Yazmaktan bile utanıyorum… Suriyeli mülteci kardeşlerimizdi onlar bizim, ülkeleri iç savaşın içinde olunca en güvenilir gördükleri din kardeşlerinin bulunduğu ülkeye Türkiye’ye koştular.. Sığındılar… Sığınmak ne demek biz onları veda tepesinde hoş geldinler ile karşılamamız gerekirdi, ama yapamadık.
O Devlet-i Alî’nin hamiliği yoktu biz de, muhacir muamelesi yerine sığınmacı muamelesine tabi tuttuk. Mülteci dedik kamp kurduk, ama insani olduğunu söyleyemeyeceğimiz şartlarda onlara yer verdik o yüzden gönüllerine giremedik, dertlerini çözemedik ve yalnız bıraktık.
Onların çoğu kendi başlarının çaresine bakmak üzere ülkeye baştan başa yayıldılar. Ama gittikleri şehirde istismara uğradılar, çalıştırıldılar yevmiyelerini alamadılar, ev kiraladılar iki katı fiyat istediler. Onlarda güvenli bulamadıkları bu Müslüman ülkeden de kaçma planları yaptılar… Batıya..!
Batıya giderken battılar… Batırıldılar… Orada da ihanete uğradılar. Yollarda onlara sahte can simitleri sattılar, teknelerle gece vakti batı sahillerine götüreceğiz dediler ya denizin dalgalarında boğuldular ya da aldatılıp başka bir sahile götürüp ümitlerini de çaldılar.
Büyük ülke, misafirimiz deyip ülkenin her yerine salmamalı idi. Halkıyla elele bu muhacirlere ensar olmalıydı. Paylaşmalıydı. Ama maalesef o civanmertliği gösteremedik. Şimdi cami avlularında, yol kenarlarında dilenenleri görünce kanıksamaya da başladık, vurup geçiyoruz yokmuş gibi.. Ah İnsanlık; nereye kayboldun!..
Onlarda bir şairlerinin dediği gibi;
“Artık yorulduk, göç etmekten, taşınmaktan, isimsizlikten, unutulmaktan, ağlamaktan, aç kalmaktan, çıplak kalmaktan, yalnızlıktan, utanmaktan, sevgisizlikten ve hasret kalmaktan, ölmekten, ev bulamamaktan, sesimi duyuramamaktan, çığlık atmaktan, dönmek istiyorum demekten ve bu savaş bitsin demekten artık yoruldum”
Artık ağlamalarda kesildi, gözpınarları kurudu, içten içe analar babalar sessizce ağlamaya durdular. Çocuklarının geleceğini kurtarma adına kendilerini fedaya adadılar. Medyayı taradığımızda herkes Suriyelilerin dramı diye yüzlerce yazı ve haber kaleme alıyor görüntü çekiyor. Artık yorulan kardeşlerimiz çözüm bekliyor haber değil.
Vatansızlık, ilgisizlik, yalnızlık ve itilmişlik onların canına tak etmiş durumda. Dertli dertli söyleşip çığırıyorlar…
“Ey vatanım ve sevgilim, sen nerelerdesin,
ben şimdi nerelerdeyim, bir birimizden haberimiz var mı?
Ayrıldığımızdan bugüne kadar ne kadar zaman geçti,
ancak senden bir haber alamadım.
Suriye, Suriye’nin her yerinde yaşayan kardeşlerim sizlere selam olsun,
acaba tekrar dönerde eskisi gibi birlikte çalışıp bu ülkeyi imar edebilir miyiz?
Annelerimiz çağırıyor, çocuklarım gitti acaba geri gelirler mi?
Acaba gidenlerden birileri haber getirebilir mi?
Ağlıyorum bu hale ve göz yaşlarım iki yanağımdan yana süzülüyor,
yarama tuz basarak acımı bastırmaya çalışıyorum ey sevgili vatanım.
Bu vatanın çocukları nerede? Suda mı, toprak altında mı?
Acaba hangi ülkede haberiniz var mı?
Ey vatanım ve sevgilim, sesimi yükseltmekten içime kahır bastı,
döneceğim ey vatanım bekle beni yeter ki sen ağlama.
Ey Suriye içinde kimse kalmadı, kimsesiz kaldın ama bekle döneceğim sana.
Ey vatanım biliyorum, sokakların ve mahallerin boş ve yaşlıların seni terk etti.
Biliyorum sen de benim gibi ağlıyorsun ama ne yapabilirim sana bekle beni memleke
(Photo/Muhammed Muheisen)
Ama biz niye böyleyiz, neden kendimizi onlara sahip çıkmaya adayamıyoruz. Çünkü o kadar dünyevileştik ki, bize dokunur diye insanlığımızla yüzyüze gelemiyoruz, yalancı süslü dünyamız bozulur diye ilgilenemiyoruz. Nefsimiz o muhacirlere el uzatmaya izin vermiyor. Bir sadaka vermekle, SMS ile 5 TL göndermekle vicdanımızı susturuyoruz.
Kamplar dışında kalan kadın ve çocukların acil şekilde korunması, hayat kalitesinin artırılması ve istismara fırsat verilmemesi gerekir. Kadın sığınmacıların ‘dini nikâhla kandırıldığı’ ve ‘fuhuş ağına düşürüldüğü’ yönündeki iddialardan bahsediliyor. Tüm bunların birinci sorumlusu ülkenin hükümetidir.
Sahabe şuuru ne idi; Yaşatma İdeali idi. Yani başkası için yaşama. Evet, Allah şuurla sinelerimize öyle ızdırap tohumları saçsın ki, başkaları huzura kavuşacağı ana kadar bize, kendi huzurumuzu, sıcak yuvamızı ve çoluk çocuğumuzla hemdem olmayı unuttursun!
Gerçekten ızdırap içinde çoluk çocuk inim inim inleyen Suriyeli kardeşlerimize ferdan ferda sahip çıkmalıyız. Mahallemizin misafirleri deyip onları koruyup gözetmeliyiz. Allah muhafaza üç sene önce onların da hayalinden geçmezdi bu zulüm ve vatanlarından kaçış.. Biraz empati yapmalıyız..
Çok güzel. Hayret bu tarife ne kadar da uydum?