Beş vakit içerisinde “Salât-ı vustâ”; Cuma gününde “vakt-i icâbe” (duaların umumiyetle kabul olacağı saat), insanlar arasında Hızır aleyhisselam ve sair velî kullar, Ramazan ayında Kadir Gecesi, bütün tâat ve ibadetler içerisinde rıza-yı ilâhî, kainâtın ömründe kıyamet ve ferdin hayat çizgisinde ölüm ânı gizlendiği gibi Esmâ-i Hüsnâ arasında da İsm-i A’zam saklı tutulmuştur. Mü’minlerin sürekli uyanık ve dikkatli olmalarına, devamlı Allah’a ibadet ve tâat içerisinde bulunmalarına ve her varlığı, her hadiseyi dikkate almalarına vesilelik eden bu gizlilik nüktesi, bir yönüyle Kur’an-ı Kerim’in insana ifade ettiği manalar ve onun esrarı hususunda da geçerlidir.
-Bir Türk atasözünde “Her geceyi Kadir, kapına gelen her insanı da Hızır bil!” denir. Evet, her geceyi “Kadir” diye ihya eden insanın, bir gün “Kadir”i yakalaması muhakkaktır; her gelen insanı “Hızır” bilip ona ihsanda bulunanın da, bir gün “Hızır”la karşılaşması mukadderdir anlayışıyla hareket edip her fırsatta kurtuluşumuza vesile aramamız gerekmektedir.
-Pek çok zat ‘İsm-i A’zam’ı (en büyük isim) öğrenip onun zikrine devam etmek istemiş, bu istikamette çok gayret göstermiş ve İsm-i A’zam’ın Allah’ın (celle celâlühû) isimlerinden hangisi/hangileri olabileceği hususunda farklı mülâhazalar sergilemişlerdir. İmam-ı Gazzalî Hazretleri, Esma-yı İlâhiye’den “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimlerini İsm-i A’zam olarak kabul etmiş; haklarında bir risalecik yazarak onları okumanın değişik hastalık ve belalara şifa ve kalkan olacağını söylemiştir. Gümüşhânevî Hazretleri de, onun dualarını Mecmûatu’l-Ahzâb’a dâhil etmiştir. Mesela, on defa “Allahu ekber” dedikten sonra “Bismillâhirrahmânirrahîm”le başlayıp “Ferdun, Hayyun, Kayyûmun, Hakemun, Adlun, Kuddûs” demenin şerlilerin şerrinden korunmaya ve zafer kazanmaya vesile olacağını nakletmiştir. Üstad Hazretleri de, Sekîne ve Tahmîdiye gibi duaların başında bu isimleri zikretmiştir. Haddizatında “kendisiyle dua edildiğinde kabul gören, bir şey istenildiğinde icabette bulunulan” İsm-i A’zam hakkında Efendiler Efendisi’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelen değişik rivayetler de mevcuttur. Bu rivayetler bazı dua mecmualarında bir arada verilmiştir. Bununla beraber Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm); “Şu isim, İsm-i A’zam’dır.” diye bir beyanda bulunmamış, dolayısıyla da İsm-i A’zam, tıpkı Kadir gecesi, icabet saati, Hızır (aleyhisselâm) gibi gizli kalmıştır. Allahu a’lem, murad-ı İlâhî, bütün Esmâ-yı Hüsnâ’sıyla Kendisine teveccüh edilmesidir.
-Siyer kitaplarında anlatıldığına göre, Hazreti Ömer efendimiz vefat ettikten sonra Hazreti Abbas (radiyallahu anhüma) onu rüyada görmek için adeta can atıyor. Fakat, hemen her zaman o arzuyla gözlerini yummasına rağmen tam altı ay boyunca onu hiç göremiyor. Nihayet altı ayın sonunda Hazreti Ömer’i rüyasına misafir ediyor. Bu beklemenin sebebini soracak olunca Hazreti Ömer “İşin içinden ancak sıyrılabildim; hesabım yeni bitti!” diyor. Rüyanın devamında, Hazreti Abbas soruyor, “Ya Ömer, Cenâb-ı Hak seni ne ile affetti, hangi amelinden dolayı bağışladı?” diyor. Hazreti Ömer Efendimiz şu cevabı veriyor: “Bir gün sokağa çıkıp bakmıştım ki, bir çocuk bir kuşu yakalamış, elinde hırpalıyor. Hemen onun yanına koşmuş; cebimden üç-beş kuruş çıkarıp o çocuğa vermiştim. Böylece kuşu satın alıp âzâd etmiştim. Mizanda işte o amelimden dolayı kurtulduğumu söylediler.”
-Harun Reşid’in hanımı Zübeyde Hatun çok saliha bir kadındır. Mekke-i Mükerreme’den Arafat’a kadar su kanalları döşetmiş, o mukaddes beldeyi çeşmelerle donatmış ve Rahman’ın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için yüzbin altın harcamıştır. Bütün hayatı hayır ve hasenât peşinde geçen bu mualla kadıncağız vefat ettikten sonra, birisi onu rüyasında görmüş ve ona demiş ki, “Dünyada Allah için bu kadar büyük hayırlar yaptın, kim bilir Hak Teâlâ sana Cennet’te ne yüksek bir makam bahşetti!” Zübeyde Hatun’un cevabı şöyle olmuş: “Evet doğru, Rabb-i Rahîm bana gerçekten de yüce bir makam ihsan eyledi; fakat, bu yüce makamı yaptırmış olduğum hayır müesseseleri nedeniyle vermedi. Bir gün, bulunduğum mecliste ilahîler okunuyor, kasideler söyleniyordu. Sâzendelerin sazlarına vurdukları bir sırada minarelerden ezan-ı Muhammedînin yükseldiğini duymuştum. Hemen “Susun, ezanı dinleyelim!” deyip oradaki herkesi susturmuştum. İşte, sorgu-sual anında, amellerim birer birer sayılıp döküldü. Arafat’a kadar su kanalları döşeme de vardı onlar içinde. Fakat bana denildi ki, “Seni ezana karşı göstermiş olduğun o saygından dolayı bağışladık.”
-İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bazı ehl-i hakikat demişler ki: “Bir ân-ı seyyale vücud-u münevver, milyon sene vücud-u ebtere müreccahtır.” Mesela, Allah’a iman ederek bir an yaşamak, O’nu tanımaksızın milyon sene yaşamaktan daha iyidir. Evet, bir ân-ı seyyâle öyle bir ruh hâleti yakalarsınız ki, bütün gönlünüzle “Allah’ım, bir saniyecik Sen’in maiyyetine erme uğrunda bin defa ölürüm!..” dersiniz. Bu öyle bir haldir ki, Allah o küçücük çekirdekten kocaman bir şecere-i Tûbâ yaratır. Öbür tarafa gittiğinizde, o minnacık düşüncenin sizin Cennetinizin çekirdeği olduğunu görürsünüz. İman nuruyla aydınlattığınız o bir anlık zaman diliminde zihninizi dolduran o nurlu düşüncenin, ötede sizin için Cemal’in de, Rıdvân’ın da esası haline geldiğini müşahede edersiniz.
-Zikredilen bütün gizli hazineleri bulup onlardan istifade edebilmenin şartı dikkat, teyakkuz, temkin ve sürekli teveccüh olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’deki esrârı çözmenin şifresi de onun her bir harfinde, kelimesinde ve ayetinde pek çok mücevherin bulunduğuna gönülden inanmak, mütemadî teveccühte bulunmak ve ısrarlı gayretle onları bulup ortaya çıkarmaya çalışmaktır.