etme zilletinden kurtulmuş olursun,” diye cevap verdi. Bilgeler demişler ki: ‘Kendi kazandığını yiyip oturmak, altın kemer takıp divan durmaktan iyidir.
- Bir gün dostlarımdan biri bana hamamda hoş kokulu bir kil verdi. Kile sordum: “Miskmisin, yoksa amber mi? Gönülleri meftun eden kokudan ben sarhoş oldum.” Kil, “Ben değersiz bir kildim,” diye cevap verdi. “Ama bir zaman gül ile bir arada bulundum. Arkadaşımın olgunluğu bende iz bıraktı. Yoksa, ben gene aynı toprağım.”
- Bir bilgeye, “Edebi kimden öğrendin?” diye sordular. “Edepsizlerden,” dedi. “Çünkü bana bunların neleri bana hoş gelmedi ise, onları yapmaktan kaçındım.”
- Ahmağın biri, saygısızca, bir bilginin yakasına sarılmıştı. Calinus [ünlü Yunan hekimi. 131-201] bunu gördü ve dedi ki: “Eğer bu adam gerçekten bilgin olsa idi, cahil bir adamla işi bu derece azıtmazdı.”
- Bir bilgeye sordular: “Yiğitlik mi daha iyidir, cömertlik mi?” Cevap verdi: “Cömert olanın yiğitliğe ihtiyacı yoktur.”
- Bir kubbenin üzerinde otlarla bağlanmış bir kaç taze gül gördüm. “Şu değersiz otun, gülün yanında bitmesi olacak şey mi?” dedim. Ot ağladı: “Sus,” dedi, “keremsiz dostluk olmaz. Güzelliğim, rengim, kokum yoksa da, onun bahçesinde bitmemiş miyim?”
Biz, öğüdü yerinde verdik ve ömrümüzün bir kısmını bu uğurda tükettik. Sözümüz, kimsenin rağbet kulağına girmese bile, elçilere düşen, sadece haber götürmektir.