Efendimize peygamberliğin gelmesiyle birlikte, insanların hidayete ermesi için “uyarma” faaliyetleri de gece-gündüz başlamış oluyordu. Dinin tebliğ ve temsili Efendimizin ruhunun ufkuna yürüyeceği ana kadar devam etmişti. Ancak, Efendimiz ve Müslümanların hicretten önceki Mekke dönemleri çok sıkıntılı geçmiş, tek bir Allah’a inandıklarından dolayı her türlü eza ve cefaya maruz bırakılmışlardı.
Tebliğin ilk beş yılında Erkam b. Erkam’ın evi önemli bir misyon yüklenmişti. Gelecekte İslâm davâsını omuzlayacak mü’minler burada Efendimizden iman dersini bizzat tahsil ediyorlardı. Ancak her geçen zaman bir yönüyle aleyhlerine işliyordu; Erkam b. Erkam’ın evinde, Efendimizin dizinin dibinde adeta ötelere yelken açan bu çilekeş mü’minleri dışarıda tam tersi bir durum bekliyordu. Evden ayrılanlar hemen takibe alınıyor, özellikle zayıf ve korumasızlar amansız bir şiddete maruz kalıyorlardı. Kureyş müşrikleri, kendi kabilelerinden iman eden kimseleri dinlerinden döndürmek için hapsediyor, ateşle dağlıyor, kırbaçla dövüyor, aç-susuz bırakıyor, türlü işkencelere tabi tutuyor ve zaman içerisinde bu işkencelerini sürekli artırıyorlardı. Her geçen gün daha bir acımasızlaşan Mekkeliler Müslümanlara yaşama hakkı tanımıyorlardı. Bütün bunlar Efendimizin gözleri önünde cereyan ediyordu. Resûlullâh (sav), kavminden bir grubun ve amcası Ebû Tâlib’in himayesinde olduğu için ashabının başına gelen eziyetlere maruz kalmıyordu. Bu duruma kalıcı bir çözüm bulmak zorunluluğu belirmişti. Vahyin gelmesinden beş yıl sonra idi ki, Allah (cc) Peygamberine Cebrâîl vasıtasıyla bir yol gösterdi:
“(Ben’den naklen onlara) de ki: “Ey iman etmiş bulunan kullarım! Kalbiniz O’na karşı saygıyla dopdolu olarak, Rabbinize karşı gelmekten, dolayısıyla O’nun azabından sakının. Bu dünyada Allah’ın kendilerini gördüğünün şuuru içinde hep iyilik düşünen ve iyilik yapanların karşılığı mutlak iyiliktir. (Yalnızca O’na ibadet etme imkânına kavuşmak için) Allah’ın arzı geniştir. (Allah’a ibadet edebilme yolunda) her türlü sıkıntıya katlananlara mükâfatları hiç şüphesiz hesapsız bir tarzda ödenecektir.”[1]
Âyet, hicretin mana ve önemine işarette bulunmakta, dolayısıyla müminlerin kalplerini de hicrete hazırlamakta idi. Herkese açıktan hicret emri vermemekle birlikte bu yolu tercih edecekler için dinlerini daha rahat yaşayabilecekleri yerlerin de var olduğundan bahsediyordu. Yeryüzünün genişliğinden bahseden âyet, aynı zamanda bir çıkış yolu da göstermiş bulunuyordu. O vakit, bir yere sıkışmanın, ibadetleri sıkıntıyla yapmak zorunda kalmanın manâsı yoktu. Bütün bunları göz önünde bulunduran Efendimiz, o güne kadar iman etmiş bulunanlara;
“Siz şimdi yeryüzüne dağılın. Yüce Allah sizi yine bir araya toplar!” buyurdu. Müslümanlar:
“Yâ Rasûlallâh! Nereye gidelim?” diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.), Habeş ülkesinin bulunduğu yana eliyle işaret ederek:
“İşte, oraya! Habeş toprağına giderseniz iyi olur! Çünkü orada yanındakilerin hiçbirine zulmetmeyen bir kral vardır. Hem, orası bir doğruluk ülkesidir. Yüce Allah içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açıncaya kadar, siz orada bulunun!” buyurdu[2].
Ümmü Seleme vâlidemize göre Efendimizin bu husustaki beyanı şöyle idi: “Habeş ülkesinde, hiç kimsenin zulme maruz kalmadığı bir kral var. O ülkeye gidin. Allah size bir ferahlık verecek ve bulunduğunuz durumdan sizi kurtaracaktır.”[3]
İbn Hişam, Efendimizin ifadelerini şu şekilde veriyor: “Habeş toprağına çıksanız, orada öyle bir Kral vardır ki onun yanında kimseye haksızlık edilmez. Orası iyi bir topraktır, Allah size içinde bulunduğunuz halden bir çıkış gösterinceye kadar kalırdınız.”[4]
Habeşistan’a iki defa hicret yapıldı. İlk hicret, nübüvvetin beşinci yılında ve Recep ayında gerçekleşti. Habeş ülkesi Kureyşliler tarafından bilinen bir yerdi. Efendimiz tarafından da bilinen ve aynı zaman da sevilen Habeşistan’la, Kureyşliler öteden beri ticaret yapar, geçimlerini sağlamak için buraya sürekli gidip gelirlerdi. Burası aynı zamanda emniyetli bir yerdi. Bu sebeplerden ötürü Efendimiz (sav), Müslümanların hicret için ilk olarak Habeş ülkesine gitmelerini tavsiye ediyordu.
Müslümanlar, dinlerini daha rahat yaşayabilmek, Kureyş müşriklerinin tazyiklerinden kurtulmak için kimi yalnız başına, kimi ailesiyle birlikte, kimisi yayan, kimisi de binitli olarak Habeş ülkesine hicret etmek üzere Mekke’den gizlice yola çıktılar. Bu ilk kutlu kafilede sahabeden şu isimler yer alıyordu:
1- Hz. Osman b. Affan,
2- Hz. Osman’ın zevcesi Hz. Rukayye,
3- Ebû Huzeyfe b. Utbe,
4- Ebû Huzeyfe’nin zevcesi Sehle Hatun,
5- Zübeyr b. Avvâm,
6- Mus‘ab b. Umeyr,
7- Abdurrahman b. Avf,
8- Ebû Seleme b. Abdulesed,
9- Ebû Seleme’nin zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
10- Osman b. Maz‘un,
11- Âmir b. Rebia,
12- Âmir b. Rebia’nın zevcesi Leyla Hatun,
13- Ebû Sebre b. Ebî Rühm,
14- Ebû Sebre’nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun,
15- Hâtıb b. Amr,
16- Süheyl b. Beyzâ,
17- Abdullah b. Mes‘ûd
On iki erkek ile beş kadından oluşan bu ilk hicret grubu[5], İslâm’da Habeş ülkesine hicret yapan ilk grup idi. Mekke’den gizlice ayrılmış bulunan bu ilk hicret kafilesi Şuaybe’ye vardıklarında, Allah’ın bir lütuf ve inayet eseri olarak orada bulunan iki tüccar gemisi ile karşılaştılar. Muhacirleri adam başı yarım dinar karşılığında Habeş ülkesine götürmek üzere gemilerine aldılar. Kureyş müşrikleri hicret eden bu on yedi kişilik grubu yakalamak için arkalarına düşmüşler ise de deniz sahiline vardıklarında Muhâcirler vapura binip denize açıldıkları için onlardan hiçbirini yakalayamamışlardı.
Nübüvvetin beşinci yılında Recep ayında Habeş ülkesine hicret eden Müslümanlar Şaban ve Ramazan ayını orda geçirdiler. Rahat ve huzur içinde ibadetlerini yapabiliyor ve Kur‘ân’larını okuyabiliyorlardı. Bir ara Mekkelilerin Efendimizle birlikte secde ettiklerini [Müslüman olduklarını, (Garanik hadisesi)], Mekke’de kalmış bulunan Müslümanların güvenliğe kavuştuklarını ve Velid b. Muğîre ve Ebû Uhayha gibi müşriklerin Efendimizin arkasından secde ettikleri söylentileri yayılınca “Bunlar Müslüman olduktan sonra, Mekke’de Müslüman olmayan kim kalır? Bize, kendi kavim ve kabilemiz daha sevgilidir! Onlar iman etmiş olunca, dönelim yanlarına!” dediler. Bu düşünceden hareketle otuz üçü erkek, altısı kadın, otuz dokuz kişilik bir kafile[6] nübüvvetin beşinci yılının Şevvâl ayında yurtlarına döndüler. Ancak Mekke’ye yaklaştıklarında bu haberin asılsız olduğunu duydular. Bununla birlikte tekrar Habeş ülkesine dönüp gitmek de kendilerine çok ağır geldi. Bir kısmı himaye ile bir kısmı da gizlice Mekke’ye girdi.
————–
[1] Zümer Sûresi, (39)/10. Ayrıca konuyla ilgili bkz. Nisâ Sûresi, (4)/97; Ankebût Sûresi, (29)/56.
[2] M. Âsım Köksal, İslâm Tarihi 1-2, Peygamberler Peygamberi Hazreti Muhammed Aleyhisselâm ve İslâmiyet, İstanbul 2010, Işık Yayınları (3. Baskı), s. 363.
[3] İbn İshak, Siyer, (Yay. Haz. Muhammed Hamidullah) (Müt. Sezai Özel), İstanbul 1988, s. 273.
[4] Ebû Muhammed Abdülmelik bin Hişâm bin Eyyûb el-Himyerî, İslâm Tarihi Siret-i İbn Hişam es-Sîretü’n-Nebeviyye, (Müt. Abdülvehhab Öztürk), c. 1, İstanbul 2014, s. 411.
[5] Köksal, a.g.e., s. 364-365.
[6] Kafilede yer alan ashabın isimleri: 1- Hz. Osman, 2- Hz. Osman’ın zevcesi Hz. Rukayye, 3- Ebû Huzeyfe, 4- Ebû Huzeyfe’nin zevcesi Sehle Hatun, 5- Abdullah b. Cahş, 6- Utbe b. Gazvan, 7- Zübeyr b. Avvâm, 8- Mus‘ab b. Umeyr, 9- Suveybıt b. Sa‘d, 10- Tuleyb b. Umeyr, 11- Abdurrahman b. Avf, 12- Mikdad b. Amr, 13- Abdullah b. Mes‘ud, 14- Ebû Seleme b. Abdulesed, 15- Ebu Seleme’nin zevcesi Hz. Ümmü Seleme, 16- Şemmas b. Osman, 17- Ayyaş b. Ebî Rebîa, 18- Seleme b. Hişam, 19- Ammar b. Yâsir, 20- Muattib b. Avf, 21- Osman b. Maz‘un, 22- Sâib b. Osman, 23- Kudame b. Maz‘un, 24- Abdullah b. Maz‘un, 25- Huneys b. Huzafe, 26- Hişam b. Âs, 27- Âmir b. Rebîa, 28- Âmir b. Rebîa’nın zevcesi Leylâ Hatun, 29- Abdullah b. Mahreme, 30- Abdullah b. Süheyl, 31- Ebû Sebre b. Ebî Rühm, 32- Ebu Sebre’nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun, 33- Sekran b. Amr, 34- Sekran b. Amr’ın zevcesi Hz. Sevde, 35- Sa‘d b. Havle, 36- Ebû Ubeyde b. Cerrâh, 37- Amr b. Hâris, 38- Süheyl b. Beyzâ, 39- Amr b. Ebî Serh. Bkz. Köksal, a.g.e., s. 371-372.